Huzursuz Adam. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль страница 2
Wallander’in hayat felsefesi aslında oldukça basitti. Yaşlanarak dünyadan kopuk, sadece kızı ve hâlâ hayatta olduğunu arada bir hatırlayan meslekten eski bir arkadaşının ziyaret ettiği, tek başına kalmış aksi bir bunak olmak istemiyordu. Dini inancı ise, karanlık Styx Nehri’nin1 öte tarafında onu bekleyen bir şeylerin olduğuna kendisini ikna edemeyecek kadar zayıftı. Bir zamanlar içinden çıkıp geldiği aynı karanlığa dönecekti bir gün. Ellinci doğum gününe kadar hep belli belirsiz bir ölüm korkusuyla yaşamış, bir ölü olarak geçirilecek sürenin bir ömürden daha uzun olduğu sözü2 neredeyse kendi görüşü hâline gelmişti. O güne dek çok fazla sayıda ceset görmüştü. İfadesiz yüzlerinden onların cennete gittiklerini söylemek zordu. Diğer polisler gibi kendisi de her türlü ölüm şekliyle karşılaşmıştı. Emniyette bir parti verip, kesilen pastadan sonra eski müdür Liza Holgersson’un yaptığı çok süslü ama bir sürü boş lafla dolu bir konuşmayla kutlanan ellinci doğum gününün hemen ardından gidip kendine yeni bir dizüstü bilgisayarı almış ve başından geçen ölüm vakalarında karşılaştığı bütün cesetlerle ilgili aklında kalanları not etmeye başlamıştı. Çok zahmetli bir işti ve neden böyle bir şeye kalkıştığını kendi de bilmiyordu. En sonunda, kırk yaşlarında, akla gelebilecek her türlü derdi olan problemli bir uyuşturucu bağımlısından bahsettiği onuncu intihar vakasına geldiğinde pes etti. Adam kendini yaşadığı o uğursuz evin çatı katında asmıştı; infazını, sallanırken boynu kırılıp, yavaş yavaş boğularak ölmek zorunda kalmayacak şekilde hazırlamıştı. Adı Welin’di. Patoloji uzmanı doktor, intihar eden adamın amacında başarılı olduğunu, böylelikle aynı zamanda yetenekli bir infazcı olduğunu da ortaya koyduğunu söylemişti. Bu işin ardından Wallander, intihar vakalarını bir kenara bırakıp, aptal gibi birkaç saatini de ölü olarak bulduğu gençlerle çocukları hatırlamaya çalışarak geçirdi ve kısa bir süre sonra bunu da bıraktı. Çirkin bir tarafı vardı bunun. Sanki yaptığı sapıkça, aykırı, yasa dışı bir şeymiş gibi giriştiği işten utanıp bilgisayarını yakarak yok etti. Normalde neşeli bir insandı aslında; sadece bir anlık, kişiliğinin başka bir yüzünün ortaya çıkmasına izin vermişti.
Ölüm, her dakika beraber olduğu bir refakatçiydi. Görev başında adam öldürdüğü de olmuştu ama ardından açılan soruşturmada, gereksiz yere şiddet uygulamadığı ortaya çıkmıştı.
İki kişiyi öldürmüş olduğu gerçeği, ölene dek vebalini boynunda taşıyacağı bir acıydı. Eğer yüzü çok az gülüyorsa bu katlanmak zorunda olduğu şeyler yüzündendi.
Derken bir gün çok önemli bir karar verdi. Löderup yakınlarında bir kasabaya gitmişti; babasının bir zamanlar oturduğu bölgeye yakın bir yerdi burası, başından tatsız bir hırsızlık olayı geçen bir çiftçiyle konuşması gerekiyordu. Dönüşte, Ystad’a gelirken, tali yol üstünde satılık ev ilanı veren bir emlakçı tabelası gördü.
Birden karar verip aniden arabayı durdurdu, geri döndü ve adrese giden yola saptı. Daha arabadan çıkmadan evin bakıma ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Müstakil olan ev ilk yapıldığında U şeklinde inşa edilmiş olduğu belliydi; alt yarısı ahşap kaplamaydı ama bugün evin bir kanadı yoktu, yanmıştı belki. Etrafını dolaştı. Sonbaharın ilk günlerinden biriydi. Başının üstünden uçarak güneye göç eden bir kaz sürüsü gördüğünü hâlâ hatırlıyordu. Pencereden içeri baktı, bir süre inceledikten sonra aslında sadece çatının onarıma ihtiyacı olduğunu anladı. Manzarası mükemmeldi; uzaklarda denizi seçebiliyordu ve hatta Polonya’dan Ystad’a sefer yapan feribotlardan biri bile görünüyordu. 2003 Eylül’ünün o öğleden sonrası, şehir dışında o ücra yerde bulduğu bu eve duyduğu aşkın başlangıcı olmuştu.
Doğruca Ystad’ın merkezine, emlakçının ofisine sürdü arabasını. Eve istenilen fiyat, taksitlerini karşılayabileceği kadardı. Ertesi gün pazarlık için yeniden emlakçıya gitti. Adam, taramalı tüfek gibi hızlı konuşan genç biriydi; başka bir evrende yaşıyordu sanki. Evin bir önceki sahiplerinin Stockholm’den Skåne’ye taşınan genç bir çift olduğunu söyledi ama taşınmalarının ardından, daha eve eşya almaya bile vakit bulamadan ayrılmaya karar vermişlerdi. Yine de bu boş evin duvarlarına sinmiş, kendisini korkutan bir şeyler yoktu. Ayrıca en önemli olan o konuda da hiç pürüz yoktu: İstediği an taşınabilirdi. Çatı daha bir iki sene dayanırdı; tek yapması gereken odalardan bazılarını yeniden döşemek, belki banyoya yeni bir küvet koydurmak ve mutfağa da yeni bir fırın almak olacaktı. Termosifon taş çatlasa on beş yıllıktı ve evin geri kalan boru döşemeleriyle elektrik donanımının durumu da bundan farklı değildi.
Oradan ayrılmadan önce Wallander başka alıcıların olup olmadığını sordu. Emlakçı bir kişinin olduğunu söyledi. Bariz şekilde endişelenmiş gibi davranıyordu, sanki evi gerçekten Wallander’in almasını istiyor ama bir an önce karar vermesinin de iyi olacağını ima ediyordu. Oysa Wallander’in böyle bir oldu bittiye getirilmeye niyeti yoktu. Kardeşi müteahhit olan iş arkadaşlarından biriyle görüştü ve hemen ertesi gün gelip evi inceleyerek durum tespiti yapması için bir bilirkişi ayarlardı. İncelemesi bittikten sonra adam da evde Wallander’in kendi tespitinden farklı bir şey bulamamıştı. Aynı gün içinde birikimlerini koruduğu bankanın müdürüyle görüşüp, evi satın alabilmesi için yeterli miktarda ipotekli kredi verilebileceğini öğrendi. Wallander, Ystad’da geçirdiği yıllarda, nerede kullanacağını bilmeden bir kenara para koyup birikim yapmıştı; bu da evin peşinatını ödemeye yetecekti.
O gece evde mutfak masasında oturup temiz bir hesap yaptı. Durum ciddi ve kayda değerdi. Gece yarısı olduğunda artık kararını vermişti: Kara Tepeler adı verilmiş o inanılmaz dramatik isimli evi alacaktı. Saat geç olmasına rağmen kızı Linda’yı aradı. Linda, Malmö otoyoluna yakın, yeni yapılan sitelerde oturuyordu. Genç kadın hâlâ uyanıktı.
“Hemen çık gel,” dedi Wallander heyecanla. “Sana haberlerim var.”
“Neymiş? Gecenin bu saatinde?”
“Yarın izin günün olduğunu biliyorum.”
Birkaç yıl önce Mossby Sahili’nde, kumsalda yaptıkları bir yürüyüş sırasında, Linda’nın kendi izinden giderek polis teşkilatına katılacağını söylemesi ona tam bir sürpriz olmuştu. Anında neşesinin yerine geldiğini hatırlıyordu. Sanki kızının verdiği bu karar, polis memuru olarak geçen yıllarına yeni bir anlam kazandırmıştı. Linda eğitimini tamamladıktan sonra Ystad Emniyeti’ne atanmıştı. İlk birkaç ayı Wallander’in yanında Maria Caddesi’nde bir apartman dairesinde geçirmişlerdi. Şartlar aslında çok ideal değildi; kendisinin belli bir yaşam tarzı vardı, ayrıca kızının büyüdüğünü kabullenmesi de çok güç oluyordu. Sonrasında Linda kendine küçük bir apartman dairesi bulup taşınınca sürtüşmeleri sona ermişti.
Sabahın ilk saatlerinde kızı çıkageldiğinde ona planlarını anlattı. Ertesi gün birlikte bakmaya gittiklerinde kızı evi görünce çok beğendini söylemişti. Başka hiçbir ev bu kadar uygun olamazdı; belki sadece şu denize inen hafif eğimli yokuşun tepesinde olan, toprak yolun ucundaki diğer ev dışında.
“Büyükbabam gaipten gelip seni bulacak,” dedi şakayla. “Ama korkmana gerek yok.
1
Ç. N. Styx Nehri. Yunan mitolojisinde Cehennem nehri. (Sırat köprüsü; İslam dini ve Zerdüştlük inancına göre Cehennem üzerine kurulu dar, geçilmesi zor köprü.)
2
Ç. N.