Beşinci Kadın. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль страница 15
“Kamyonun şoförü Sven Tyrén,” diye sürdürdü konuşmasını Wallander. “Adının bir iki saldırıya karıştığını söylemiştin.”
“Evet, hatırlıyorum,” dedi Hansson.
Wallander öfkelenmemeye özen gösteriyordu ama sabrı da artık tükenmek üzereydi.
“Buraya kayıp ihbarı için gelmişti. Holger Eriksson’un oturduğu çiftliğe gittim. Raporumu yazdım. Sonra da dün sabah buraya telefon edip bu konuyla ilgilenmenizi rica ettim. Bence araştırılması gereken ciddi bir kayıp olayı.”
“Rapor buralarda bir yerde olmalı,” dedi Martinson. “Konuyla ben ilgileneceğim.”
Wallander sinirlerine hâkim olması gerektiğinin farkındaydı.
“Bu tür şeylerin olmaması gerekiyor,” dedi. “Ama bu defalık feribot kazasıyla çakıştığından kötü bir zamanlama olarak değerlendirelim. Çiftliğe bir kez daha gideceğim. Eğer hâlâ yoksa onu aramaya başlamamız gerekecek. Umarım adamın cesedini bir yerlerde bulmayız yoksa tüm bir günü boşa geçirdiğimiz için vicdan azabından kurtaramayız kendimizi.”
“Bir araştırma ekibi oluşturalım mı?” diye sordu Martinson.
“Hayır şimdilik buna gerek yok. Önce oraya gitmek istiyorum. Belki dönmüştür. Dönmemişse yeniden oturup konuşuruz.”
Wallander odasına gidip OK yakıt istasyonunun telefon numarasını buldu rehberden. Telefon ilk çalışta açıldı. Wallander kendisini tanıtarak Sven Tyrén’le konuşmak istediğini söyledi.
“Dağıtıma çıktı,” dedi telefona yanıt veren genç kız. “Ama araç telefonu var.”
Wallander telefonu kapatıp araç telefonunu çevirdi. Hat cızırtılıydı.
“Holger Eriksson’un kayıp olduğu konusunda galiba haklı çıktınız,” dedi.
“Bunu biliyordum,” dedi Sven Tyrén yüksek sesle. “Bunu ortaya çıkarmanız bu denli uzun mu sürdü?”
“Bu konuya ilişkin bana söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?” diye sordu.
“Ne gibi?”
“Bunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Kendisini görmeye giden akrabaları var mıydı? Hiç yolculuğa çıkar mıydı? Onu kim iyi tanırdı? Onun nereye gitmiş olabileceğini açıklayabilecek, bize ipucu verebilecek herhangi bir bilgi.”
“Ortadan kayboluşunun bence mantıklı bir açıklaması yok,” dedi Tyrén. “Bunu daha önce de söylemiştim. Zaten bu yüzden polise geldim.”
Wallander bir an sustu. Sven Tyrén’in yalan söylemesi için herhangi bir neden yoktu ortada.
“Şu anda neredesiniz?”
“Malmö’den dönüyorum. Terminale yakıt götürmüştüm.”
“Eriksson’un evine gideceğim. Siz de gelir misiniz?”
“Bir saatten önce orada olamam,” dedi Tyrén. “Önce bir huzurevine yakıt götürmem gerekiyor. Yaşlı vatandaşlarımızın soğuktan donarak ölmelerini istemeyiz, değil mi?”
Wallander emniyetten çıktı. Yağmur yağıyordu. Ystad’dan çıkarken içinde yoğun bir huzursuzluk hissetti. Eğer hastalanmasaydı bu yanlış anlaşılma da söz konusu olmayacaktı. Tyrén’in haklı olarak endişelendiğini düşünüyordu. Bunu salı günü hissetmişti ve şimdi perşembeydi.
Çiftliğe geldiğinde yağmur da hızlanmıştı. Arabasının bagajındaki lastik botları ayağına geçirdi. Posta kutusunu açtı. İçinden gazeteyle bir iki mektup çıktı. Kapıya yaklaşıp zili çaldı, açılmayınca da cebinden yedek anahtarları çıkararak kapıyı açtı. Eve kendisinden başka birinin gelip gelmediğini hissetmeye çalıştı. Neyse ki her şey bıraktığı gibi yerli yerinde duruyordu. Koridordaki dürbün kılıfı hâlâ boştu. Masanın üstündeki şiir de aynı yerde duruyordu.
Wallander bahçeye çıkıp boş köpek kulübesinin önünde durdu. Ekin kargaları tarlanın üstünde uçuşuyordu. Tarlada ölü bir yaban tavşanı bulmuş olmalılar, diye geçirdi içinden dalgınlıkla. Arabasından el fenerini alıp evi sistematik bir şekilde incelemeye başladı. Eriksson’un oldukça titiz biri olduğu anlaşılıyordu. Wallander mobilyaların cilalı ve tertemiz olduğunu gördü. Sonra da eve doğru yaklaşan kamyonun sesini duyunca Sven Tyrén’i karşılamak için dışarı çıktı.
“Evde yok,” dedi.
Wallander, Tyrén’i mutfağa götürerek ifadesini almak istediğini söyledi.
“Söyleyeceklerimi söyledim zaten,” dedi Tyrén sinirli bir sesle. “Onu bir an önce aramaya başlasanız daha iyi olmaz mı?”
“İnsanlar genellikle sandığından daha fazlasını bilir,” dedi Wallander, Tyrén’in davranışına sinirlendiğini gizlemeden.
“Ne bildiğimi sanıyorsunuz?”
“Yakıt siparişi verdiğinde onunla siz mi konuşmuştunuz?”
“Büroyu aramış. Sekreter kız da dağıtım fişini doldurmuş. Ben günde birkaç kez kızı yoldan arar, ne olup bittiğini sorarım.”
“Aradığında sesi her zamanki gibi miymiş?”
“Bunu kıza sorman gerek.”
“Peki. Kızın adı ne?”
“Ruth. Ruth Sturesson.”
Wallander bunu not defterine yazdı.
“Buraya ağustos ayında bir kez gelmiştim,” dedi Tyrén. “Bu da onu son görüşüm oldu. Her zamanki gibiydi. Bana kahve ikram etti ve yazdığı yeni şiirlerinden bazılarını okudu. Ayrıca çok da iyi öykü anlatırdı ama bu konuda biraz kabaydı.”
“Kaba derken?”
“Anlattıkları yüzümün kızarmasına neden olurdu.”
Wallander ona dikkatle baktı. Bu sözler ona kaba öyküler anlatmaktan hoşlanan babasını anımsatmıştı.
“Sizce bunamaya başlamış olabilir mi?”
“Sanmıyorum, sizin ya da benim kadar aklı başındaydı.”
“Eriksson’un akrabaları var mı?”
“Hiç evlenmemiş. Çocuğu yok, hanım arkadaşı da yoktu. Ya da en azından ben olduğunu bilmiyorum.”
“Ya akrabaları?”
“Onlardan hiç söz etmezdi. Mirasını Lund’daki bir derneğe bırakmaya karar vermişti.”
“Ne derneğine?”
“Ev aletleriyle ilgili bir dernekten