Piramit ve Diğer Wallander Maceraları. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Piramit ve Diğer Wallander Maceraları - Хеннинг Манкелль страница 12
“Sen hangi tipsin, kendin göreceksin,” diyerek dolabı kapattı. “Unutanlardan mısın yoksa asla bırakamayanlardan mı?”
“Yeterince iyi olup olmadığımı bile bilmiyorum,” dedi Wallander.
“En azından isteklisin,” diye yanıtladı Hemberg. “Bu da iyi bir başlangıç sayılır.”
Hemberg montunu giymeye başladı. Wallander saatine bakıp yediye beş olduğunu gördü.
“Gitmeliyim,” dedi.
“Beklersen seni eve bırakabilirim,” dedi Hemberg.
“Biraz acelem var,” dedi Wallander.
Hemberg omuz silkti.
“Artık biliyorsun,” dedi. “Artık Hålén’in midesinde ne olduğunu biliyorsun.”
Wallander şanslıydı, hemen boş bir taksi buldu. Rosengård’a vardığında saat yediyi dokuz geçiyordu. Mona’nın geç kalmasını umuyordu. Ancak kapıya astığı notu okuyunca durumun öyle olmadığını anladı.
Bu şekilde nasıl devam edecek? diye yazmıştı.
Wallander notu çekince raptiye merdivene yuvarlandı. Almak için uğraşmadı. En iyi ihtimalle Linnea Almquist’in ayakkabısının altına batıp kalacaktı.
Bu şekilde nasıl devam edecek? Wallander, Mona’nın sabırsızlığını anlıyordu. Kariyeriyle ilgili beklentileri onunla aynı değildi. Kendi salonuyla ilgili hayalleri uzun süre gerçekleşmeyecekti.
Daireye girip kanepeye oturduğunda kendini suçlu hissetti. Mona’yla daha fazla zaman geçirmeliydi. Her geç kaldığında ondan sabırlı olmasını bekleyemezdi. Onu aramaya çalışmak da anlamsızdı. Şu anda ödünç aldığı arabayla Helsingborg’a gidiyordu.
Aniden her şeyin yanlış olduğuna dair bir endişeye kapıldı. Mona’yla yaşamanın, ondan çocuk sahibi olmanın ne anlama geldiğini gerçekten düşünmüş müydü?
Aklındaki düşünceleri uzaklaştırdı, Skagen’de konuşacağız diye düşündü. Yeterince zamanımız olacak. Kumsalda da geç kalamam ya!
Saate baktı, yedi buçuk olmuştu. Televizyonu açtı. Her zamanki gibi yine bir uçak düşmüştü. Yoksa bir tren raydan mı çıkmıştı? Biraz haber dinledikten sonra mutfağa gitti. Buzdolabında bira aradı ama sadece açık bir soda buldu. Birden daha güçlü bir şey içmek istedi. Şehir merkezine gidip bir barda oturma fikri çekici görünüyordu. Ama henüz ayın başı olmasına rağmen hemen hemen hiç parası kalmadığını hatırlayınca vazgeçti.
Bunun yerine demlikteki kahveyi ısıtıp Hemberg’i ve dolaptaki çözülmemiş davalarını düşündü. O da böyle mi olacaktı? Yoksa eve geldiğinde her şeyi unutacak mıydı? Mona için buna mecburum, diye düşündü. Aksi hâlde kafayı yiyecek.
Anahtarlığı sandalyeye batıyordu. Hiç düşünmeden çıkarıp masaya koydu. Sonra aklına bir şey geldi, Hålén’le ilgili bir şey.
Kısa süre önce fazladan bir kilit taktırmıştı. Bunu nasıl yorumlamalıydı? Korku belirtisi olabilirdi ama Wallander onu bulduğunda kapı neden aralıktı?
Akla yatmayan çok fazla şey vardı. Hemberg ölüm nedeni olarak intiharı göstermiş olsa da Wallander’in içini şüpheler kemiriyordu.
Hålén’in ölümünde gizli bir şey, daha yakınına bile yanaşamadıkları bir şey olduğundan giderek emin oluyordu. İntihar ya da değil, başka bir şey vardı.
Wallander mutfak çekmecesinden bir kâğıt parçası çıkardı ve hâlâ kafasını karıştıran noktaları yazmak için oturdu. Fazladan kilit, bahis kuponu vardı ve kapı neden aralıktı? O gece elmasları arayan kimdi? Neden yangın çıkarmışlardı?
Sonra seyir defterlerinde gördüklerini hatırlamaya çalıştı. Rio de Janeiro, diye hatırladı. Ama bu bir geminin adı mıydı, yoksa şehir miydi? Göteborg ve Bergen’i gördüğünü de hatırladı. Sonra St Luis adını gördüğünü hatırladı. Neredeydi? Ayağa kalkıp odanın içinde dolaştı. Gardırobun en arkasında okuldan kalan eski atlasını buldu. Ama birden yazımından emin olamadı. St Louis mi, St Luis mi? Birleşik Devletler’de mi, Brezilya’da mı? İsim listesine bakarken São Luis’e geldiğinde birden ismin bu olduğundan emin oldu.
Tekrar listeyi gözden geçirdi. Hatırlayamadığım başka bir yer daha var mıydı, diye düşündü. Bir bağlantı, bir açıklama ya da Hem-berg’in bahsettiği şey neydi, can alıcı nokta?
Hiçbir şey bulamadı.
Kahve soğumuştu. Sabırsızlıkla kanepeye döndü. Ulusal kanalda talk-show programı başlamıştı yine. Bu sefer uzun saçlı birkaç kişi yeni İngiliz pop müziğini tartışıyorlardı. Kapattı ve onun yerine pikabı çalıştırdı. Linnea Almquist hemen yere vurmaya başladı. Aslında sesi daha çok açmak istiyordu ama bunun yerine pikabı kapattı.
O anda telefon çaldı. Arayan Mona’ydı.
“Helsingborg’dayım,” dedi. “Limanın yanında bir telefon kulübesindeyim.”
“Geç kaldığım için çok üzgünüm,” dedi Wallander.
“Göreve çağrıldın sanırım?”
“Aslında cinayet bürodan aradılar. Henüz orada çalışmıyor olmama rağmen beni çağırdılar.”
Biraz etkilenmesini umuyordu ama ona inanmadığını hissetti. Sessizlik aralarında gidip geliyordu.
“Buraya gelemez misin?” dedi Wallander.
“Bence ara vermemiz en iyisi, en az bir hafta kadar.”
Wallander üşüdüğünü hissetti. Mona onu terk mi ediyordu?
“Bence en iyisi,” diye tekrarladı.
“Birlikte tatile gideceğimizi sanıyordum?”
“Ben de öyle düşünmüştüm, fikrini değiştirmediysen eğer.”
“Tabii ki fikrimi değiştirmedim.”
“Sesini yükseltmene gerek yok. Bir hafta sonra beni arayabilirsin, daha önce arama.”
Onu telefonda tutmaya çalıştı ama Mona çoktan kapatmıştı.
Wallander akşamın geri kalanını içinde büyüyen bir panik duygusuyla geçirdi. Terk edilmek kadar korktuğu başka bir şey daha yoktu. Ancak büyük bir çabayla, saat gece yarısını geçtiğinde Mona’yı aramamayı başardı. Yatmak için uzanıp hemen geri kalktı. Yazın açık havası birdenbire tehditkâr gelmeye başladı. Sahanda iki yumurta yaptı ama yemedi.
Saat beşe yaklaştığında uyuyabildi ama neredeyse hemen yataktan kalktı.
Aklında bir düşünce vardı.
Bahis kuponu.
Hålén