Huzursuz Adam. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль страница 8

Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

bir kanepe ile aynı döşemeden koltukların çaba harcanarak ofise sığdırılmaya çalışıldığı belliydi. Wallander oturdu. Mattson eğer atlatması mümkünse asla sohbet başlatmama gibi bir teknik geliştirmişti, hatta görüşmek için davet eden kişi kendisi bile olsa. Ulusal Polis Teşkilatı’ndan gelen bir uzmanın, Stockholm’e geri dönmeden önce, Mattson ile aralarında tek kelime bile edilmeden yarım saat boyunca sessiz oturduklarına dair söylentiler vardı.

      Wallander hiçbir şey konuşmayarak Mattson’u zorlama fikriyle eğlendi bir süre ama bu sadece kendini daha da kötü hissetmesine neden olurdu. Oysa ortamın havasını en kısa zamanda temizlemesi gerekiyordu.

      “Olanlar için ne kadar özür dilesem az,” diye başladı. “Durumun savunulacak bir tarafı olmadığını kabul ediyorum ve kurallar hangi disiplin cezasını icap ettiriyorsa onu uygulamak durumunda olduğunuzu anlıyorum.”

      Makineli tüfek gibi sıralayışına bakılırsa Mattson’un sorularını önceden hazırladığı belliydi.

      “Daha önce böyle bir şey oldu mu?”

      “Silahımı bir restoranda bırakmak mı? Elbette hayır!”

      “Alkol probleminiz var mı?”

      Bu soru Wallander’in kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Mattson böyle bir fikre de nereden kapılmıştı?!

      “İçkiyi keyfi tüketirim,” dedi Wallander. “Gençken hafta sonları iyi içtiğimi söyleyebilirim ama artık bunu yapmıyorum.”

      “Ama yine de hafta içi bir akşam dışarı çıkıp kafayı çekmeye gittiniz?”

      “Kafayı çekmeye gitmedim. Ben yemeğe gittim.”

      “Bir şişe şarap ve kahveyle konyak?”

      “Ne içtiğimi çoktan biliyorsanız niye soruyorsunuz? Ama ben buna kafayı çekmek demem. Bu ülkedeki aklı başında normal hiçbir insan bunu böyle görmez. Kafayı çekmek birbiri ardına şnaps veya votkayı yuvarlamak demektir, genellikle doğruca şişeyi kafaya dikerek ve sadece sarhoş olmak için yapılır, başka bir şey için değil.”

      Mattson bir sonraki sorusunu sormadan önce biraz düşündü. Wallander onun tiz sesine sinir olmuştu ve karşısındaki adamın arazi polisliğinin ne demek olduğunu, insanın başına ne korkunç şeyler gelebileceğini bilip bilmediğini merak etti.

      “Yaklaşık yirmi yıl önce alkollü araç kullanırken bir arkadaşınıza yakalanmışsınız. Olayı örtbas etmişler ve sonunda bir şey olmamış ama bugün çok daha kötü bir durumun meydana gelmesine neden olan, gizlemeye çalıştığınız gerçek bir alkol probleminiz var mı, anlamak zorundayım.”

      Wallander o olayı çok iyi hatırlıyordu. Malmö’deydi ve Mona ile akşam yemeği yemişlerdi. Boşanmalarından sonra, hâlâ onu kendisine dönmeye ikna edebileceğini düşündüğü zamanlardı. Ama yemeğin sonunda tartışmışlar ve kadını restoranın önünden tanımadığı bir adamın gelip aldığını görmüştü. Öyle kıskanmış ve bozulmuştu ki bütün sağduyusunu yitirmiş ve bir otelde gecelemek ya da arabada uyumak yerine eve dönmek üzere yola çıkmıştı. Onu eve polis arkadaşları getirmiş, arabasını da onlar park etmişlerdi ve daha sonra bu olaydan bir daha bahsedildiğini duymamıştı. O gece kendisini alkollü yakalayan memurlardan biri artık yaşamıyordu, diğeri de emekliydi ama dedikoduların hâlâ dinmediği belliydi. Bu duruma şaşırdı.

      “Bunu inkâr etmiyorum ama dediğiniz gibi bu yirmi yıl önceydi; ve sizi temin ederim alkol problemim yok. Hafta içi bir akşam yemeği dışarıda yemeyi tercih ettiysem bunun benden başkasını neden ilgilendirdiğini anlamıyorum.”

      “Yine de gerekli adımları atmak durumundayım. Henüz kullanmadığınız tatiller olduğundan ve şu aralar önemli bir soruşturma işinde olmadığınızdan, size bir haftalık izne çıkmanızı öneririm. Bir iç soruşturma yapılacak, elbette. Şimdilik bütün söyleyeceğim bu kadar.”

      Wallander ayağa kalktı. Mattson oturmaya devam ediyordu.

      “İlave etmek istediğiniz bir şey var mı?” diye sordu.

      “Hayır,” dedi Wallander. “Önerinizi yerine getireceğim. Biraz izin kullanacağım ve eve döneceğim.”

      “Silahınızı burada bıraksanız iyi olur.”

      “Ben aptal değilim,” dedi Wallander. “Ya da sorumsuz.”

      Wallander ofisine dönüp ceketini aldı. Ardından garaja inip emniyetten ayrılarak eve doğru yola çıktı. Dünkü rezillikten sonra kanında hâlâ alkol olduğunu tahmin ediyordu ama işler daha da kötüleşemeyeceğinden arabayı sürmeye devam etti. Poyrazdan sert bir rüzgâr esiyordu. Wallander arabadan evin kapısına yürürken soğuktan titredi. Jussi kulübesinin içinde dört dönüyordu ama Wallander’in onu gezdirmeyi düşünecek hâli bile yoktu. Soyundu, uzandı ve uyudu. Tekrar uyandığında saat öğle on ikiydi. Hiç kıpırdamadan gözleri açık hâlde yatmaya devam etti; rüzgârın evin duvarlarını döven uğultusunu dinledi.

      Bir şeylerin yolunda olmadığı duygusu yine kendisini huzursuz etmeye başlamıştı. Sanki üstüne bir gölge gibi gelip çöreklenmişti. Uyandığı zaman tabancasının yanında olmadığını nasıl olur da fark etmezdi? Sanki bir başkası kendi yerine eylemler gerçekleştirmiş, sonra da neler olduğunu hatırlamaması için zihninin şalterini kapatmıştı.

      Kalkıp giyindi; midesi hâlâ bulanıyordu ama yine de bir şeyler yemeğe çalıştı. Bir kadeh şarap koymak geçti içinden ama tuttu kendini. Linda aradığında bulaşıkları yıkıyordu.

      “Yoldayım,” dedi kızı. “Sadece evde misin diye kontrol ediyordum.”

      Linda onun bir şey demesine fırsat bırakmadan telefonu kapatmıştı. Yirmi dakika sonra uyuyan bebeği de yanında çıkageldi. Babasının Ystad’a taşındığı yıl aldığı kahverengi deri kanepeye geçip onun karşısına oturdu. Bebek kendi yanındaki sandalyenin üstünde, portbebenin içinde uyuyordu. Kurt, bebeği sormak istiyordu ama Linda başını iki yana salladı. Sonra konuşurlardı, şimdi değil; her şey sırasıyla yapılmalıydı.

      “Neler olduğunu duydum,” dedi. “Ama nedense hiçbir şey bilmiyormuş gibi hissediyorum.”

      “Martinson mu aradı?”

      “Evet, seninle görüştükten sonra beni aramış. Bütün bunlar onu çok üzmüş.”

      “Benim kadar üzülmüş olamaz,” dedi Wallander.

      “Bana bilmediklerimi anlat.”

      “Buraya beni sorguya çekmek için geldiysen gidebilirsin.”

      “Ben sadece bilmek istiyorum. Böyle bir şey yapacağını düşündüğüm en son kişisin.”

      “Kimse ölmedi,” dedi Wallander. “Yaralanan bile olmadı. Ayrıca herkes her şeyi yapabilir. Bunu bilecek kadar uzun yaşadım ben.”

      Sonra da kızına bütün hikâyeyi anlattı, kendisini ta başta evden çıkmaya zorlayan huzursuzluğundan, silahı yanına

Скачать книгу