Yeryüzünün tarihi. Martin J. S. Rudwick
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yeryüzünün tarihi - Martin J. S. Rudwick страница 18
Hutton insan hayatının, bitki ve hayvanların yaşamına bağlı olduğuna, buna karşılık onların hayatının da toprağa bağlı olduğuna inanıyordu (Edinburgh yakınlarında çiftlikleri vardı ve tarım konusuna uzun süre düşünmüştü). Toprak, altında yatan ana kayaların kırılmasıyla oluşmaktadır ama sürekli olarak nehirlere, oradan de denizlere sürüklenmektedir. Hutton bu nedenle karanın uzun vadede, erozyonla deniz seviyesine inerek kaybolacağını ve artık insan hayatını destekleyemez hale geleceğini savunuyordu. Ancak kaybedilen toprakların yerine geçecek yeni kara parçaları yaratabilecek başka süreçler olmalıydı. Karadan denize sürüklenen toprak denizin dibinde birikiyor olmalıydı. Eğer orada toplanıp yeni kayalar oluşturuyorsa ve yerkürenin o bölgesinde yeryüzünün kabuğu yavaş yavaş deniz seviyesinin üstüne çıkarsa yeni kara parçaları oluşur ve döngü tekrarlanabilirdi. Hutton bu önemli “yenilenme” sürecinin, yeryüzünün derinliklerindeki devasa ve yaygın ısı gücüyle beslenmesi gerektiğini, gezegenin yüzeyini daimi bir değişim sahnesi haline getiren şeyin bu olduğunu iddia ediyordu.
1785 yılında ilk makalesi Edinburgh’daki Yeni Kraliyet Derneği’nde okunurken Hutton’ın açıklayıcı bir şekilde adlandırdığı gibi, bu dinamik ama sürekli “yaşanabilir yeryüzü sistemi”nin asıl amacı yeryüzünün devamlı olarak, sonsuza dek insanlar tarafından yaşanabilir halde kalmasını sağlamaktı. Teorisi, doğa teolojisine ve özellikle yeryüzünün, akıllı ve cömert tasarımını takdir edebilen mantıklı varlıkları desteklemek amacıyla oluşturulduğu şeklindeki deistik inanca dayanıyordu (Akıllı Tasarımın modern yaratılışçılık yandaşları yalnızca eski bir kavramı yeniden ısıtmaktadır). Hutton’ın belirttiği üzere bu, “bilgelik ve yardımseverliğin değişen yerkürenin sonsuz düzenini yönettiği bir sistemdi.” “Bu sistemin, yeryüzünde onu algılayabilecek tek canlı varlık olan insanlar için tasarlandığı düşünüldüğünde bu, onlar için ne kadar büyük bir rahatlık,” diye eklemişti Hutton. Bu dil (bazen Sovyet rejimi altında yayınlanan bilimsel çalışmaları çarpıtan Marksist dil gibi) yalnızca ateizmin politik sağduyululukla kapatılması amacında değildi. Bu dil, Hutton’ın yazılarına egemen olmuştu ve onun deistik inançlarını içtenlikle ifade ettiği çerçeve dışında hiçbir anlam taşımıyordu.
Hutton ancak yeryüzüyle ilgili süreklilik teorisini halka daha doğrusu Edinburgh’lu diğer bilginlere sunduktan sonra İskoçya’da kapsamlı saha araştırması yaparak teorisi geçerliyse neyle karşılaşacağını yokladı (şimdi “hipotezli tümdengelim” denilen bilimsel yöntemi kullanıyordu). Beklendiği üzere, genellikle en alt konumda belirgin bir kaya olan granitin, aslında en eski kaya olamayacağına dair kanıt buldu. Granit soğuyarak kristalli bir cisim haline dönüşmeden önce, üzerindeki kayaların içindeki çatlaklara son derece sıcak bir sıvı olarak sızmış gibiydi. Hutton bunu, yeryüzünün kabuğunun altında kabararak yeni kara alanları yaratma gücünü sağlayan aşırı derecede sıcak bir sıvı olduğunun kanıtı olarak değerlendirmişti. Bu tür yükselmelerin defalarca gerçekleştiğini iddia etmişti. İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin ilk zamanlarında olağanüstü bir rol oynayan buharlı makinelere atıfta bulunarak, yeryüzünün bir “makine” olduğunu söylemişti. Buharlı makineler ısının devasa, kapsamlı gücünü göstermişti; her aşamada, sonsuza kadar tekrarlayan döngüler halinde çalışmayı sürdürebiliyorlardı. Hutton yeryüzünü buhar makinesine benzeyen doğal bir makine yapan şeyin bu döngüsel yapı olduğunu savunuyordu.
Hutton ardışık silsilesiyle oluşmuş kayaların sağlam olduğu yerlerde bu doğal makinenin işleyişi hakkında ilave kanıtlar aramış ve bulmuştu. Eğer bir deniz tabanına yatay tabakalar olarak biriken bir dizi katman, sonradan kabararak kuru bir kara oluşturmuş, sonra yağmur ve nehirlerle aşınarak deniz seviyesine inmiş, sonra da başka bir deniz tabanına birikmiş ikinci bir katman dizisiyle kaplanmış ve daha sonra tekrar kabararak kurak bir kara parçası oluşturmuşsa bu en az iki ardışık “yaşanabilir yeryüzü” kanıtı olarak değerlendirilebilirdi.
Hutton bunlardan önce başkalarının olduğundan ve gelecekte başkalarının olabileceğinden kuşkulanmak için hiçbir neden görmemişti. Kendisinin en sevdiği benzetmeyi kullanacak olursak, yeryüzünün “sistemi” Güneş sistemindeki gezegenlerin yörüngeleri kadar tekrarlanıyordu; ardışık “gezegenler” ardışık yörüngelerden farklı değildi. Fosillerin başka şeyler ileri sürdüğünü düşünmüyordu. Bu noktada onun için önemli olan tek şey, bitki ve hayvan fosillerinin eski “gezegenlerde” hem karanın hem de denizin mevcut olduğunu kanıtlamasıydı. Hutton kayıtlı insanlık tarihi öncesinde insan hayatı olduğuna ilişkin fosil kanıtı olmadığını kabul ediyordu; ama bitki ve hayvan fosilleri, o olmayan kanıtların yerini tutuyormuş veya onları temsil ediyormuş gibi davranıyordu. Deistik akıllı tasarım sisteminde onun nihai amacını yerine getirmek üzere gerçekte insanlar da olmasaydı, çok sayıda insansız yaşam olan “yerküre” anlamsız olurdu.
Şekil 3.5 Hutton’ın yayımlanan ve 1787 yılında Güney İskoçya’da bir nehir vadisinde bulduğu iki dizi katman arasındaki açılı “birleşim yeri”ni gösteren gravürü (1795). Alttaki ve daha yaşlı olan katman, başlangıçta yatay tabakalar olarak birikmiş olsa da kabararak dikey konuma gelmişti; sonra aşınmış ve katmanın tepesi kesilmişti (üstte bazı parçalar kalmış); sonra üstüne daha genç bir katman dizisi birikmiş ve bu katman yükselerek bitkilerin, hayvanların ve insanların yaşadığı bugünkü kurak alanı oluşturmuştu. Hutton’ın görüşüne göre bu kayalar, okyanusta iki ardışık birikimin ardından kabararak yeni kara oluşmasını ve sonra aşınmasını simgelemekteydi. Bunlar iki ardışık yaşanabilir dünyanın kalıntılarıydı.
Artık mantık yürütmenin sonuna geldik; şu andaki gerçeklere katkıda bulunacak başka veri yok. Ama elimizdekiler yeterli, doğada bilgelik, sistem ve tutarlılık olduğunu bulduğumuz için memnunuz. Zira bu gezegenin doğal tarihinde, bir dizi gezegen gördüğümüz için buradan, doğada bir sistem olduğu sonucuna varabiliriz. Benzer şekilde, gezegenlerde köklü değişiklikler olduğundan, bu değişikliklerin sürdürülmesini sağlayan bir sistem olduğu sonucuna varılmıştır. Ama eğer birbirinin ardından gelen gezegenler, doğa sistemi içinde oluşuyorsa yeryüzünün kökeninde daha ileriye gitmeye çalışmakta yarar bulunmamaktadır. Bu nedenle, şu andaki araştırmamızın sonucunda, herhangi bir başlangıç izi veya son olasılığı bulamadık.
Şekil 3.6 Hutton’ın Theory of the Earth (1795) kitabının son paragrafı ve yeryüzü “sisteminin” ne başlangıç ne de son işareti gösterdiğini iddia eden ünlü son cümlesi. Hutton’ın “ardışık gezegenler” içeren –burada açıkça Güneş’in etrafındaki ardışık gezegen yörüngelerine benzetilmektedir–, kökeni olmayan ve geçmişten geleceğe uzanan durağan, sürekli sonsuzluk içeren teorisini özetlemektedir. “Bilgelik” ve “niyet” ve de aslında “sistem” dili, Hutton’ın deistik teolojisini ifade etmektedir: Dünya mekanizmasının Akıllı Tasarımı, yaşanabilir topraklarda sonsuza kadar insan hayatı olmasını sağlamasına imkân vermektedir.
Bu nedenle Hutton, yeryüzünün eskiden şu andaki halinden farklı olduğunu veya gelecekte farklı olabileceğini düşünmeye gerek görmemişti. Karanın sürekli olarak aşınması ve denizin