Huzursuz Adam. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль страница 3
İki hafta sonra bir köpek aldı. Siyah, yavru bir Labrador. Tam olarak safkan değildi ama sahibi onun yine de iyi bir cins olduğunu söylemişti. Wallander köpeğe Jussi adını vermeye daha önceden karar vermişti. Jussi, kendisinin de büyük hayranlık beslediği dünyaca ünlü İsveçli tenorun adıydı.
Evi alışının üstünden neredeyse dört yıl geçtikten sonra, 12 Ocak 2007’de Wallander’in hayatı bir anda değişti.
Çevrede bir gören yokken ardından bakıp izlemekten zevk aldığı Kristina Magnusson’un birkaç adım peşinden gitmek üzere tam koridora çıkarken ofisinde telefon çaldı. Önce aldırmamayı düşündü ama sonra dönüp yeniden içeri girdi. Arayan Linda’ydı. Hane içi şiddet ve saldırı vakalarıyla Ystad’ın her zamankinden farklı bir hareketlilik içinde olduğu yeni yıl gecesinde mesai yapmış olduğu için birkaç günlük izni olduğunu söylüyordu.
“Bir dakikan var mı?”
“Yok aslında. Büyük bir olayın faillerini tespit etmek üzereydik.”
“Seni görmem gerekiyor.”
Wallander kızının sesinden gergin olduğunu fark etti. Endişelendi hemen, eskisi gibi başına bir şey geldiğini düşündü.
“Ciddi bir durum mu var?”
“Hayır, hiç değil.”
“Seninle saat birde buluşabilirim.”
“Mossby Sahil Plajı’na ne dersin?”
Wallander kızının dalga geçtiğini sandı.
“Mayomu da getireyim mi?”
“Ben ciddiyim. Mossby Sahili. Ama mayo yok.”
“Dışarıda buz gibi rüzgâr eserken bu havada oraya gidip ne yapacağız?”
“Saat birde orada olacağım. Sen de öyle!”
Genç kadın telefonu onun bir şey sormasına fırsat bırakmadan kapatmıştı. Linda ne istiyordu acaba? Orada bir süre dikilip bir cevap bulmaya çalıştı. Ardından, merkezin en iyi televizyon donanımına sahip konferans salonuna gitti; orada oturup iki saat boyunca eski bir silah kaçakçısı ile karısına karşı ölümle sonuçlanan saldırı ve soygunla ilgili üstünde çalıştıkları vakanın güvenlik kamerası görüntülerini izledi. Saat yarıma gelirken, işin henüz sadece yarısını halledebilmişlerdi. Wallander ayağa kalktı; bantların geri kalanını saat ikiden sonra izleyebileceklerini söyledi. Ystad’da en uzun süreli birlikte çalıştığı memurlardan olan Martinson şaşkınlıkla ona bakıyordu.
“Yani şimdi bırakalım mı diyorsun? Bu kadar çok iş varken? Sen genellikle öğle yemeği arası vermezsin.”
“Yemeğe gitmiyorum. Bir randevum var.”
Odadan çıktı; sesinin gereksiz yere sert çıktığını düşünüyordu. Martinson ile sadece iş arkadaşı değil, aynı zamanda dosttular. Löderup’ta yeni evine taşındığı için parti verdiği zaman, yeni evi, köpeği ve kendisi için övgü dolu konuşmayı yapan elbette ki Martinson olmuştu. Biz iki yaşlı, çok çalışan bir ekip gibiyiz, diye düşündü emniyetten çıkarken. Birbirini tetikte tutmak için sürekli didişen yaşlı bir çift gibi.
Arabasına yürüdü; son dört yıldır kullandığı bir Peugeot’ydu; ve oradan ayrıldı. Bu yoldan kim bilir kaç kez geçtim? Ve daha kaç kez geçeceğim? Kırmızı ışığın değişmesini beklerken hiç görmediği bir kuzeni hakkında babasının söylediği bir şey geldi aklına. Kuzeni, Stockholm’deki adacıklar arasında sefer yapan bir feribotun kaptanıydı. Kısa seferlerdi bunlar, her biri beşer dakikalıktı ama yıllarca hep aynı güzergâhta gidip gelirdi. Ekim ayının bir öğleden sonrasında, adam birden içinden gelen bir duyguyla rotasını değiştirmişti. Feribot tıka basa doluydu ama kuzeni gemiyi dosdoğru açık denize sürmüştü. Sonrasında verdiği ifadede, feribotun yakıt deposunda kendisini Baltık devletlerinden birine götürecek kadar mazot olduğunu bildiğini söylemişti. Öfkeli yolcular tarafından baskı altına alınmış, sahil güvenlik yetişip onu yeniden rotasına sokmuştu ama adam sonrasında sadece bu kadarını söylemiş, neden böyle davrandığını ise hiç açıklamamıştı.
Tuhaf bir sezgiyle Wallander kuzenini anladığını hissediyordu.
Arabasıyla sahil kıyısı boyunca batı yönünde ilerlerken, ufukta kapkara fırtına bulutlarının toplandığını gördü. Radyo akşama daha fazla kar yağabileceğinin uyarısını yapıyordu. Marsvinsholm’e sapan yan yola varmadan önce bir motorsiklet onu solladı. Motorsikletli yanından geçerken el sallamış, Wallander’in de aklından ister istemez kendisini en korkutan şey geçmişti: Linda’nın başına bir gün bir motorsiklet kazasının gelebileceği. Kızı birkaç yıl önce yeni aldığı, gıcır gıcır, krom Harley-Davidson motorsikletiyle apartmanının önünde bitiverince pek şaşırmış, kaskını çıkarırken kızına sorduğu ilk şey, aklını kaçırıp kaçırmadığı olmuştu.
Linda kocaman, mutlu mutlu sırıtarak, “Hayallerimin hepsinden haberin yok işte!” demişti. “Tıpkı benim de senin içinden geçenleri bilmediğim gibi.”
“Benim motorsiklet hayal etmediğim kesin.”
“Çok yazık. Oysa birlikte gezebilirdik.”
Eğer motorsikleti bırakırsa ona bir araba alıp, bütün benzin parasını da kendi vermeyi teklif etmiş ama kızı geri çevirmişti. Wallander bu savaşı kaybettiğini biliyordu. Kızı inatçılığını kendisinden almıştı; ettiği teklif ne kadar cazip olursa olsun motorsikleti onun elinden asla alamayacağını biliyordu.
Mossby Sahili’nde ıssız ve rüzgârlı otoparka saparken kızının kaskını çıkarmış, saçları rüzgârla savrulurken bir kum tepeciğinin üstünde kendisini beklediğini gördü. Wallander motoru durdurdu ve oturduğu yerden bir süre, üstüne koyu renk deri giysi ile Kaliforniya’da bir mağazadan belki bir aylık maaşına denk paraya satın aldığı, pahalı botlar çekmiş kızını izledi. Bir zamanlar kucağımda oturan küçücük bir kızdı, diye düşündü; ve ben onun hayatının en büyük kahramanıydım. Artık otuz altı yaşında ve tıpkı benim gibi bir polis, kendi aklı var ve yüzünde mutlu bir gülümseme. Daha ne isterim?
Arabanın kapısını açıp rüzgâra çıktı; kızının yanına varana kadar yumuşak kum zeminde güçlükle yürüyerek ilerledi. Kızı onu görünce gülümsedi.
“Tam