Mitler ve efsaneler. Неизвестный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mitler ve efsaneler - Неизвестный автор страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Mitler ve efsaneler - Неизвестный автор

Скачать книгу

esnada, Quicksilver ve Perseus perileri aramaya yola çıkmışlardı. Yaşlı hanımlar onlara çok bariz talimatlar vermişlerdi, böylece onları bulmak için çok uzun bir süre harcamamışlardı. Karabasan, Shakejoint ve Korkuluk’tan çok farklı görünüyorlardı; yaşlı olmalarına rağmen hâlâ genç ve güzeldiler. Kardeşler gibi tek bir göz yerine, her birinin Perseus’a dikkatlice baktığı, fazlasıyla parlak bir çift gözü vardı. Quicksilver’la tanışık gibi bir halleri vardı, arkadaşı Perseus’un üstlendiği vazifeden bahsedince, macera için gerekli malzemeleri vermekte hiç zorluk çıkarmadılar. İlk önce, geyik derisinden yapılmış ve incelikle işlenmiş küçük bir cüzdanı andıran bir şey getirdiler. Güvende tutacağına inanarak ona teslim ettiler. Bu sihirli cüzdandı. İkinci olarak topuklarında kanatları olan bir çift sandalet gösterdiler.

      “Giy bunları Persues,” dedi Quicksilver. “Yolculuğumuzun geri kalanında, arzu ettiğin kadar atik olduğu göreceksin.”

      Persues ayakkabılardan birini ayağına geçirdiği esnada, diğer teki hemen yanında duruyordu. Birden hiç beklenmedik bir şekilde ayakkabının tekinin kanatları açıldı, yerden havalanarak kanat çırpmaya başladı ve eğer Quicksilver zıplayıp da havada yakalayamasaydı muhtemelen uçup gidecekti.

      “Daha dikkatli olmalısın,” dedi ayakkabıyı Perseus’a geri verirken. “Eğer aralarına karışmış bir ayakkabı görürlerse, gökte uçan kuşlar korkabilir.”

      Perseus ikisini de ayaklarına geçirince, bir an önce adımlamak için heyecanlanmıştı. Bir adım attı ve ikincisi ve şuraya bakın! Quicksilver ve perilerin üstünde havaya yükseldi ancak aşağı nasıl ineceğini bulmakta bir hayli zorlandı. Kanatlı ayakkabılar ve diğer tüm uçan icatları idare etmek biraz alışana kadar çok zordu. Quicksilver arkadaşının bu istemsiz hareketine güldükten sonra ona fazla acele etmemesini ve görünmezlik şapkasını beklemesini söyledi.

      Tüyleri uçuşan, koyu renk sorgucu olan başlık, iyi kalpli perilerin elinde, kafasına takması için Perseus’u bekliyordu. Tam o esnada henüz size bahsetmediğim bir olay oldu. Başlığı kafasına giymeden bir saniye önce, elinde parıl parıl parlayan kalkanı, kemerindeki eğri büğrü kılıcı, altın gibi saç lüleleri ve kırmızı yanaklarıyla delikanlı Perseus ayakta duruyordu; canlılık ve cesaretle aydınlanmış gibi hazırda bekliyordu. Fakat başlığı kafasına koyar koymaz, Perseus ortadan kaybolmuştu! Havadan başka bir şey yoktu! Onu gizleyen başlık bile görünmez olmuştu!

      “Perseus, neredesin?” diye sordu Quicksilver.

      “Nasıl, buradayım elbette,” dedi Perseus oldukça sakin bir sesle. Sesi sanki şeffaf bir boşluktan geliyordu. “Az önce neredeysem yine oradayım. Beni görmüyor musun?”

      “Doğrusunu istersen, hayır!” diye cevapladı arkadaşı. “Başlığın altına gizlendin. Yani eğer ben seni göremiyorsam, Gorgonlar da göremez. Şimdi beni takip et de uçan ayakkabılarla birlikte ustalığını bir görelim.”

      Bu sözcüklerle birlikte, Quicksilver’ın şapkasının kanatları açıldı, sanki kafası omuzlarından uçup gidecek gibiydi. Fakat tüm vücuduyla yavaşça havaya kalktı ve Perseus da onu takip etti. Birkaç yüz fit yükseldikten sonra genç adam, bu sıkıcı yeryüzünü aşağıda bırakıp bir kuş gibi uçup gidebilmenin ne kadar da harika bir duygu olduğunu hissetmeye başladı.

      Gece iyice ilerlemişti. Perseus başını yukarı kaldırdı ve yuvarlak, parlak, gümüş renkli aya baktı, oraya doğru uçup gitmekten ve hayatını orada geçirmekten daha güzel bir şey olamayacağını düşündü. Sonra başını aşağı eğerek yeryüzüne baktı; denizleri ve gölleriyle, akıp giden gümüşi nehirleriyle, dağlarının karlı tepeleriyle, tarlalarda esen rüzgârıyla, öbek öbek gözüken ormanlarıyla, tüm etrafı kaplayan ay ışığının yansıdığı beyaz mermerden yapılma şehirleriyle yeryüzünün de, gökteki ay ya da parlayan bir yıldız kadar harikulade olduğunu gördü. Diğer her şeyin arasından annesinin yaşadığı Seriphus Adası’nı gördü sonra. Bazen o ve Quicksilver, gümüş renginde yumuşak tüyden yapılmış gibi gözüken bir buluta yaklaşıyor ve içine girdiklerinde kendilerini donmuş ve gri sisle nemlendirilmiş gibi hissediyorlardı. Bulutun içinden yeniden ay ışığına çıktıklarında uçuşları hızlanmıştı artık. Yükseklerde uçan bir kartal, görünmez Perseus’a doğru uçtu. En cesur olanlar meteorlardı, sanki gökte bir ateş yakılmış gibi parlayarak ay ışığını soluklaştırmışlardı.

      İki arkadaş ileri doğru uçarlarken, Perseus hemen yanında bir kumaş hışırtısı gibi bir şey hissetti. Diğer tarafta Quicksilver vardı ve o gayet görünür biçimdeydi.

      “Yanımda hışırtılarını duyduğum bu giysi kimin?” diye sordu Perseus.

      “Ah, o benim kız kardeşimin!” diye cevapladı Quicksilver. “Sana sözünü ettiğim gibi, bizimle geliyor. Kardeşimin yardımı olmazsa hiçbir şey yapamayız. Onun ne kadar bilge olduğunu bir bilsen. Öyle gözleri vardır ki! Görünmez olmana rağmen seni görebiliyor ve iddia ediyorum ki Gorgonları ilk keşfeden o olacak!”

      Havada uzun yolculuklarının devam ettiği esnada, birazdan üzerinde uçacakları koskoca okyanusu gördüler. Hemen altlarında dalgalar denizin ortasında gürültüyle çalkalanıyor, beyaz köpüklü dalgalar kulakları sağır eden bir kükremeyle karalara vuruyordu; ancak sesleri Perseus’un kulaklarına adeta yarı uykuda bir bebeğin yumuşak mırıltısı gibi geliyordu. Sonrasında havada, hemen yanından bir ses duydu. Çok yumuşak olmasa da, ağırbaşlı ve ılıman denilebilecek bir kadın sesine benziyordu.

      “Perseus,” dedi ses. “Gorgonlar işte orada.”

      “Nerede?” diye bağırdı Perseus. “Onları göremiyorum.”

      “Hemen senin altındaki adanın kıyılarında,” diye yanıtladı ses. “Senin elinden düşen bir çakıl taşı tam ortalarına isabet edebilir.”

      “Gorgonları ilk onun keşfedeceğini söylemiştim sana,” dedi Quicksilver Perseus’a. “Ve işte oradalar!”

      Hemen aşağıda, kayalık kıyılarını beyaz köpüklü dalgaların sardığı, denizin içinde küçük bir adayı fark etti Perseus. Sadece kar beyazı kumlarla kaplı kıyının etrafı beyaz köpüklü dalgalarla sarmalanmamıştı. Aşağı doğru inişe geçti ve simsiyah kayalardan oluşan uçurumun dibinde kümelenen parlaklığa dikkatlice baktı; işte, korkunç Gorgonlar oradaydı! Denizin gürlemesiyle yatışıp uykuya dalmışlardı çünkü böylesi vahşi yaratıkları uyutmak için, diğer herkesi sağır edecek derecede güçlü bir gürültü lazımdı. Ay ışığı, çelikten derileri ve kayıtsızca kumlara yayılmış altından kanatları üzerinde parlıyordu. Gorgonlar, zavallı ölümlüleri paramparça ettikleri rüyalarındayken, bakması korkunç pirinçten pençeleri dalgaların dövdüğü kayalardan düşen parçaları yakalamıştı. Kafalarındaki saç mahiyetinde yılanlar da onlar gibi uykuda gözüküyordu. Yine de ara sıra, içlerinden biri debelenerek başını kaldırıyor ve çatallı dilini uzatıp uykulu bir tıslama sesi çıkarıyordu. Sonrasında tekrar yılan kardeşlerinin arasına dönerek uyumaya devam ediyordu.

      Gorgonlar her şeyden çok, korkunç dev böcekleri andırıyorlardı. Tıpkı aynı anda hem güzel hem de çirkin olan, kocaman altın kanatlı böceklerin ya da yusufçukların milyon kere büyükleri gibiydiler. Ancak tüm bunların yanında kısmen insani yanları da vardı. Yatış şekillerinden

Скачать книгу