Piramit ve Diğer Wallander Maceraları. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Piramit ve Diğer Wallander Maceraları - Хеннинг Манкелль страница 15

Piramit ve Diğer Wallander Maceraları - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

Hangi şirketlerde ve hangi gemilerde çalıştığını öğrenmek istiyorum.”

      “Biz nakliyecilik yapıyoruz,” dedi Helena. “Kockums ve Volvo’nun ürünlerini taşımak için gemiler kiralıyoruz ya da gemilerin bir bölümünü, hepsi bu kadar.”

      “Bilen biri olmalı.”

      “Polis başka yöntemlerle bulamaz mı?”

      Wallander bu sorunun geleceğini tahmin ettiği için bir cevap hazırlamıştı.

      “Bu soruşturma biraz gizli yürütülüyor,” dedi, “bu nedenle fazla ayrıntıya giremeyeceğim.”

      Ona tam olarak inanmadığını görebiliyordu ama bunu eğlenceli bulduğu da anlaşılıyordu.

      “Bazı meslektaşlarıma sorabilirim,” dedi. “Eski bir kaptanımız var. Ama benim kazancım ne olacak, sana yardımı olursa tabii?”

      Karşılığında, kendini toplayarak arkadaşça bir ses tonuyla, “Ne istersen?” dedi.

      Başını salladı.

      “Hiçbir şey,” dedi.

      Wallander ayağa kalktı.

      “Telefon numaram aynı.”

      “Benimki değişti,” dedi Helena. “Ama sana vermeyeceğim.”

      Wallander yeniden sokağa çıktığında terden ıslandığını fark etti. Helena’yla görüşmesi beklediğinden daha gergin geçmişti. Ne yapacağını düşünerek bir süre hareketsiz bekledi. Daha fazla parası olsaydı Kopenhag’a giderdi. Ama hastalık bahanesiyle işe gitmediğini hatırladı. Biri onu arayabilirdi, evden çok uzaklaşamazdı. Bir yandan da ölen komşusuna harcadığı zamanın arttığı gerçeğini kabul etmesi zor geliyordu. Danimarka vapurlarının karşısındaki bir kafeye gidip günün menüsünden yedi. Sipariş vermeden önce ne kadar parası olduğunu kontrol etti. Yarın bankaya gitmesi gerekiyordu, bin kronu daha vardı. Ayın geri kalanında idare ederdi. Yahni yiyip su içti.

      Saat bire doğru yola koyuldu. Güneybatıdan yeni fırtınalar geliyordu. Eve gitmeye karar verdi. Ama babasının banliyösüne giden bir otobüs görünce ona bindi. Birkaç saat de olsa babasının bavullarını toplamasına yardım edebilirdi.

      Evde tarif edilemez bir karışıklık vardı. Babası eski bir gazeteyi okuyordu. Kafasında yırtık, eski bir hasır şapka vardı. Wallander’e şaşkınlıkla baktı.

      “Bıraktın mı?” diye sordu.

      “Neyi bıraktım mı?”

      “Mantıklı olanı yapıp polisliği bıraktın mı?”

      “Bugün izinliyim,” dedi Wallander. “Ayrıca konuyu tekrar açmanın anlamı yok. Asla anlaşamayacağız bu konuda.”

      “1949’dan kalma bir yazı buldum,” dedi. “İlgimi çekti.”

      “Yirmi yılı geçmiş gazeteleri okumak için gerçekten zamanın var mı?”

      “O zamanlar bunu okumaya vaktim olmamıştı,” dedi babası. “Her şey bir yana, bütün gün çığlık atmaktan başka hiçbir şey yapmayan iki yaşında bir oğlum vardı. Bu yüzden ancak şimdi okuyorum.”

      “Toplanmana yardım ederim diye düşünmüştüm.”

      Babası porselenlerle dolu bir masayı işaret etti.

      “Bu şeylerin kutulara konması gerekiyor,” dedi. “Ama düzgün yapmalısın, hiçbir şey kırılmasın. Kırık bir tabak bulursam yenisini almak zorunda kalırsın.”

      Babası gazetesine döndü. Wallander montunu astı ve porselenleri toplamaya başladı. Tabakları çocukluğundan hatırlıyordu, özellikle de kenarında küçük bir kırık olan kupayı çok net hatırlayabiliyordu. Babası bir sayfa daha çevirdi.

      “Nasıl hissettiriyor?” diye sordu Wallander.

      “Ne, nasıl hissettiriyor?”

      “Taşınmak.”

      “İyi. Değişiklik güzeldir.”

      “Hâlâ evi görmedin mi?”

      “Hayır, ama iyi olacağına eminim.”

      Wallander, babam ya deliriyor ya da bunuyor ama yapabileceğim hiçbir şey yok, diye düşündü.

      “Hani Kristina gelecekti?” dedi.

      “Alışverişe çıktı.”

      “Onu görmek isterdim. Neler yapıyormuş?”

      “İyi. Mükemmel bir adamla tanışmış.”

      “Buraya mı getirdi?”

      “Hayır ama bana sesinden iyi biri gibi geldi. Muhtemelen yakında onun sayesinde torun sahibi olabileceğim.”

      “Adı ne? Ne iş yapıyor? Bütün bunları tek tek sormam mı gerekiyor?”

      “Adı Jens, diyaliz araştırmacısı.”

      “O da ne?”

      “Böbrek, daha önce duyduysan eğer. Bir akademisyen, ayrıca küçük hayvanları avlamayı seviyor. Bana mükemmel bir adam gibi geldi.”

      Tam o anda Wallander bir tabak düşürdü. İkiye bölündü. Babası gazeteden başını kaldırmadı.

      “Bu sana pahalıya patlar,” dedi.

      Wallander’e bu kadarı yetmişti. Montunu alıp tek kelime etmeden çıktı. Österlen’e asla gitmeyeceğim, diye düşündü. Bir daha asla onun evine adımımı atmayacağım. Bu adama bunca yıl nasıl katlandım anlamıyorum ama yetti artık.

      Farkında olmadan yüksek sesle konuşmaya başlamıştı. Rüzgâra karşı bisikletle giden biri gözünü dikmiş ona bakıyordu.

      Wallander eve gitti. Hålén’in dairesinin kapısı açıktı. İçeri girdi. Yalnız bir teknisyen kül kalıntılarını topluyordu.

      “Bitirdiğinizi sanıyordum,” dedi Wallander şaşırarak.

      “Sjunnesson titiz çalışır,” diye yanıtladı teknisyen.

      Konuşmanın devamı gelmedi. Wallander tekrar merdiven boşluğuna çıkıp kendi kapısının kilidini açtı. Aynı anda Linnea Almquist binaya girdi.

      “Ne kadar korkunç,” dedi. “Zavallı yalnız adam.”

      “Görünüşe göre bir kadın arkadaşı varmış,” dedi Wallander.

      “Buna pek inanmıyorum,” dedi Linnea Almquist. “Olsaydı fark ederdim.”

      “Eminim ederdin,” dedi Wallander. “Ama galiba burada buluşmuyorlarmış.”

      “Ölüler

Скачать книгу