Katya. Лев Толстой

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Katya - Лев Толстой страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Katya - Лев Толстой

Скачать книгу

başladığımı söylemişim… Çünkü gözlerimi yaşartacak derecede beni müteessir eden bir şiir veya romandan bahsetmişim… Nihayet çünkü Mozart’ı Şulof’tan daha iyi bulmuşum… İyinin ne olduğu ve neyin sevilmesi lazım geldiği hakkında müspet bir fikrim olmadığı hâlde müstesna bir insiyak ile iyiyi ve sevilmesi lazım gelen şeyleri keşfedişim, bana hayret mevzusu olurdu. Bundan evvelki zevklerimin ve itiyatlarımın çoğu onun hoşuna gitmezdi. O zaman kaşlarının belirsiz bir hareketi, bir bakışı, yapmak istediğim bir şeyi uygun bulmadığını yahut kendine has ve biraz istihfafkâr bir merhamet gülüşü vaktiyle tarafımdan sevilmiş olan şeyin artık sevilmemesi lazım geleceğini hemen bana anlatmaya kâfi gelirdi. Bana bir nasihat vermek aklından geçse ne söyleyeceğini ben daha evvel bilirdim. Bana bir şey soracağı vakit gözleriyle sorar ve bu bakışla ne düşündüğümü anlardı. O zamana ait bütün hislerim, fikirlerim benim değil onun hisleri, fikirleri idi ki birdenbire benim olur ve hayatıma nüfuz ederek nevüma14 onu aydınlatırdı. Hiç farkında olmadığım hâlde yavaş yavaş her şeyi başka gözlerle görmeye başladım: Maşa’yı olduğu kadar başka adamlarımızı, Sonya’yı hatta kendimi ve kendi işlerimi eski gözlerimle görmüyordum. Vaktiyle sırf can sıkıntısına galebe için okuduğum kitaplar birdenbire bana hayatın en büyük bir zevki gibi geldiler. Sebebi de her zaman şu ki o kitapları, o ve ben, ikimiz aramızda münakaşa ederek beraber okuyoruz ve onları bana o getiriyor. Vaktiyle mesela Sonya’ya ait işlerim, ona verdiğim dersler, bana angarya gelir, bunları sırf vazife hissi ile zoraki yapardım. Şimdi ara sıra derslerimizde o hazır bulunduğu için Sonya’nın terakkisi benim en tatlı zevklerimden biri oldu. Bir müzik parçasını sonuna kadar geçmek benim için kabil olmazdı. Şimdi o dinleyecek, belki de takdir edecek diyerek bir parçayı kırk kere tekrarlamaktan bıkmıyorum. Zavallı Maşa’nın artık dinleyecek hâli kalmaz da kulağına pamuk tıkar; ben ise bunda can sıkacak bir şey bulmam. O eski sonatlar piyanonun dişlerinde, şimdi parmaklarımın altından, büsbütün başka bir mana ve şüphesiz daha yüksek bir mana ile çıkıyordu. Hatta Maşa ki pek iyi tanıdığım için kendimden hiç ayırt etmem, gözümde başka bir kıymet almıştı. Ancak şimdi Maşa’nın, hiçbir mecburiyeti olmadığı hâlde, bizim için bir ana, bir dost ve heveslerimize tabi bir esir gibi hizmet etmiş olmasının kıymetini ölçüyordum. Ne kadar feragat ve ne büyük bir fedakârlıkla bu kadıncağızın bize bağlanmış olduğunu ve ona karşı ne kadar büyük bir şükran borcu içinde bulunduğumu takdir ederek kendisini ona göre sevmeye başladım. Gene Serj’in telkinleriyle adamlarımıza, köylülerimize, çiftçilerimize, kadın hizmetçilerimize karşı da nokta-i nazarım başkalaştı. Söylemesi biraz komik olacak ama itiraf etmeliyim ki bu adamların arasında ben kendimi ömrümde görmediğim, tanımadığım kimselerden daha yabancı bulurdum; bir kere olsun hatırıma getirmemişimdir ki onlar da benim gibi insandırlar; onların da aşk, arzu, keder gibi hislere kabiliyetleri vardır. Şimdi yalnız onlar değil içinde doğup büyüdüğüm ve pek iyi bildiğim bahçemiz, ormanlarımız, tarlalarımız dahi benim için yepyeni birer mevzu oldular. Onlardaki tabii güzellikleri hayranlıkla görmeye başladım. “Hayatta hakiki olarak bir saadet vardır. O da başkaları için yaşamaktır.” diye ikide bir tekrar etmesi boşuna değilmiş. Bu benim tuhafıma gidiyor ve ne demek olduğunu anlamıyordum. Fakat haberim olmadan bu fikir bir kanaat hâlinde yavaş yavaş kalbimin derinliklerine işledi. Hasılı o, benim önüme yeni bir hayat açmıştı. Eskisini değiştirmeden ve yeni bir şey katmadan… Yalnız bendeki duyguların her birini inkişaf ettirerek açtığı sevinç dolu bir hayat! Çocukluğumdan beri her şey etrafımda bir nevi sükût perdesi ile örtülmüş gibi idi. Her şey sesini yükseltmek, ruhuma hitap etmek ve kalbimi saadetle doldurmak için onu bekliyormuş!

      Bu yaz ikide bir odama çıkar, kendimi yatağıma atardım. Orada, eskiden baharda olduğu gibi istikbale ait ümit ve arzularla dolu bir üzüntü yerine kalbim başka bir hisle, duyduğum saadet hisleriyle bunalırdı. Gözüme uyku girmezdi; kalkar, gider, Maşa’nın karyolasına oturarak ona çok mesut olduğumu söylerdim. Bugün anlıyorum ki bunu ona söylemeye hiç lüzum yokmuş çünkü o, kendisi bunu pekâlâ görebilecek gibi imiş. Maşa, boynuma sarılarak bundan başka dünyada bir emeli olmadığını ve bu sebeple kendisi de pek mesut olduğunu söylerdi. Herkesin mesut olması bana o kadar tabii ve zaruri görünüyordu ki Maşa’ya inanmakta hiç tereddüt etmiyordum. Fakat Maşa bundan başka uykusunu düşünmeye mecburdu. Bunun için beni azarlar gibi yaparak yatağından kovardı ve uykuya dalardı. Ben ise bilakis uyumadan evvel saadetimi mucip olan sebepleri uzun uzadıya zihnimde evirir çevirirdim. Bazı kere Cenabıhakk’ın bana ihsan ettiği bu nimete şükranlarımı da iyi ödemek için kalkar, ikinci defa olarak kalbimin bütün coşkunluğu ile bir kere daha ibadet ederdim.

      Odamda her şey sakin ve sakitti.15 Yalnız Maşa’nın uykudaki muntazam nefes alışı ve yanı başındaki saatinin tıkırtısı duyuluyordu. Ben dönerek dualarımı okur, tapınır, boynumda asılı duran haçı öperdim. Kapılar ve pencerelerin kepenkleri kapalı olduğu hâlde kulağıma, bir taraftan bilmem nasıl bir sinek vızıltısı gelirdi. Canım hep bu odada kalmak ister ve vücudumu saran havasına ruhumun sindiğini hissettiğim için sabah olmasını, bu havanın dağılmasını gönlüm istemezdi. Sanki hülyalarım, düşüncelerim ve dualarım bu karanlıkta benimle beraber yaşayan, yatağımın etrafında uçuşan, başımın üstünde kanat açıp duran canlı bir cevher, bir madde, bir esans idi ve benim her düşüncem onun düşüncesi, her hissim de onun hissi idi. Aşkın ne olduğunu daha bilmiyordum. Onun daima böyle bir his olabileceğini ve bunun bir karşılık beklemeden verileceğini düşünürdüm.

      III

      Ekinlerin içeri alındığı sıralarda bir gün Maşa, Sonya, ben üçümüz yemekten sonra, yolun üst tarafındaki yerde, ıhlamurların gölgesinde ve her zaman oturduğumuz kanepede oturmaya gittik. Oradan korular, tarlalar görülebilirdi. Üç gün geçtiği hâlde Serj Mihaloviç bizi görmeye gelmemişti. Mahsulleri görmeye geleceğini bildiğimiz için bugün kendisini dört gözle bekliyorduk.

      Filhakika saat ikiye doğru onun yüksekte bir çavdar tarlası arasından geçtiğini gördük. Maşa bana bakıp gülümseyerek onun sevdiği şeftalilerden getirmelerini hizmetçilere emrettikten sonra kendisi kanepenin üstünde uzandı, kestirmeye başladı. Ben bir ıhlamur dalı kopardım. Kabuğundan ve yapraklarından usaresi sızan bu dal ile Maşa’yı yelpazelerken bir taraftan da elimdeki kitabı okuyor ve ikide bir onun geleceği tarlalar arasındaki yola göz atıyordum. Sonya da yaşlı bir ıhlamur ağacının dibine oturmuş yeşilliklerden bebeğine beşik yapıyordu.

      Hava çok sıcaktı. Hiç esmiyordu. Fırına girmişiz gibi pişiyorduk. Ufuklarda büyük bir çevre yapan bulutlar sabahleyin kararmıştı. Havada, beni her zaman sinirlendiren bir bora tehdidi vardı. Fakat öğleden sonra bu bulutlar dağılmış, güneş, tertemiz mavi bir gök ortasında parlamaya başlamıştı. Gök gürlemeleri yalnız bir tarafta ve gökle yerin birleştiği yerde, ağır bir bulutun derinliklerinde parıltılarla yuvarlanıyor, tarlaların tozuna karışan uzak bulutlarda şimşekler soluk zikzaklar yapıyordu. Hiç olmazsa bizim için o gün korkacak bir şey olmadığı belli idi. Bundan dolayı bahçenin arkasında ve görülebilen kısmında kâh yük arabalarının ağır ve uzun gıcırtıları, kâh karşılaşan boş talikaların16 gürültülü sarsıntıları duyuluyor, gömlekleri rüzgârdan uçan arabacıların acele adımları görülüyordu. Bunların kaldırdığı kalın toz tabakası ne uçup dağılıyor ne de yere iniyor, bilakis bahçenin temiz yeşillikleri ile etrafındaki çitlerin üstünde asılı gibi durup kalıyordu. Ötede zahire ambarının bulunduğu yerde başka sesler, başka tekerlek gıcırtıları işitiliyor ve yavaş yavaş avlunun yanına taşıtılan

Скачать книгу


<p>14</p>

Nevüma: Bir derece, bir suretle. (e.n.)

<p>15</p>

Sakit: Susmuş, sessiz. (e.n.)

<p>16</p>

Talika: Dört tekerlekli, üstü kapalı, yaylı bir tür at arabası. (e.n.)