Mitler ve efsaneler. Неизвестный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mitler ve efsaneler - Неизвестный автор страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Mitler ve efsaneler - Неизвестный автор

Скачать книгу

geleneksel olarak geline oldukça abartılı, seçkin ve merak uyandırıcı hediyeler sunmak gerekir. Açıkça söylemeliyim ki, prensesin zarif zevkine göre bir hediyeyi nereden bulabileceğim konusunda kafam biraz karışık. Kendimi övmek gibi olmasın ama bu sabah bu hediyenin ne olacağına dair bir karar verdim.”

      Perseus oldukça hevesli bir şekilde “Ve benim Majestelerine bu konuda yardımcı olmamı istiyorsunuz,” dedi.

      Kral Polydectes olabilecek en cana yakın tavrıyla, “Eğer inandığım kadar cesursan, yardımcı olabilirsin,” diye yanıtladı. “Güzeller güzeli Hippodamia’ma sunmak için aklıma koyduğum hediye yılan saçları olan Gorgon Medusa’nın başı ve sevgili Perseus, onu getirmen için sana bel bağladım. Prensesle bir yuva kurma konusunda çok endişeliyim; sen Gorgon’u aramak için ne kadar erken yola çıkarsan, o kadar iyi olur.”

      “Yarın sabah yola koyulacağım,” diye yanıtladı kralı Perseus.

      “Yalvarırım sana öyle olsun, benim yürekli delikanlım,” dedi kral neşelenerek. “Ve Perseus, Gorgon’un başını keserken, darbelerine çok dikkat et, görünüşüne bir zarar verme. Onu eve, Prenses Hippodamia’nın zarif zevkine sunulabilecek en iyi şekilde getirmelisin.”

      Perseus saraydan ayrılırken, Polydectes’in patlattığı kahkahayı duymamıştı. Çok eğlenen kötü kral genç adamı kapana kıstırmanın yolunu bulmuştu. Perseus’un yılan saçlı Medusa’nın kafasını kesme görevini üstlendiği haberi çabucak yayıldı. Herkes çok neşelenmişti, bu adada yaşayan insanlar da tıpkı kralları gibi çok kötüydüler, Danae ve oğlunun başına gelecek her türlü kötülük onlar için her şeyden daha güzeldi. Bu talihsiz Seriphus adasındaki tek iyi kalpli adam balıkçıydı. Perseus yoldan geçerken onun arkasından işaret ediyorlar, birbirlerine göz kırpıp bağırarak onunla alay ediyorlardı.

      “Haha, Medusa’nın yılanları adamakıllı sokacak onu,” diyorlardı.

      O zamanlarda üç tane Gorgon hayattaydı ve bu yaratıklar dünya kurulduktan bu yana, hatta sonrasında ve hatta tüm zamanlar boyunca görüp görülebilecek en korkunç ve en garip canavarlardı. Bunların ne çeşit yaratıklar ya da ifritler olduğunu bilemiyorum. Üç kız kardeştiler ve oldukça uzaktan da olsa kadınlara benzeyen bir şekilde dünyaya gelmişlerdi. Fakat gerçekte, oldukça korkunç ve zararlı ejderhaların soyundan geliyorlardı. Aslına bakarsanız, bu üç kız kardeşin ne kadar gudubet yaratıklar olduklarını hayal etmek oldukça güç. İnsanların dediklerine bakarsanız eğer, saç örgüleri yerine, her birinin kafasından yüz devasa yılan fışkırıyordu ve bu yılanların her biri canlı, yerinde durmayan, kıvrım kıvrım halde hareket edip en sonunda da zehirli ve çatallı dilleriyle ısırıyorlardı. Dişleri oldukça uzun ve sivriydi, elleri pirinçten yapılmıştı ve gövdeleri demirden değilse bile, onun kadar sert ve delinmez pullarla kaplıydı. Kanatları da vardı ve olağanüstüydüler. Sizi temin ederim ki Gorgonlar gün ışığında uçmaya başladıkları zaman, hiç şüphe yok, baş döndürücü gözüküyorlardı çünkü kanatlarındaki her bir tüy kusursuz, göz alıcı, parıldayan altından yapılmıştı.

      Fakat göklerde uçarken, bu göz alıcı parlaklıkları insanların gözlerine iliştiğinde, hepsi onlara bakmayı bırakıp derhal saklanacakları bir yer bulmak için koşuşturmaya başlıyorlardı. Şimdi siz bu insanların Gorgonların saç yerine kafalarından çıkan yılanların ısırıklarından, korkunç sivri dişleriyle onları ısıracaklarından ya da pirinçten yapılmış elleriyle onları parçalayacaklarından korktuklarını düşünüyor olabilirsiniz. Elbette bunlar da tehlikelerden bazılarıydı ancak ne en büyüğü ne de kaçması en zor olanıydı. Bu mendebur yaratıklarla ilgili başlarına gelebilecek en büyük felaket şuydu: Eğer ki zavallı bir ölümlü gözlerini bu canavarlardan birinin yüzüne dikerse, derhal eti ve kanı yok olarak soğuk ve cansız bir taşa dönüşüyordu.

      Yani hepinizin anlayacağı gibi bu, kötü kral Polydectes’in masum delikanlı için planladığı çok tehlikeli bir görevdi. Perseus bu vazife üzerine biraz düşündükten sonra, bu görevin üstesinden gelme şansının ne kadar az olduğunu kendisi de gördü ve Medusa’nın yılan saçlı kafasını getirme fikrinden ziyade kendisini taşa dönüşmüş olarak hayal ediyordu. Diğer tüm tehlikeler bir yana, Perseus’un üstesinden gelmesi gereken bir büyük tehlike daha vardı. Bu altın kanatlı, demir pulla örtülü, uzun sivri dişli, pirinçten pençeleri olan ve yılan saçlı canavarlarla savaşıp onları öldürmenin yanında, bir de bu işi gözleri kapalı ya da en azından çarpıştığı düşmana pek de göz atmadan yapmalıydı. Aksi takdirde daha elini darbe indirmek için kaldırır kaldırmaz, bir taşa dönüşür ve yüzyıllarca, ta ki rüzgâr, hava ve zaman onu un ufak edene kadar kolu havada kalırdı. Böyle bir şeyin başına gelmesi, daha birçok cesur vazifeye atılmak ve parlak, güzel dünyanın keyfini çıkarmak isteyen genç bir adam için çok hüzünlü bir son olurdu.

      Bu düşünceler Perseus’u öyle büyük kederlere gark etti ki, üstlendiği görevi annesine söylemeye dili varmıyordu. Bu sebeple, zırhını giydi, kılıcını kuşandı ve adadan ayrılarak anakaraya geçti. Burada kuytu bir yer bulup gözyaşlarının akıp gitmesine engel olamadan oturdu.

      Acı içinde otururken, yakından gelen bir ses duydu.

      Ses “Perseus,” dedi. “Neden bu kadar üzgünsün?”

      Ellerinin arasına aldığı kafasını kaldırarak dikkatlice etrafa baktı. Perseus kendisini bu ıssız yerde yalnız sanıyordu ama bir yabancı vardı burada. Oldukça çevik, zeki ve cin fikirli görünen genç bir adamdı. Kafasına eski usul bir şapka ve omuzlarına bir pelerin geçirmişti. Elinde garip kıvrımları olan bir asa tutuyordu, belinde eğri büğrü ve kısa bir kılıç takılıydı. Oldukça canlı ve hareketli biriydi, tıpkı sürekli egzersiz yapan, hoplamaya zıplamaya alışkın insanlar gibi. Tüm bunlar bir yana, yabancının oldukça neşeli, bilgiç ve yardımsever bir havası da vardı, gerçi biraz kurnazca bir hali de yok değildi. Perseus ona baktıkça ruhunun daha da canlandığını hissediyordu. Öte yandan çok cesur bir genç olarak, birinin onu küçük bir okul çocuğu gibi gözyaşları içinde görmüş olmasından büyük utanç duyuyordu, üstelik umutsuzluğa kapılmak için de bir neden yoktu. Perseus gözyaşlarını kuruladı ve yabancıya hareketli bir şekilde ve elinden geldiğince cesur görünmeye çalışarak cevap verdi.

      “Hayır, üzgün değilim,” dedi. “Sadece üstlendiğim görevle ilgili endişeliyim.”

      “Demek öyle,” dedi yabancı. “Öyleyse anlat bana, büyük ihtimalle sana yardımcı olabilirim. Ben birçok genç adama, başta çok zor görünen maceralara atılmalarında yardım ettim. Belki beni duymuşsundur. Birçok adım var ancak bunlar içinde bana en uygun olanı Quicksilver. Söyle bakalım derdin nedir ve bunu halledebilmek için neler yapabiliriz, konuşalım.”

      Yabancının sözleri ve tavrı, Perseus’u deminki halinden bambaşka bir hale soktu. Şimdiki halinden daha kötü olamayacağını ve yeni arkadaşının sonunda her şeyi yoluna koymak için ona tavsiyeler verebileceğini düşündü. Böylece yabancıya, konunun ne olduğunu anlaması için birkaç kelime etmeye karar verdi. Kral Polydectes’in güzel Prenses Hippodamia’ya düğün hediyesi olarak yılan saçlı Medusa’nın başını vermek istediğini, kendisinin bu görevi üstlendiğini ancak taşa dönüşmekten korktuğunu anlattı.

      “Ve bu pek yazık olur,” dedi kurnazca gülümsemesiyle Quicksilver. “Doğrusunu istersen senden çok yakışıklı mermer bir heykel olur ve un ufak olup

Скачать книгу