Olesya. Александр Куприн

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Olesya - Александр Куприн страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Olesya - Александр Куприн

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      “Hayırdır?” diye sordum kendisine gerinerek yorganın altında.

      “Geceleyin ortalıkta çok tavşan gezinmiştir muhtemelen. Şimdi çok iz vardır etrafta. Ne dersiniz, gidelim mi Panovka köyüne?”

      Gördüğüm kadarıyla Yarmola, ormana gitmek için can atıyordu. Ancak bu tutku dolu isteğini sahte kayıtsızlığıyla gizlemeye çalışıyordu. Gerçekten de bir de baktım ki barut gazlarının aşındırdığı namlu demiri, birkaç teneke yamayla süslenmiş olsa da hiçbir su çulluğunun kendisinden kurtulamadığı teklisi masanın üzerinde duruyordu bile.

      Ormana girer girmez rast geldik tavşan izine. Yan yana iki iz, arka tarafta arka arkaya iki iz. Demek ki tavşan yola çıkmış, iki yüz sajen -dört yüz otuz metre kadar- gittikten sonra yoldan devasa bir sıçrayışla atlayarak genç çam ormanına girmiş.

      “Evet, şimdi onun etrafından dolaşacağız.” dedi Yarmola. Şöyle bir görseydi, bir atışta yere yatırırdı onu. “Beyim, siz devam edin gitmeye…” Yarmola daha sonra sadece kendisinin bildiği beni göndereceği yeri düşünmeye başladı. “Siz eski hana varıncaya kadar gidin. Ben ise Zamlın’ın etrafından onun önünü kesmeye çalışacağım. Köpek onu kovmaya başlar başlamaz, karga gibi gaklayıp haber veririm size.”

      Ve bundan sonra tamamen kayboldu Yarmola. Gür çalılığın içinde sanki yer yarılmış, yerin içine girmişti. Etrafımı dinlemeye başladım. Ancak bu kaçak avcının hareketine dair hiçbir ses duyamadım. Ayağındaki hasır postallarıyla basarak kırdığı hiçbir dal sesi de duyulmuyordu.

      Yavaş adımlarla ilerleyerek yani eski hana, içinde kimsenin yaşamadığı şu virane ahşap eve ulaştım. Sonra ormanın kenarında, sadece bedeni kalmış ulu ve çıplak bir çam ağacının altında beklemeye başladım. Kışın rüzgârsız bir gününde, ormanları kaplayan bir sessizlik vardı her tarafta. Ağaçların dallarına yapışan katı kar topakları, onları aşağı doğru sarkıtıyordu. Bu da çam ağaçlarına bayram sevincini andıran o harika yılbaşı ağacı görüntüsünün yanı sıra soğuk bir hava veriyordu. Bir süre sonra ağaçların üst dallarından birisi çıtırdayarak kırılıyordu. Kırılan dalın diğer dallara vura vura düşme sesi ise çok net bir şekilde duyuluyordu. Kar, güneşi görünce pembeleşiyor, gölgede kalınca da mavileşiyordu. İçimi büyüleyici ve soğuk bir sessizlik kaplamaya başlamıştı. O anı yaşadığım zamanın, ne kadar yavaş ve sessiz bir şekilde akıp gittiğini düşünüyorum.

      Ancak birden uzaklarda, çok uzaklarda Riyabçik’in havlama sesini duydum. Bu ses vahşi bir hayvanı arayan karakteristik ince, boğuk ve kızgın, cıyaklamaya kadar varan bir köpek havlamasıydı. İşte aynı anda Yarmola’nın, köpeğin peşinden sert ve bağıran sesini de duymaya başladım: “Hadi, ööldür, ööldür onu.” Kelimenin ilk hecesi uzun tiz ve falsoluydu. İkinci hecesi ise dalgalı bas notasıylaydı. (Bu Palesye avcılığına ait olan çığlık fiilinin “ubivat” fiilinden türemiş olduğunu, ben çok daha sonraları fark etmiştim.)

      Bana öyle geliyordu ki uluma sesinin geldiği tarafa bakıldığında, köpek benim sol tarafımdan koşuşturuyordu. Ben de av hayvanını yakalayabilmek için alelacele bir şekilde tarlanın içinden geçtim. Ancak henüz yirmi adım atmışken kütüğün arkasından kocaman bir gri tavşan fırladı. Sanki hiç acelesi yok gibiydi. Uzun kulaklarını arkaya yaslayarak, kesik ve yüksek sıçrayışlarla yolun karşısına geçip büyümekte olan ormanın içinden kayboldu. Riyabçik ise hemen peşinden fırladı. Beni görünce de kuyruğunu sallamaya başladı. Dişleriyle yerdeki kardan çabucak biraz ısırık aldıktan sonra tekrar başladı tavşanı kovalamaya.

      Yarmola birden sessizce çıktı çalıların gerisinden.

      “Beyim, hayırdır kesemediniz mi yolunu?” diye seslendi diliyle “çı, çı, çı” yaparak.

      “Uzaktaydım çünkü… Yaklaşık iki yüz adım uzaktaydım.”

      “Neyse, sorun değil. Elimizden kaçamaz o! Siz, İrinov yoluna çıkın. Tavşan şimdi oraya gelecektir.”

      Ben İrinov yoluna doğru gitmeye başladım. Gerçekten de iki dakika sonra filan bir de duydum ki köpek yine koşuşturuyor yakınlarımda bir yerde. Kendimi kaptırdığım avcı heyecanıyla ve elimde ateş etmeye hazır tuttuğum tüfekle dalları kıra kıra, sert darbelerine aldırış etmeden gür çalılığın içine doğru koşmaya başladım. O kadar çok koşmuştum ki nefes nefese kalmıştım. Tam bu sırada köpeğin havlama sesleri kesilmişti. Sessizce ilerlemeye devam ettim. Şöyle dümdüz gidersem İrinov yolunda Yarmola’yla mutlaka karşılaşırım sanıyordum. Ancak çok geçmeden anladım ki çalıları ve kütükleri eğe eğe koşarken yolu hiç aklıma getirmemiş ve kaybolmuştum. Yarmola’yı çağırmaya başladım. Ancak cevap vermiyordu.

      Bu sırada gayriihtiyari olarak ileri doğru gittikçe gidiyordum. Ormanlık alan seyrekleşiyor, zemin yumuşuyor ve topak topak olmaya başlıyordu. Ayağımı bastığım izlerim hemencecik kararıyor ve içlerine su doluyordu. Hatta birkaç defa dizlerime kadar batmıştım. Bu nedenle yumuşak bir halıyı andıran yoğun yosunların kapladığı tümseklerin üzerinden atlaya atlaya gitmek zorunda kalıyordum.

      Bir süre sonra çalılık tamamen bitti. Şimdi karşımda kefenin altından başlarını çıkarmakta olan seyrek tümseklerin bulunduğu karla kaplı, büyük ve yuvarlak bir bataklık vardı. Bataklığın tam karşısında, ağaçların arasında ise bir ahşap evin beyaz duvarları göz kırpıyordu. “Herhâlde İrinov Ormanı’nın bekçisinin evidir.” diye düşünmüştüm. “En iyisi şu kulübeye gidip yolu sorayım.”

      Ancak ahşap eve kadar gitmek o kadar da kolay değildi. Çünkü bataklığa her dakika daha çok sıkışıyordum. Çizmelerim su geçirmeye başlamıştı. Her adım atışımda yüksek sesle vıcık vıcık ediyorlardı. Sonunda dayanılmaz bir hâl aldılar. Ben de onları çıkarıp elime aldım.

      Nihayet bu bataklığı geçmeyi başarabilmiştim. Küçük bir tepeye çıkmıştım. Artık ahşap evi daha iyi seçebiliyordum. Bu sıradan bir ahşap ev değildi. Masallarda geçen tavuk ayakları üzerinde duran cadı kulübesiydi. Nitekim kulübenin taban kısmının yerle teması yoktu. Büyük bir ihtimalle ilkbaharda tüm İrinov Ormanı’nı kaplayan taşkınlar ve seller dikkate alınarak kazıklar üzerine inşa edilmişti. Ancak zamanla evin bir tarafı çökmüştü. Bu durum da kulübeye ayağı aksak ve kasvetli bir görüntü veriyordu. Pencerelerinde cam yoktu. Camların yerinde dışarıdan kambur şeklinde şişmiş olan pasaklı paçavralar vardı.

      Sürgüye basıp kapıyı açtım. Ahşap evin içerisi çok karanlıktı. Zaten uzun süre kara baktığım için gözlerimin önünde mor daireler uçuşuyordu. Bu nedenle ahşap evde kimse olup olmadığını uzun süre seçememiştim.

      “Ey ahali! Kimse yok mu evde?” diye sordum yüksek sesle.

      Sobanın yanında bir şeyler kımıldıyordu. Daha da yakına gidince yerde oturmakta olan yaşlı bir kadını gördüm. Yaşlı kadının önünde ise kocaman bir yığın tavuk tüyü vardı. Yaşlı kadın, her bir tüyü tek tek alıyor ve yumuşak tüylü kısmını sıyırıp sepete, sert kıkırdak kısmını ise yere atıyordu.

      “Evet, İrinov Cadısı Manuyliha işte bu.” diye bir şimşek çaktı kafamda biraz daha dikkatlice bakınca yaşlı kadına. Bu cadı; halk destanlarının

Скачать книгу