Ben-Hur. Lew Wallace
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ben-Hur - Lew Wallace страница 14
Sokak ve meydandaki bu manzarayı gören, satıcılara ve mallarına göz gezdiren okurun ikinci olarak ziyaretçilere ve alıcılara dikkat göstermesi gerekir, çünkü en iyi araştırmalar kapıların dışında, manzaranın çeşitli ve hareketli olduğu yerde yapılır; çünkü orada tentelerin, çadırların, daha büyük alanların, daha büyük kalabalıkların, daha sınırsız özgürlüğün ve Doğu güneşinin ihtişamının etkileri vardır.
VII
KUDÜS HALKI
Tam gidiş geliş hareketliliğinin kıyısında, kapıda duralım ve bir süre izleyip dinleyelim.
Tam zamanı! İşte önemli bir sınıftan iki adam geliyor.
“Tanrı’m! Ne kadar da soğuk!” diyor, içlerinden biri, zırhlar içinde güçlü bir figür; başında pirinçten bir başlık, vücudunda ışıl ışıl parlayan bir zırh. “Ne kadar soğuk! Comitium’da,13 rahiplerin aşağı dünyaya giriş dedikleri mezar odasını hatırlıyor musun, Caius? Bu sabah orada biraz ısınacak kadar durabilirdim!”
Bu sözlerin muhatabı askerî pelerinin kapüşonunu kaldırıp başını ve yüzünü açıyor, alaycı bir gülümsemeyle, “Mark Antony’yi yenen birliklerin başlıkları Galya karıyla doluydu;14 ama sen -ah benim zavallı dostum- sen Mısır’dan yeni geldin, kanında oraların yazını getirdin.”
Bu son sözle girişte gözden kayboluyorlar. Hiç konuşmasalar da zırh ve güçlü adımlar onların Romalı askerler olduklarını ortaya sererdi.
Sonra kalabalığın arasından, zayıf, yuvarlak omuzlu, kahverengi kaba giysiler içinde bir Yahudi geliyor; uzun, keçeleşmiş saçları gözlerine ve yüzüne, arkadan da sırtına kadar dökülüyor. Yalnız. Onunla karşılaşanlar eğer daha beterini yapmazlarsa, kahkahayla gülüyorlar, çünkü o bir Nazarite,15 Musa’nın kitaplarını reddeden, kendisini nefret edilen yeminlere adayan, yeminler geçerli olduğu sürece saçlarını kestirmeyen, hor görülmüş bir mezhepten.
Onun gidişini izlerken birdenbire keskin ve kararlı haykırışlarla hızla sağa sola açılan kalabalıkta bir kargaşa oluyor. Sonra da bunun nedeni ortaya çıkıyor; bir adam, nitelik ve kıyafetine bakılırsa bir Yahudi. Sarı ipekten bağcıklarla kafasına tutturulan kar beyazı keten bir örtü serbestçe omuzlarına dökülüyor; elbisesi zengin bir şekilde nakışlı, altın püsküllü kırmızı bir kuşak birkaç kez beline dolanmış. Tavırları sakin; hatta kendisine yol verenlere aceleyle gülümsüyor. Cüzzamlı mı? Hayır, sadece bir Samiriyeli. Geri çekilen kalabalık eğer kendilerine sorulsa onun elbisesinin değmesinin bile kirlilik yaratacağı bir Asurlu olduğunu söylerlerdi; sonuç olarak ölmekte olan bir Yahudi bile ondan can kabul etmezdi. Aslında, düşmanlığın nedeni kanda değildi. Davut, Sion Dağı’na taht kurduğunda, onu sadece Yahuda desteklemişti, on kavim Shechem’in yolunu tutmuştu, Shechem eski bir şehirdi ve o tarihlerde kutsal anılar açısından çok zengindi. Kavimlerin birleşmeleri bile bu şekilde başlayan ihtilafı çözemedi. Samiriyeliler, Gerizim Dağı üzerindeki tapınaklarına bağlı kaldılar ve olağanüstü kutsallığını korurken, Kudüs’teki öfkeli din bilginlerine gülüyorlardı. Zaman bile bu nefreti yatıştıramadı. Herod zamanında, inanca dönmek Samiriyeliler hariç bütün dünya için geçerliydi. Sadece onların Yahudilerle arkadaşlığı kesinlikle ve ebediyen yasaklanmıştı.
Samiriyeli kemerli kapıdan geçip içeri girerken, şimdiye kadar gördüklerimize hiç benzemeyen, istesek de bakışlarımızı üzerlerinden alamadığımız üç adam çıkıyor dışarı. Alışılmadık bir endamda ve oldukça kaslılar; gözleri mavi ve tenleri o kadar açık renk ki kanları tenlerinde mavi kalemle çizilmiş gibi parlıyor. Saçları açık renk ve kısa; küçük ve yuvarlak kafaları boyunlarının üzerinde sütun gibi duruyor. Göğüs kısmı açık, kolsuz ve bol, yünlü gömlekleri, kollarını ve bacaklarını çıplak bırakarak vücutlarını çevreleyişi akla hemen arenayı getiriyor; tam burada aldırışsız, kendinden emin ve küstah tavırlarını da eklediğimizde insanların onlara yol vermelerine ve onlar geçtikten sonra tekrar dönüp bakmak için durmalarına hiç şaşmıyoruz. Onlar Romalılar gelmeden önce Yahudiye’de bilinmeyen gladyatörler, güreşçiler, koşucular, boksörler, silahşorlardır; eğitimde olmadıkları zamanlar kralın bahçelerinde dolaşırken ya da sarayın kapısında muhafızlarla otururken görülürler, muhtemelen Sezaria, Sebaste veya Eriha’dan gelirler. Yahudi’den çok Yunanlı olan Herod, oyunlara ve kanlı gösterilere duyduğu Romalı aşkıyla orada tiyatrolar inşa ettirmiştir, şimdi de gelenek olduğu üzere Galyalı vilayetlerden ya da Tuna Nehri üzerindeki Slav kavimlerden getirdiği savaşçı erkekler için okul yaptırmıştır.
“Baküs aşkına!” diyor, içlerinden biri, yumruk yapılmış elini omzunda gezdirerek. “Kafatasları yumurta kabuğundan bile kalın değil.”
Hareketlere eşlik eden gaddar bakış bizi öyle tiksindiriyor ki bakışlarımızı daha hoş bir şeylere çevirmekten mutluluk duyuyoruz.
Karşı tarafımızda bir meyve tezgâhı var. Sahibi kel kafalı, uzun yüzlü biri, burnu da bir şahin gagası gibi. Tozun içine yayılmış bir halının üzerinde, sırtını arkasındaki duvara dayamış oturuyor; başının üzerinde dar bir perde asılı; etrafında bir elin uzanabileceği mesafede, küçük taburelerin üzerine dizilmiş badem, üzüm, incir ve nar dolu hasırdan kutular duruyor. Gözlerimizi gladyatörlere dikmemizden farklı bir nedenle bakışlarımızı alamadığımız biri yaklaşıyor yanına: Gerçekten çok yakışıklı bir Yunanlı. Dalgalı saçlarının döküldüğü şakaklarının etrafını mersin ağacından bir taç ve ona tutturulmuş solgun çiçekler çevreliyor. Kırmızı gömleği yumuşacık yünlü bir kumaştan, önden ışıl ışıl altından şahane bir armayla sımsıkı tutturulan devetüyü rengi bir kuşağın altında, aynı metalle süslenmiş kat kat etekleri dizlerine kadar iniyor; yine yünlü, beyaz-sarı karışımı bir atkı boynunu dolanıp sırtına dökülüyor; açıktaki kolları ve bacakları fildişi kadar beyaz; banyo, yağlar ve fırçalarla mükemmel bir muamele görmediği sürece olamayacak kadar parlak.
Yerinde oturmaya devam eden satıcı ileri doğru eğiliyor, ellerini uzatıp avuç içleri aşağıya bakacak şekilde Yunanlının önünde birleştiriyor.
“Bu sabah neler getirdin, Paphos’un oğlu?” diyor, genç Yunanlı, Kıbrıslıya değil de kutularına bakarak. “Karnım aç. Kahvaltı için neyin var?”
“Pedius’tan gelen gerçek meyveler, tıpkı Antakyalı şarkıcıların seslerini iyileştirmek için sabahları yediklerinden.” diye cevap veriyor satıcı, genizden gelen sesiyle.
“Ama bu incirler Antakyalı şarkıcılar için olan en iyilerinden değil!” diyor Yunanlı. “Sen Afrodit’e tapanlardansın, ben de öyle, tıpkı başımdaki mersin ağacından tacın kanıtladığı gibi. O şarkıcıların sesleri Hazar rüzgârının soğuğunu taşıyor. Bu kuşağı görüyor musun? Kudretli Salome’nin hediyesi…”
“Kralın kız kardeşi!” diye bağırıyor, Kıbrıslı, selam vererek.
“Kraliyet
13
Antik Roma’da Forum yakınlarında, kamu toplantıları için kullanılan bir yer.
14
Mark Antony’nin Decimus Brutus’tan Transalpine Gaul’u alamayışına gönderme yapılmaktadır.
15
İncil dönemlerinde, kendisi için katı şekilde yasaklanan şarap içme, saç kesme vb. şeylerden sakınma yemini eden, kendini dinine adamış Yahudi. (ç.n.)