Beşinci Kadın. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль страница 19
“Önemli olan bir şey daha var,” dedi. “O da bu cinayeti her kim işlemişse davranış biçimini gizlemeye hiç de niyetli olmadığı.”
Wallander de aslında bu noktaya gelmek üzereydi.
“Eğer o ölümcül tuzağa dikkatle bakarsak onun bir tür açıklama niteliğinde olduğunu ortaya çıkarabilme şansımız var.”
“Katilin deli olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu Svedberg. Masadakiler onun bu sözlerle ne demek istediğini hemen anlamışlardı. Geçen yaz yaşadıklarını henüz unutamamışlardı.
“Bu olasılığı da göz ardı edemeyiz,” dedi Wallander. “Aslında hiçbir şeyi göz ardı edemeyiz.”
“Ayılara kurulan tuzak gibi,” dedi Hansson. “Ya da Asya’da geçen eski savaş filmlerindeki gibi. Ayı tuzağı ve kuş sevdalısı, ilginç bir karışım.”
“Ya da bir galerici,” diye ekledi Martinson.
“Veya bir şair,” dedi Höglund. “Elimizde birçok seçenek var.”
Wallander toplantıyı bitirdi. Toplantı yapmak istediklerinde Eriksson’un mutfağını kullanacaklardı. Svedberg, hem Eriksson’un siparişlerini alan sekreter kızla hem de Sven Tyrén’le konuşmak için oradan ayrıldı. Höglund yakınlarda yaşayanlarla konuşulup konuşulmadığına bakmaya gitti. Posta kutusundaki mektupları anımsayan Wallander, Höglund’a mahallenin postacısıyla konuşmasını da söyledi. Müdür Holgersson’la Martinson diğer işleri organize etmek için çalışırken Hansson da Nyberg’in adli tıp teknisyenleriyle birlikte evi inceleyecekti.
Soruşturmanın tekerleği dönmeye başlamıştı.
Wallander ceketini üstüne geçirerek hendeğe doğru gitti. Gökyüzü kara bulutlarla kaplıydı. Rüzgâr onu arkadan itiyordu. Birden kazların hiçbir hayvanın sesine benzemeyen bağırtılarını duydu. Durup başını kaldırıp göğe baktı. Kısa süre sonra küçük gruplar hâlinde güneybatıya doğru kanat çırpan kuşları gördü. Skåne’den geçen diğer tüm göçmen kuşlar gibi bunların da Falsterbo Burnu’ndan geçerek İsveç’ten ayrılacaklarını düşündü.
Wallander masanın üstündeki şiiri düşünerek orada öylece durup kuşların arkasından baktı. Sonra da içindeki tedirginliğin gittikçe arttığının bilincinde yoluna devam etti.
Bu vahşice işlenen cinayette onu sarsan ve korkutan bir şey vardı. Yoğun bir nefret duygusundan ya da bir anlık çılgınlıktan ötürü işlenen bir cinayet de olabilirdi bu ama cinayetin arkasında her şeyin soğukkanlılıkla planlandığı hissediliyordu. Neyin kendisini daha çok korkuttuğundan emin değildi.
Nyberg’le adli tıp teknisyenleri çamura batmış kanlı kazıkları kaldırmaya başlamışlardı. Kazıklar teker teker plastik örtülere sarılıp arabaya yerleştiriliyordu. Nyberg’in yüzü gözü çamur içindeydi. Sert ve öfkeli hareketlerle çalışmasını sürdürüyordu. Wallander kendini bir mezara bakıyormuş gibi hissetti.
“Nasıl gidiyor?” diye sordu sesine yüreklendirici bir ifade vermeye çalışarak.
Nyberg homurdandı. Wallander aklındaki soruları bir süreliğine ertelemeye karar verdi. Nyberg çabuk öfkelenen, değişken bir ruh hâline sahip ve her an kavga çıkarmaya hazır biriydi. Emniyettekiler Nyberg’in en küçük bir kışkırtma karşısında Emniyet Genel Müdürü’ne bile rahatlıkla bağırabileceğini düşünürlerdi.
Polis hendeğin üstüne geçici bir köprü kurmuştu. Wallander sert rüzgârın altında diğer taraftan tepeye çıktı. Yaklaşık üç metre yüksekliğindeki kuleyi inceledi. Kule, Eriksson’un yaptırdığı köprüyle aynı ahşaptandı. Wallander kuleye dayalı merdiveni tırmandı. Platform bir metrekareden daha büyük değildi. Rüzgâr yüzünü yakıyor, gözlerinin yaşarmasına neden oluyordu. Üç metre yükseklikte manzara tümüyle farklı görünüyordu. Hendeğin içinde çalışan Nyberg’i gördü. Uzaklardan Eriksson’un çiftliği görülüyordu.
Başını hafifçe öne eğerek üstünde durduğu platformu incelemeye koyuldu. Birden Nyberg incelemesini bitirmeden kuleye tırmandığına pişman oldu. Aşağıya indi ve kulenin altında rüzgârsız bir yer bulmaya çalıştı. Kendini çok yorgun hissediyordu ama içindeki yoğun tedirginlik de her an artıyordu. Bu duygusunu bastırmaya çalıştı. Depresyon mu geçiriyordu? Mutluluğu çok kısa sürmüştü; tatil, bir ev satın alma kararı, köpek sahibi olma. Tabii en önemlisi de Baiba’nın gelmesiydi.
Ancak bunlar gerçekleşmeden yaşlı bir adamın hendeğin içindeki cesedi ortaya çıkmış ve Wallander’in mutlu dünyası sabun köpüğü gibi sönmeye başlamıştı. Bu şekilde yaşamayı daha ne kadar sürdüreceğini çok merak ediyordu.
Bu düşünceleri kafasından atmaya çalıştı. Bir an önce Eriksson’a bu ölüm tuzağını kimin kurduğunu bulmak zorundalardı. Wallander yokuştan aşağı inmeye başladı. Martinson’un her zamanki gibi telaşlı bir şekilde kendisine doğru geldiğini gördü. Wallander adımlarını hızlandırdı. Kendini hâlâ kararsız ve tedirgin hissediyordu. Bu soruşturmaya hangi yönden yaklaşmalıydı? Araştırmanın kalbine girebilmenin yollarını bulması gerekiyordu.
Martinson’un yüzünden önemli bir şeyin olduğu anlaşılıyordu.
“Ne oldu?” diye sordu.
“Vanja Andersson adında birini hatırlıyor musun?”
Wallander’in bu adı anımsaması için bir süre düşünmesi gerekmişti. Sonra onun Västra Vall Caddesi’ndeki çiçekçide çalışan kadın olduğunu anımsadı.
“Evet ama şimdi ona ayıracak zamanımız yok.”
“Bu kadar emin konuşmasan iyi olur,” dedi Martinson.
“Neden?”
“Dükkân sahibi Gösta Runfeldt’in Nairobi’ye hiç gitmediği ortaya çıkmış.”
Wallander, Martinson’un ne söylemeye çalıştığını anlayamamıştı.
“Yardımcısı, patronunun bineceği uçağın saatini öğrenmek için seyahat acentesini aramış. O zaman öğrenmiş.”
“Neyi öğrenmiş?”
“Runfeldt’in, biletini almasına karşın Afrika’ya gitmediğini.” Wallander arkadaşına şaşkınlıkla baktı.
“Biri daha kayıp,” dedi Martinson.
Wallander karşılık vermedi.
7
Vanja Andersson’la konuşmaya karar verdikten sonra Ystad’a dönerken Wallander birinin iki olay arasındaki benzerliğe ilişkin bir şeyler söylediğini anımsadı. Eriksson bir yıl önce evine hırsız girdiğini ama hiçbir şey çalmadığını söylemişti polise. Gösta Runfeldt’in dükkânına da hırsız girmiş, o da hiçbir şey çalmamıştı. Wallander korku içinde