Huzursuz Adam. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль страница 6

Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

evlenmemizi çok istiyor,” dedi kızı. “Sen de başlamazsan eğer çok sevinirim. Birbirimize göre olup olmadığımızı bekleyip görmek istiyoruz.”

      “İyi de bebeğiniz olacak?”

      “Problem değil ama birbirimize ömrümüzün sonuna kadar katlanacak olmamız başka bir mesele.”

      Kızı gitmişti. Wallander onun çizmelerinin yerde çıkardığı hızlı tempolu ayak seslerini dinledi arkasından. Kızımı tanımıyorum, diye düşündü. Tanıdığımı sandığım bir dönem oldu ama şimdi görüyorum ki bana giderek daha da yabancılaşıyor.

      Pencerenin yanında durup eski su kulesini, güvercinleri, ağaçları, dağılan bulutlar arasından yüzünü gösteren mavi gökyüzünü seyretti. Kendini oldukça huzursuz hissediyordu; etrafında müthiş bir kasvet havası vardı. Belki de kasvet kendi içindeydi? Sanki kumları usul usul azalmakta olan bir kum saatine dönüşüyordu. Güvercinleri ve ağaçları, üstüne çöken his geçene kadar seyretmeye devam etti. Sonra yeniden masasına dönüp yine azimle, koca bir yığın hâlinde birikmiş önündeki raporları okumaya devam etti.

* * *

      Wallander Noel’i Linda’nın ailesiyle birlikte geçirdi. Henüz adı konmamış kız torununu hayranlık ve ölçülü bir mutluluk duygusu içinde izliyordu. Linda ısrarla kızının kendisine benzediğini söylüyordu, özellikle de gözleri diyordu ama Wallander ne kadar çabalasa da bir benzerlik göremiyordu.

      Noel gecesi hep beraber oturmuş şaraplarını yudumlarken, “Ona bir isim verilmeli,” diye önerdi.

      “Zamanı gelince,” diye karşılık verdi Linda.

      Hans, “İsminin bugünlerde kendiliğinden belli olacağını düşünüyoruz,” dedi.

      “Bana neden Linda dediniz?” diye sordu kızı durup dururken. “Nereden geliyor?”

      “Bu konuda suçu bana atabilirsin,” dedi Wallander. “Mona sana başka bir isim vermek istemişti, neydi artık hatırlamıyorum ama benim için sen ta başından beri bir Linda idin. Büyükbaban ise sana Venüs adı verilmesi gerektiğini düşünüyordu.”

      “Venüs mü?”

      “Biliyorsun, her zaman aklı pek yerinde değildi. Neden, ismini beğenmiyor musun?”

      “İsmim güzel,” dedi kızı. “Ayrıca merak etmene gerek yok. Eğer evlenirsek soyadımı değiştirmeyeceğim. Hiçbir zaman Linda von Enke olmayacağım.”

      “Belki ben Wallander olsam iyi olacak,” dedi Hans. “Ama bizimkilerin bundan hoşlanacağını pek sanmam.”

      Sonraki birkaç gün boyunca Wallander zamanını geçmiş yıllarda biriken bütün evrakları ayıklayıp düzenlemekle geçirdi. Bunu yapmayı çok önceden beri bir alışkanlık edinmişti: eski yıl henüz bitmeden, gelecek yıla doğru ilerlerken sonradan birikecek bütün yeni yığıntıya yer açmak.

      Silah soygunu davasında mahkeme kararının ilan edildiği akşam Wallander evde film izlemeye karar verdi. Uydu anten taktırmıştı ve artık pek çok film kanalını izleyebiliyordu. Beylik tabancasını eve getirmişti, temizlemeye niyetliydi. Atış talimlerinde gerilerde kalmıştı; en geç şubat başına doğru bir teste girmesi gerekiyordu. Yazı masasındaki işler henüz sona ermemişti ama acil bitirilmesi gereken bir şey yoktu. Fırsatı güzel değerlendireyim, diye düşündü. Bu gece film izleyebilirim, yarın böyle bir fırsatım olmayabilir.

      Ama eve gelip Jussi’yi gezintiye çıkardıktan sonra kendini yeniden huzursuz hissetmeye başladı. Etrafı boş arazilerle çevrili tabiatın içindeki bu yeni evinde bazen bir terk edilmişlik duygusuna kapılıyordu. Bir gemi enkazı gibi, diye düşündüğü oluyordu. Bütün bu kahverengi balçık arazinin ortasında karaya oturdum. Huzursuzluk hissi normalde kısa sürerdi ama bu gece ısrarcıydı. Mutfakta oturup yaydığı eski bir gazete üstünde tabancasını temizledi. İşi bitirdiğinde saat hâlâ akşamın sekiziydi. Nereden aklına estiyse birden kararını verip üstünü değişti ve tekrar arabayla Ystad’a geri döndü. Şehir merkezi de bu saatlerde hep böyle ıssız olurdu, özellikle de hafta içi akşamlarında. En fazla iki üç restoran veya bar açık olurdu. Wallander arabasını park edip meydandaki restorana gitti. İçerisi neredeyse bomboştu. Köşe masaya geçti ve bir mezeyle yanına bir şişe şarap ısmarladı. Yemeği beklerken birkaç kadeh devirdi. Kafasını biraz boşaltmak istediği için hızlı içtiğini söyleyip kendi kendini avutuyordu. Yemek geldiğinde çoktan sarhoş olmuştu.

      “Burası ölü gibi,” dedi Wallander. “Herkes nerede?”

      Garson omuz silkti.

      “Burada olmadıkları kesin,” dedi. “Afiyet olsun.”

      Wallander yemeğinden sadece bir iki çatal aldı. Elini cebine atıp telefonunu çıkardı ve fihristinden numaraları yuvarlamaya başladı. Birisiyle konuşmak istiyordu. Ama kiminle? Sonra kimsenin sarhoş olduğunu çakmasını istemediğinden telefonu da bıraktı. Şarap şişesi boşalmıştı ve yeterince içmişti; yine de garson gelip kendisine kapatmak üzere olduklarını söylediğinde bir fincan kahve ile yanında bir kadeh konyak daha ısmarladı. Ayağa kalktığında artık yalpalıyordu. Garson bezgin gözlerle baktı ona.

      “Taksi,” dedi Wallander.

      Garson barın yanında, duvardaki telefondan taksi çağırdı. Wallander sağa sola sendelediğini hissediyordu. Garson ahizeyi yerine koyup başıyla tamam işareti yaptı.

      Dışarı çıktığında yüzüne buz gibi bir rüzgâr çarptı. Takside arka koltuğa geçip oturdu ve araba evinin yoluna saptığında neredeyse sızmak üzereydi. Giysilerini çıkarıp yerde bir küme hâlinde bıraktı ve uzanır uzanmaz da uyuyakaldı.

* * *

      Wallander’in uykuya dalışından yarım saat sonra bir adam aceleyle emniyetin yolunu tutuyordu. Gergindi; o gece nöbetçi olan memuru görmek istediğini söyledi. Karşısına Martinson çıktı.

      Adam garson olduğunu açıkladı. Sonra da Martinson’un önüne bir naylon torba koydu. İçinde bir silah vardı, tıpkı Martinson’un kendi silahının benzeriydi.

      Garson müşterinin adını bile biliyordu çünkü Wallander şehirde iyi tanınırdı.

      Martinson bir suç bildirim formu doldurdu, sonra da orada oturup uzun uzun tabancayı seyretti.

      Wallander nasıl olur da beylik tabancasını bir yerde unutabilirdi? Ve onu restorana yanında neden götürmüştü?

      Saate göz attı, gece yarısını henüz geçmişti. Aslında hemen Wallander’i araması gerekiyordu ama yapmadı.

      Bu görüşme yarını bekleyebilirdi. Yapmaya can attığı bir görüşme olduğu söylenemezdi.

      3

      Wallander ertesi gün emniyete geldiğinde ön büroda Martinson’dan kendisini bekleyen bir mesaj olduğunu gördü. İçinden küfretti. Dünden kalmaydı, kendini hasta hissediyordu ama Martinson gelir gelmez kendisini görmek istediyse bu, Wallander’in mutlaka ilgilenmesi gereken bir durum olduğu anlamına gelirdi ama keşke birkaç gün sonra olsaydı, diye geçirdi içinden, ya da en azından birkaç saat sonra. Şu an tek istediği şey, odasına

Скачать книгу