Beyaz Aslan. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль страница 6
“Koşullar böyle,” dedi Wallander. “Seninle konuşmak istediğim bir şey var.” Koridorda, Björk’ün odasının kapısında duruyorlardı. “Öğleden sonraya kalamaz,” diye ekledi.
Björk başını sallayarak odasına girdi.
Wallander, Robert Åkerblom’la yaptığı görüşmeyi en ince ayrıntısına dek anlattı.
“İki çocuklu, dindar,” dedi Björk, Wallander sözünü noktaladığında. “Cumadan beri kayıp. Bu, hiç de hoş bir şey değil.”
“Evet,” diye onayladı Wallander. “Hiç de hoş değil.”
Björk kaşlarını çatarak baktı.
“Sence bir cinayet mi söz konusu?”
Wallander omuz silkti.
“Ne düşüneceğimi gerçekten bilemiyorum,” dedi. “Ama bu sıradan, basit bir kayıp olayı değil. Bundan eminim. İşte bu yüzden de temkinli hareket etmeliyiz. Bu olayda her zamanki gibi bekle ve gör politikasını uygulayamayız.”
Björk evet dercesine başını salladı.
“Haklısın,” dedi. “Kimi istiyorsun? Hansson burada olmadığı için elimizde yeterince eleman olmadığını unutayım deme. Hansson da ayağını kıracak zamanı buldu.”
“Martinson ile Svedberg’i istiyorum,” diye karşılık verdi Wallander. “Ha aklıma gelmişken, Svedberg E14 karayolunu birbirine katan boğayı yakalayabildi mi?”
“Bir çiftçi kementle yakalayabilmiş,” dedi Björk asık yüzle. “Svedberg koşarken bileğini burkmuş ama durumu o kadar kötü değil, görevinin başında.”
Wallander ayağa kalktı.
“Skurup’a gideceğim,” dedi. “Dört buçukta buluşalım, elimizdekileri inceleyelim. Bir an önce kadının arabasını bulsak iyi olacak.”
Björk’ün masasına küçük bir kâğıt koydu.
“Lacivert Toyota Corolla,” dedi Björk. “Bununla ben ilgilenirim.”
Wallander, Ystad’dan Skurup’a arabayla gitti. Düşünmek için zamana ihtiyacı olduğundan uzun yolu yeğlemişti. Rüzgâr çıkmış, bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Polonya’dan gelen feribotun rıhtıma yaklaştığını fark etti. Mossby Plajı’na geldiğinde boş park alanından geçerek hamburgercinin önünde durdu. Arabadan inmedi. Geçen yıl burada iki cesetle kıyıya vuran kurtarma botunu hatırladı birden. Riga’da tanıştığı Baiba Liepa adındaki kadın geldi aklına. Elinden geleni yapmasına karşın kadını hâlâ unutamaması çok ilginçti. Aradan bir yıl geçmişti ve hâlâ onu düşünüp duruyordu.
Şu anda cinayete kurban gitmiş bir kadın doğrusu hiç iyi olmazdı. Huzura ve sessizliğe ihtiyacı vardı. Evlenmek isteyen babasını düşündü. Evine giren hırsızları ve çaldıkları plakları. Sanki yaşamının önemli bir bölümü çalınmış gibi hissediyordu.
Stockholm’de okuyan kızı Linda’yı düşündü. Aralarındaki iletişimin gittikçe koptuğunu hissediyordu. Her şey arka arkaya gelmişti. Bu kadarı da fazlaydı.
Arabadan indi, ceketinin fermuarını çekti ve sahile doğru yürüdü. Hava oldukça serindi. Üşüdü.
Robert Åkerblom’un söylediklerini yeniden düşündü, farklı teoriler yakalamaya çalıştı. Her şeye karşın acaba bu olayın basit bir açıklaması mı vardı acaba? Louise Åkerblom intihar etmiş olabilir miydi? Genç kadının telefondaki sesini anımsadı. Ses alabildiğine canlı ve neşeliydi.
Saat bire doğru Wallander sahilden ayrıldı, Skurup’a doğru yola koyuldu.
Louise Åkerblom’un öldürülmüş olabileceği ihtimalini aklından bir türlü çıkaramıyordu.
3
Bir banka soyup tüm dünyayı hayrete düşürmek Kurt Wallander’in vazgeçemediği hayallerinden biriydi ama birçok kişinin de aynı hayali kurduğundan emindi. Sıradan bir bankanın kasasında ne kadar para vardır, diye geçirdi içinden. Düşündüğünden daha mı azdır? Yoksa yeterince var mıdır? Böylesine çok parayla ne yapacağını tam olarak bilemiyordu ama yine de hayalinden vazgeçemiyordu. Aklından geçen bu düşüncelere gülümsedi. Ama gülümsemesi suçluluk duygusunu bastıramadı.
Louise Åkerblom’u canlı bulamayacağından artık emindi. Elinde cinayetin işlendiği yere ilişkin ne bir delil ne de kurban vardı ama yine de bir cinayet işlendiğinden emindi.
İki küçük kızın fotoğrafı bir türlü gözünün önünden gitmiyordu. Açıklanması olanaksız bir şeyi nasıl açıklayabilirim, diye düşündü. Robert Åkerblom ileride kendisini iki küçük çocukla bırakan tanrısına nasıl dua edebilecekti?
Kurt Wallander, Skurup’taki Sparbanken’de, geçen cuma günü emlak kredisi konusunda Louise Åkerblom’a yardım eden müdür yardımcısının dişçiden dönmesini bekliyordu. Bankaya on beş dakika önce gelen Wallander, daha önce bir kez karşılaştığı banka müdürü Gustav Halldén’le bir süre konuşmuş ve bu konudan kimseye söz etmemesini rica etmişti.
“Hem zaten, ciddi bir şey olduğunu da sanmıyoruz,” diye açıkladı Wallander.
“Anlıyorum,” dedi Halldén. “Sıradan bir şey olduğunu düşünüyorsunuz.”
Wallander başını sallayarak onayladı. Aynen böyleydi işte. Düşünce ve bilgi sınırlanınca insan başka nasıl düşünebilirdi?
Düşünceleri yanına yaklaşan biri tarafından kesildi.
“Benimle konuşmak istemişsiniz,” dedi bir erkek sesi arkasından.
Wallander döndü.
“Müdür Yardımcısı Moberg, siz misiniz?”
Adam evet dercesine başını salladı. Gençti, Wallander’in kafasındaki müdür yardımcısı profiline göreyse çocuk sayılacak yaştaydı. Ama Wallander ’in dikkatini ânında çeken başka bir şey vardı bu genç adamda. Yanaklarından biri gözle görülür derecede şişmişti.
“Konuşurken hâlâ zorlanıyorum,” diye geveledi Moberg.
Wallander adamın söylediklerini anlayamamıştı.
“Biraz beklesek daha iyi olacak,” dedi Moberg. “Uyuşturucunun etkisinin geçmesini beklemeliyiz.”
“Yine de deneyelim,” dedi Wallander. “Fazla zamanım yok. Tabii konuşurken canınız çok yanmıyorsa, demek istiyorum.”
Moberg başını iki yana sallayarak, arka taraftaki küçük toplantı odasına doğru yürüdü.
“İşte