İskoç masalları. Elizabeth W. Grierson
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İskoç masalları - Elizabeth W. Grierson страница 9
Kızı döver, bağlar,
Yerden yere fırlatırmış,
Her gün bir yara açar,
Elindeki parlak gümüş bir asaymış.
Romalı Julianus gibi,
Kimseden korkmazmış.
Kaderinde yazılmış birinin,
Düşmanı olacak kişinin,
Daha dünyaya gelmediğini söylerler,
Gelmesinin uzun sürmesini isterler.
Ama bu yaşlı çoban tekerlemenin sonunda bir nasihat vermiş. “Dikkatli ol yabancı,” demiş. “Önüne ilk çıkacak canavar sürüsüne dikkat et. Koyun, domuz, keçi… Bunların kimseye zararı dokunmaz. Ama ileride karşına çıkacak yaratıklara benzer bir şeyi ne görüp ne duymuşsundur. Onlar da zararsız sanma sakın.”
Genç adam, çobana, verdiği nasihatler için teşekkür edip yola koyulmuş. Çok geçmeden çok ürkütücü bir yaratık sürüsüyle karşılaşmış; bunlar, hayatı boyunca hayal bile edemeyeceği türden yaratıklarmış.
Her bir yaratığın üç tane kafası, her üç kafada da dörder tane boynuzu varmış. Yaratıkları gördüğünde o kadar ürkmüş ki arkasını dönüp olabildiğince hızla koşmaya başlamış.
Gidebildiği yere takatsız kalana kadar koşmuş da koşmuş. Ayaklarının onu bir adım daha ileri götüremeyeceğini düşündüğü sırada, karşısında kapıları sonuna kadar açık kocaman bir şato olduğunu görmüş.
Çok yorgun olduğundan hemen içeri girmiş. Şatonun çok ıssız duran muhteşem koridorlarında biraz dolandıktan sonra mutfağa varmış. İçeride, şöminenin yanında yaşlı bir kadın oturuyormuş.
Kadına bir geceliğine orada kalıp kalamayacağını sormuş. Çok uzun ve yorucu bir yolculuk geçirdiğinden kalacak bir yer bulması onu çok memnun edermiş.
“Burada kalabilirsin, ben sorun etmem, memnun olurum,” demiş yaşlı kadın. “Ama kendi iyiliğin için seni uyarıyorum, burası kalmak için çok kötü bir yer. Çünkü burası Kızıl Gaddar’ın şatosu. Kızıl Gaddar, çok acımasız ve korkunç olan üç başlı bir canavardır. Kadın erkek fark etmez, yanındaki kişiye acımaz.”
Genç adam, az önce kaçtığı korkunç canavarları hatırlamamış olsa tüm yorgunluğuna rağmen böyle tehlikeli bir evden kaçmaya çalışırmış. Hava da kararmaya başladığından, tekrar yola koyulursa o canavarlarla karşılaşacağından korkmuş. Bu yüzden yaşlı kadına, kendisini karanlık bir yerde saklaması ve Kızıl Gaddar’a şatoda olduğunu söylememesi için yalvarmış.
“Çünkü,” diye düşünmüş “sadece sabaha kadar burada kalırsam, bu korkunç yaratıklardan uzakta olurum ve sağ salim yola çıkarım.”
Böylece yaşlı kadın onu arka taraftaki merdivenlerin altındaki dolaba saklamış. Dolabın içinde yeterince yer olduğundan, içine rahatlıkla yerleşmiş.
Tam uykuya dalacakken yukarıdan gelen korkunç bir kükreme ve ayak sesi duymuş. Kızıl Gaddar eve gelmiş ve onun bir şey aradığı gün gibi ortadaymış.
Dehşete düşmüş oğlan canavarın aradığı şeyin ne olduğunu anlamakta gecikmemiş çünkü canavar mutfağa girip şimşek gibi gürleyen bir sesle bağırmaya başlamış;
Arıyorum bir dışarıda bir içeride
İnsan kokusu alıyorum bir yerlerde!
İster canlı olsun ister ölü olsun,
Akşam yemeğinde kalbi tabağımda dursun.
Canavarın zavallı oğlanın saklandığı yeri bulması uzun sürmemiş ve bulduğu gibi onu sertçe dışarıya çekmiş.
Oğlan elbette ki canını bağışlaması için ona yalvarmış ama canavar sadece gülmekle yetinmiş.
“Üç soruya cevap verebilirsen canını bağışlarım,” demiş canavar. “Eğer veremezsen kaybedersin.”
Üç sorudan ilki: “İlk önce İrlanda’da mı yoksa İskoçya’da mı ikamet edilmeye başlanmıştır?”
İkincisi: “Âdem yaratıldığında dünya kaç yıllıktı?”
Ve üçüncüsüyse: “İlk önce insanlar mı yoksa yaratıklar mı yaratıldı?”
Oğlan böyle konularda bilgili olmadığından ve çok kitap okumadığından sorulara cevap verememiş. Böylece canavar yanında taşıdığı tuhaf ve küçük bir çekiçle oğlanın başına vurup onu bir taş parçasına çevirmiş.
Diğer taraftan oğlanın küçük erkek kardeşi, ağabeyi gittiğinden beri her sabah sözünü tutup dikkatlice av bıçağını kontrol ediyormuş.
İlk iki gün bıçak parlak ve temiz görünmüş. Ama üçüncü günün sabahı çocuk, bıçağın mat ve paslanmış olduğunu görünce çok endişelenmiş. Birkaç dakika boyunca büyük bir dehşet içerisinde bıçağa bakmış ve ardından annesinin yanına koşup ona bıçağı göstermiş.
“Bu bıçağa bakınca ağabeyimin başına bir kötülük geldiğini anladım,” demiş. “Başına ne kötülük geldiğini anlamak için hemen yola koyulmalıyım.”
“İlk önce kuyuya gidip bana biraz su getirmen gerek,” demiş annesi. “Böylece yanında götürmen için sana bir kek yapabilirim, tıpkı ağabeyin gitmeden önce ona da yaptığım gibi. Ama ona söylediklerimin aynısını şimdi sana da söyleyeceğim. Kekin küçük ya da büyük olması bana getireceğin suyun miktarına bağlı olacak.”
Bunun üzerine çocuk tıpkı ağabeyinin yaptığı gibi bidonu alıp kuyuya doğru gitmiş. Öyle ki sanki kötü bir ruh ağabeyinin yaptıklarının aynısını yapması için onu yönlendiriyor gibiymiş. Çünkü o da eve az suyla dönmüş, o da kekin yarısı ve annesinin hayır duası yerine tüm keki ve annesinin bedduasını seçmiş. O da yola çıkıp koyunları güden çobanla karşılaşmış, ardından domuzları güden çobana, onun ardından da keçileri güden çobana rastlamış. Hepsi de ağabeyine söylediklerinin aynısını söylemiş ona. Yolda o vahşi yaratıklarla da karşılaşmış ve korkuyla koşup onlardan uzaklaşmış. Şatoya gitmiş ve yaşlı kadın onu da saklamış. Daha sonra Kızıl Gaddar saklandığı yeri bulmuş ve sorulara cevap veremediği için onu da taş bir sütuna çevirmiş.
Eğer iyi kalpli bir Peri olmasaymış o iki gence ne olduğu asla bilinemeyecekmiş ama neyse ki Peri her şeyi görmüş. Bir akşam diğer dul kadın ve oğlu akşam yemeği yerlerken Peri onlara görünüp zavallı iki gencin başından geçen hikâyeyi, onların Kızıl Gaddar adlı acımasız bir büyücü tarafından nasıl da birer taş sütuna çevrildiklerini anlatmış.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте