Gülümseyen Adam. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gülümseyen Adam - Хеннинг Манкелль страница 7
“Dün gece pansiyona seni görmeye geldim,” dedi Torstensson. “Rahatsız etmek istemem tabii ki, ama seninle konuşmak zorundayım.”
Bir zamanlar ben polistim, o da avukat, hepsi bundan ibaret, diye düşündü Wallander. Eskiden suçluların farklı taraflarında otururduk, sık olmasa da zaman zaman bir tutuklama kararının haklı olup olmadığını tartışırdık. Mona’dan zorlu boşanma sürecimde benim çıkarlarımı gözettiği için birbirimizi biraz daha iyi tanıdık. Bir gün birbirimize kanımızı kaynatan, bir arkadaşlığın başlangıcı olabilecek bir şey oldu. Arkadaşlıklar genellikle kimsenin bir mucize beklemediği görüşmelerde gelişir. Fakat hayattan öğrendiğime göre arkadaşlığın kendisi bir mucizedir. Beni bir hafta sonu tekneyle denize açılmaya davet etmişti. Fırtına vardı ve ben tekrar tekneye binmeyeceğime yemin etmiştim. Sonra sık sık ya da düzenli olmasa da görüşmeye başladık. Şimdi de izimi buldu ve benimle konuşmak istiyor.
“Birisinin beni aradığından haberim var,” dedi Wallander. “Beni burada nasıl bulabildin?”
Kumsaldaki sığınağında rahatsız edilmesinden hoşnut olmadığını belli ettiğinin farkındaydı.
“Beni tanıyorsun,” dedi Torstensson. “Baş belası birisi değilim. Hatta sekreterim bazen rahatsız edici davranmaktan korktuğumu bile iddia ediyor, bununla ne demek istiyorsa. Ama yine de Stockholm’deki kız kardeşini aradım. Daha doğrusu babanla irtibata geçtim ve o da kız kardeşinin numarasını verdi. Kız kardeşin pansiyonun adını ve yerini biliyordu. Ve işte buradayım. Gece sanat müzesinin yanındaki otelde kaldım.”
Rüzgâr arkalarından eserken kumsalda yürümeye başladılar. Daima köpeğiyle dolaşan kadın durmuş onlara bakıyordu. Wallander bir misafiri olduğunu görünce kadının şaşıracağından emindi. Sessizce yürüdüler, Wallander yanında birisinin olmasının ne kadar tuhaf olduğunu hissederek Torstensson’un konuşmasını bekledi.
“Yardımın gerekiyor,” dedi Torstensson sonunda. “Bir arkadaş ve polis olarak…”
“Arkadaşın olarak elimden geleni yapmak isterim ama yapabilir miyim bundan şüpheliyim. Ama bir polis olarak değil.”
“Hâlâ izindesin diye biliyorum.”
“Bununla kalmayacak, işi tamamen bırakacağım. Bunu bilen ilk kişi sen olabilirsin.”
Torstensson olduğu yerde durdu.
“İşte böyle,” dedi Wallander. “Ama yine de niye burada olduğunu söyleyebilirsin.”
“Babam öldü.”
Wallander, Torstensson’un babasını tanıyordu. O da avukattı ancak duruşmalara nadiren katılırdı. Wallander’in hatırladığına göre Torstensson’un babası çoğu vaktini ekonomik konularda danışmanlık yaparak geçirirdi. Kaç yaşında olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Yetmişin üzerinde olduğunu varsaydı, çoğu insanın zaten öldüğü yaşlardı.
“Birkaç hafta önce bir trafik kazasında öldü,” dedi Torstensson. “Brösarp Tepeleri’nin güneyinde bir yerde.”
“Bunu duyduğuma üzüldüm,” dedi Wallander. “Nasıl oldu?”
“Bu iyi bir soru. İşte bu yüzden buradayım.”
Wallander ifadesizce baktı.
“Hava soğuk,” dedi Torstensson. “Sanat müzesinde kahve servisi var. Buraya arabamla geldim, onunla gidebiliriz.”
Wallander başıyla onayladı. Wallander’in bisikletini arabanın bagajına koyup kum tepelerinin arasında yol aldılar. Sabahın o saatlerinde sanat müzesindeki kafede fazla müşteri yoktu. Tezgâhın arkasındaki kızın mırıldandığı melodiyi Wallander yeni aldığı kasetlerden birinden hatırladığı için şaşırdı.
“Gece geç bir saatti,” diye anlatmaya başladı Torstensson. “Tam olarak 11 Ekim günüydü. Babam en önemli müvekkillerimizden biriyle görüşmeden dönüyordu. Polise göre arabayı çok hızlı kullanıyormuş, kontrolü kaybetmiş, araba ters dönmüş ve ölmüş.”
“Böylesi kazalar bir anda olabilir,” dedi Wallander. “Sadece bir anlık dikkatsizliğin sonucu felaket olabilir.”
“O akşam hava sisliydi. Babam asla hızlı kullanmazdı. Hava sisliyken neden böyle bir şey yapsın? Üstelik yolda tavşan ezmekten korkacak kadar takıntılıydı.”
Wallander, Torstensson’u inceleyerek baktı. “Kafanda ne var?” diye sordu.
“Martinson soruşturmanın başında.”
“Martinson iyidir. Eğer olayın bu şekilde olduğunu söylüyorsa başka bir şey düşünmek için bir sebep yok.”
Torstensson ciddiyetle baktı. “Martinson’un iyi bir polis olduğundan şüphem yok. Babamı yol kenarındaki tarlada tepetaklak olmuş arabasının içinde ölü olarak bulduklarından da. Fakat açıklanamayan çok fazla şey var. Bir şey olmuş olmalı.”
“Nasıl bir şey?”
“Başka bir şey…”
“Ne gibi?”
“Bilmiyorum.”
Wallander bardağını doldurmak için tezgâha gitti.
Ona doğruyu neden söyleyemiyorum, diye merak etti. Evet, Martinson yaratıcı ve enerjiktir fakat bazı durumlarda dikkatsiz olabilir.
Wallander tekrar oturduğunda, “Polis raporunu okudum,” dedi Torstensson. “Raporu yanıma aldım ve babamın öldüğü yerde tekrar inceledim. Otopsi raporuna baktım, Martinson’la konuştum, bazı başka şeyler yaptım ve kendi kendime sorular sordum. Şimdi de işte buradayım.”
“Ne yapabilirim?” dedi Wallander. “Bir avukat olarak her vakada birbiriyle ilişkilendiremediğimiz ve tam olarak açıklanamayan şeyler olduğunu bilirsin. Olay olduğunda babanın arabada yalnız olduğunu sanıyorum. Eğer seni doğru anladıysam herhangi bir tanık yok. Bu da tam olarak ne olduğunu sadece babanın söyleyebileceği anlamına gelir.”
“Eminim bir şey oldu. Doğru olmayan bir şey ve ben bunun ne olduğunu bilmek istiyorum.”
“Çok isterdim ama sana yardım edemem.”
Torstensson onu duymamış gibiydi. “Anahtarlar. Sana sadece bir örnek vereyim. Anahtarlar kontakta değildi. Arabanın döşemesindeydi.”
“Anahtarlar yerinden çıkmış olabilir. Bir araba kaza yaptığında her şey olabilir.”
“Kontak hasar görmemişti. Kontak anahtarı da kırılmamıştı.”
“Bunun bir açıklaması vardır.”
“Sana başka örnekler de verebilirim,” diye ısrar etti Torstensson. “Bir şey olduğuna eminim. Babam trafik kazası