.

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу - страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
 -

Скачать книгу

kadar büyük bir fenalık değil.” dedim.

      “O kadar büyük bir iyilik de değil.” dedi.

      “Evet.” dedim. “Ben aldanmış olabilirim.”

      Gene sözümü kesti:

      “Görüyor musunuz, ne güzel muhakeme ediyor! Böyle açık yürekli olması da hoşuma gidiyor. Aramızda bu sözlerin geçmiş olmasından memnunum. İlave edeyim ki dediğim şey benim için en büyük bir felaket olurdu.”

      “Ne kadar bambaşkasınız!” dedi Maşa. “Hiç değişmemişsiniz.”

      Böyle söyleyerek akşam yemeğinin hazırlanması emrini vermek için taraçayı terk etti.

      Maşa gittikten sonra biz, ikimiz de sustuk. Etrafımızdaki her şeyde de bir sessizlik vardı. Yalnız bülbül tekrar ötmeye başladı; fakat akşamki gibi belirsiz ve kısa nağmelerle değil, geceye mahsus ağır, sakin şakımalar yapıyor, sesi bütün bahçeyi dolduruyor ve ötede fundaların içinden başka bir bülbül ilk defa olarak uzaklardan ona cevap veriyordu. O zaman yakındaki, durup dinliyor gibi susuyor ve biraz sonra titrek sesi eskisinden daha parlak ve daha tiz olarak havayı kamçılıyordu. O zaman bunların şakımaları gece âleminin sinesinde sükûnet ve selametle aksederken bu âlemin onlara ait olduğunu ve bizim yabancı kaldığımızı anlıyorduk. Bahçıvan portakal bahçesine yatmaya gidiyor ve koca çizmeleriyle adımlarının yolda çıkardığı gürültü gitgide uzaklaşıyordu. Dağa doğru bir iki kere keskin ıslık çaldığı duyuldu ve arkasından gene ortalık sükût içinde kaldı. O zaman yaprak bile kıpırdamıyor, kâinat sessiz bir uykuya dalmış görünüyordu. Bununla beraber apansız taraçanın tentesi şişti, rüzgâr çıktı ve burnumuza daha keskin bir çiçek kokusu dalgası geldi. Biz de konuşmuyorduk. Bu sükûttan sıkılıyor fakat ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Ona baktım. Karanlıkta parlayan gözleri benim üzerimde idi. Mırıldanır gibi “Bu hayat ne tatlı şey!” dedi. Neden olduğunu bilmiyorum, onun bu sözleri üstüne ben içimi çektim.

      “Ne var?” dedi. “Ne oldu?”

      Tekrar ettim:

      “Evet, bu hayat, ne tatlı şey!”

      Gene sustuk. İçime sıkıntı bastı. Yaşlı olduğunu kendisiyle beraber benim de tasdik etmiş gibi görünmekliğimden müteessir olacağı aklımdan geçiyordu. Gönlünü almak istiyor fakat bunun için ne yapacağımı bilemiyordum. Birden ayağa kalkarak “Allah’a ısmarladık!” dedi. “Annem beni yemeğe bekler. Bugün kendisini hemen hiç görmedim gibi bir şey.”

      “Size bir yeni sonat daha çalmak isterdim.”

      “Başka vakit.”

      Hâlinde bir soğukluk vardı. Yahut bana öyle geldi. Bir adım atarak basit bir jest ile “Allah’a ısmarladık!” dedi. Müteessir olduğunu o zaman iyice anladım ve buna sebep olduğum için pek üzüldüm. Maşa ile ikimiz onu merdiven başına kadar uğurladıktan sonra gözden kayboluncaya kadar gittiği yola baktık. Atının nal sesleri artık işitilmez olunca ben taraçaya çıktım. Dört köşesini dolaşarak uzun boylu gezindim. Sonra oturdum, bahçeyi seyre daldım ve gecenin seslerini, sessizliklerini saran nemli bir sis içinde uzun müddet kalarak gönlümün istediğini gördüm ve dinledim.

      İkinci ve üçüncü olmak üzere birer kere daha geldi ve aramızda geçen muhaverenin bende bıraktığı sıkıntılı tesir, bir daha tekerrür etmemek üzere tamamen zail oldu.

      Yazın haftada iki üç kere bizi görmeye geliyordu. Ona öyle alıştım ki arası biraz uzayacak olsa “Böyle yalnız yaşamak ne güç şey!” derdim. İçimden ona gücenir, beni ihmal ettiği için kendisini haksız bulurdum. Bana karşı yavaş yavaş dostça bir arkadaş hâlini aldı. Soruyor, anlıyor, bütün samimiyetimle gönlümü açmamı istiyor; nasihatlerde, teşviklerde bulunuyor, bazı tekdir ediyor ve icabında önüme set çekiyordu. Fakat benim seviyemde kalmak için ne kadar cehdetse gene anlıyordum ki onda, onun tanıdığım şahsiyetinin yanında, benim giremediğim ve yabancı kaldığım koca bir dünya vardır. O dünyaya beni kabul etmeye lüzum görmüyor ve her şeyden ziyade bu hâli ona karşı beslediğim hürmeti idame ettiği gibi aynı zamanda beni de ona çekiyordu. Gerek Maşa’dan ve gerek komşulardan öğrendiğime göre, bir taraftan, birlikte oturdukları ihtiyar anasına bakarken bir taraftan da ziraatla ve bizim vasilik işleriyle meşgul olduktan başka omzunda kibar sınıfı alakadar eden ve kendisi için birçok üzüntüleri mucip olan başka işleri de vardı. Fakat bütün bu vaziyeti nasıl kavrıyor, bu husustaki düşünceleri, planları, ümitleri nedir? Kendisinde çözmeye muvaffak olamadığım düğüm işte bu idi. Ne zaman sözü bu vadiye döküp işlerinden bahsetsem alnının çizgisi bir mana alarak derinleşir ve güya “İleri gitmeyelim, rica ederim; bunlardan size ne?” demek ister gibi araya başka laf karıştırırdı. Önceleri bu hâli gücüme giderdi, sonra öyle alıştım ki buluştukça yalnız bana ait şeylerden bahseder olduk ve gitgide bunu pek tabii bulmaya başladım.

      İçyüzüme karşı böyle yakından alaka gösterirken dış yüzüme karşı tam bir kayıtsızlık ve hatta biraz istihfaf10 göstermesine de önceleri tutulurdum amma gitgide bunu da bilakis hoş bulmaya başladım. Hiçbir vakit, ne gözleriyle ne sözleriyle beni güzel bulduğunu ima etmemişti. Böyle yapmak şöyle dursun başka biri, onun yanında, beni fena bulmadığını söyleyecek olsa kaşlarını çatar ve gülmeye başlardı. O zaman üstelik yüzümde bir kusur bulmaya kalkışır ve bana takılırdı. Bayram ve şenliklerde başımı düzelterek bana yeni moda elbiseler giydirip süslemek Maşa’nın merakı idi. O zaman o alayda daha ileri gider; zavallı dadı çok mahzun olurdu. İlk zamanlarda bu hâli beni de az çok haklı olarak sinirlendirdi. Serj Mihaloviç’in beni beğendiğini iyice aklına koyan Maşa, hoşuna giden bir kadının, işine elverecek bir şekilde kendini göstermesini neden dolayı tercih etmediğine bir türlü akıl erdiremiyordu. Fakat çok geçmeden ona karşı nasıl olmak lazım geleceğini ben anladım. O, benim koket olmadığıma inanmak istiyordu. Ben bunu anladıktan sonra üstümde başımda ve evzamda11 koketliğin ancak bir gölgesi kaldı ve onun yerine başka bir koketlik, küçük bir göz boyacılık, yani sadelik kaim oldu; bizzat kendim sadeliği benimseyemediğim hâlde.

      Beni sevdiğini görüyordum. Fakat bir çocuk gibi mi yoksa bir kadın gibi mi sevdiğini o zamana kadar hiç araştırmamıştım. Ne olursa olsun onun sevgisinin bence bir kıymeti vardı. Beni dünyanın en iyi bir kızı addettiği için küçük sahtekârlığımla onun gözünü boyamaktan vazgeçemiyordum. Fakat onu aldatırken kendim de gittikçe daha iyi oluyordum. Ona maddi şahsiyetimin değil ruhumun iyi taraflarını göstermenin daha iyi ve daha münasip olacağını hissediyordum. Saçlarım, ellerim, yüzüm, evzam, iyi kötü ne olursa olsun, bana öyle geliyordu ki bir bakışta anlaşılacak ve onun tarafından numarası verilecekti. Çünkü onu ne kadar aldatmaya kalkışsam zevahirime12 bir şey ilave edemezdim. Ruhumu ise bilakis o hiç tanımıyordu: Çünkü seviyordu. Çünkü o ruh tam da o sıralarda yükselme ve inkişaf yolunda bulunuyordu. Nihayet çünkü bu işte onu kolayca aldatabilirdim ve aldatıyordum da! Bir kere bunları iyice anladıktan sonra ona karşı öyle keyfim yerine geldi ki! O sebepsiz didinişler, o, bana bir nevi nefes darlığı veren durup dinlenemeyişler tamamıyla zail oldu. O andan itibaren bana öyle geldi ki ister karşısında olayım ister yanında, oturmuş veya ayakta bulunayım, saçlarım düz veya kıvrılmış olsun, nasıl olsa bana bakmaktan zevk alıyor ve daima bakıyor, beni artık iyi anlıyor ve

Скачать книгу


<p>10</p>

İstihfaf: Küçümseme. (e.n.)

<p>11</p>

Evza: Hâller. Durumlar. (e.n.)

<p>12</p>

Zevahir: Dış yüz. (e.n.)