Beşinci Kadın. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль страница 21
Otuz bin kron Wallander için de büyük paraydı, karşı çıkmadı. Hayatında böylesine pahalı bir yolculuğa çıkmayı aklının ucundan bile geçiremezdi. Babasıyla birlikte Roma’da geçirdikleri bir hafta boyunca bu paranın ancak üçte birini harcamışlardı.
“Anlayamıyorum,” dedi Vanja Andersson. “Gösta bu şekilde davranan biri değildir.”
“Ne zamandan beri onun yanında çalışıyorsun?”
“On bir yıl oldu.”
“Burada çalışmaktan memnunsun demek, öyle mi?”
“Gösta çok iyi bir insandır. Çiçeklere âşıktır. Yalnızca orkidelere değil tüm çiçeklere.”
“Bu konuya daha sonra döneceğiz. Bana biraz ondan söz et şimdi. Nasıl biridir?”
Andersson bir an için susup düşündü.
“Düşünceli ve dostça bir insandır,” dedi. “Belki biraz alışılagelmişin dışında biri de diyebiliriz onun için. Köşesine çekilmiş, dünya işlerinden elini eteğini çekmiş biri.”
Wallander huzursuzca bu açıklamanın Holger Eriksson’a da uyabileceğini düşündü. Eriksson’un çok düşünceli biri olmadığı öne sürülmüş olsa da.
“Evli mi?”
“Dul”
“Çocukları var mı?”
“İki tane. İkisi de evli ve onların da çocukları var ama burada oturmuyorlar.”
“Kaç yaşında?”
“Kırk dokuz.”
Wallander notlarına baktı.
“Dul bir erkek,” dedi. “Karısı çok genç yaşta ölmüş olmalı. Kaza mı geçirmiş?
“Bilmiyorum. Gösta bu konuda pek konuşmaz ama galiba boğulmuş, öyle duymuştum.”
Wallander bu konuyla ilgili soru sormaktan vazgeçti. Gerekirse buna daha sonra yeniden dönerdi. Kalemini masaya koydu. Çiçeklerin kokusu içini bayıyordu.
“Bu konuda oldukça zaman harcamış olmalısın,” dedi. “Son birkaç saat içinde iki konu seni bir hayli endişelendirmiş olmalı. Bunlardan biri Gösta’nın neden Afrika’ya giden uçağa binmediği. Diğeriyse şu anda Nairobi’de olması gerekirken orada olmayışı. Peki ama nerede?”
Vanja Andersson evet dercesine başını salladı. Wallander, Andersson’un gözlerinin yaşardığını fark etti.
“Mutlaka başına bir şey gelmiş olmalı,” dedi. “Seyahat acentesiyle konuştuktan hemen sonra Gösta’nın evine gittim. Sokağın başında oturuyor. Çiçeklerini sulamam için bana yedek anahtarlarını vermişti. Yolculuğa çıktığını düşündüğüm için ilk hafta evine iki kez gittim, çiçeklerini suladım ve mektuplarını da masaya bıraktım. Az önce yine gittim. Evde değildi ve evine hiç gelmemişti.”
“Bunu nasıl anladın?”
“Anladım işte.”
“Peki, sence ne olmuş olabilir?”
“Hiçbir fikrim yok. Bu yolculuğa çıkmak için can atıyordu. Bu kış orkidelere ilişkin yazmaya başladığı kitabını bitirmeyi tasarlıyordu.”
Wallander yüreğindeki sıkıntının arttığını hissetti. İçinde bir yerlerde uyarıcı zil çalmaya başlamıştı bile. Bu sessiz alarmı çok iyi tanırdı. Not almak için kullandığı küçük kartları topladı.
“Gösta’nın evine gidip bakmak istiyorum,” dedi. “Sen de dükkânı yeniden açmalısın. Tüm bu olanların mantıklı bir açıklaması olduğundan eminim.”
Vanja Andersson bu sözlerin doğruluğunu anlamak istercesine Wallander’in gözlerinin içine dikkatle baktı ama aradığı güvenceyi bulamadı. Wallander’e Gösta’nın evinin anahtarlarını verdi. Gösta dükkânıyla aynı sokakta, kent merkezine bir blok daha yakında oturuyordu.
“Evi inceledikten sonra anahtarları geri getiririm,” dedi.
Dar sokağa çıktığında yaşlı bir çiftin park ettiği arabasının yanından güçlükle geçerek kaldırıma çıktığını gördü. Çift ona azarlarcasına baktı ama Wallander onları görmezden gelip yoluna devam etti.
Gösta’nın dairesi yüzyılın başında inşa edildiği anlaşılan bir binanın üçüncü katındaydı. Bina asansörlüydü ama Wallander basamakları çıkmayı yeğledi. Birkaç yıl önce oturduğu daireyi böyle bir daireyle takas etmeyi düşünmüştü. Oysa artık bir gün Maria Caddesi’ndeki evini satacak olursa bahçeli bir ev alacaktı. Baiba’nın mutlu olabileceği bir yer olacaktı bu. Belki bir de köpekleri olurdu.
Anahtarla kapıyı açıp Gösta Runfeldt’in dairesine girdi. Hayatımda kim bilir kaç kez yabancı birinin evine girdim, diye geçirdi içinden. Kapının eşiğinde durdu. Her evin kendine has bir havası, özelliği vardı. Yıllar boyunca Wallander evin sahibinin izlerini gözlemleme alışkanlığı kazanmıştı. Ağır adımlarla odaları dolaştı. Genellikle ilk izlenim her zaman en çok işe yarayan olurdu. Bu evde, bir sabah olması gereken yerde olmayan Gösta Runfeldt adında biri yaşıyordu. Wallander, Vanja Andersson’un söylediklerini düşündü. Runfeldt’in Afrika yolculuğuna çıkmak için can attığını söylemişti.
Wallander evin dört odasıyla mutfağını dolaştıktan sonra oturma odasının ortasında durdu. Ev büyük ve aydınlıktı. Nedense Runfeldt’in evini özensiz bir biçimde döşediğini hissediyordu. Kişiliği olan tek yer çalışma odasıydı. Bu odada insanı rahatsız etmeyen bir karışıklık vardı. Kitaplar, kâğıtlar, bitki ve çiçek resimleriyle doluydu. Bilgisayar da vardı. Pencerenin kenarlarında çocuklarıyla torunlarının resimleri vardı. Asya’da bir yerde büyük ve iri orkidelerin arasında çekilmiş bir fotoğrafı da vardı. Fotoğrafın arkasındaysa Burma 1972 yazılıydı. Runfeldt fotoğrafı çeken kişiye içtenlikle gülümsemişti. Güneş yanığı yüzü mutlulukla parlıyordu. Fotoğrafın renkleri solmuştu ama Runfeldt’in gülümsemesi yok olmamıştı. Wallander fotoğrafı yerine koyduktan sonra duvarda asılı haritaya baktı. Biraz aradıktan sonra Burma’nın nerede olduğunu buldu. Sonra da çalışma masasına geçip oturdu. Runfeldt çıkması gereken bir yolculuğa çıkmamıştı. En azından Özel Tur adlı seyahat acentesinin düzenlediği turla Nairobi’ye gitmediği kesindi.
Wallander yerinden kalkıp yatak odasına gitti. Tek kişilik ve dar olan yatak yapılmıştı. Yatağın yanında birkaç kitap duruyordu. Wallander kitapların isimlerine baktı. Hepsi de çiçekler ve bitkilerle ilgili kitaplardı. Yalnızca biri uluslararası para piyasasıyla ilgiliydi. Wallander eğilip yatağın altına baktı. Hiçbir şey yoktu. Dolabı açtı. Dolabın içindeki rafların birinde iki valiz vardı. Parmak uçlarında yükselerek valizleri yere indirdi. İkisi de boştu. Sonra bir sandalye almak için mutfağa gitti. Sandalyeye çıkıp dolabın en üst rafına baktı. Orada aradığını buldu. Bekâr erkeklerin evleri genellikle tozlu olurdu.