Olesya. Александр Куприн
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Olesya - Александр Куприн страница 5
![Olesya - Александр Куприн Olesya - Александр Куприн](/cover_pre1259488.jpg)
“İyi niyetli insanlar önceleri bana sanırım Manuyliha diyorlardı… Ancak şimdilerde ördek diye onurlandırıyorlar.” Rutin işini yapmaya ara vermeyerek düşmanca bir tavırla “Bir şey mi istemiştin?” diye sordu.
“Kayboldum da büyükanneciğim. İçecek süt var mı sende acaba?”
“Süt müt yok!” dedi yaşlı kadın öfkeyle keserek sözümü. “Sizin gibiler çoktur ormanda gezinen… Herkese süt yetiştiremezsin, herkesi doyuramazsın ki!”
“Yapma be anneciğim. Hiç de şefkatli karşılamıyorsun misafiri.”
“Haklısın, anneciğim. Hiç de şefkatli karşılamıyorum sizi. Maalesef sizin için özel turşu yedeklemiyoruz. Yorulduysan eğer, otur şuraya. Seni bu ahşap evden kimse kovmaz merak etme. Biliyor musun bir atasözümüz şöyle der: ‘Oturmaya, düğünümüzde oynamaya gelin bizim höyüğümüze, yemek işini ise birlikte düşünelim.’ İşte böyle anneciğim.”
Bu deyiş, beni bir defa daha inandırdı ki yaşlı kadın gerçekten de bu dünyanın yabancısı. Çünkü buranın halkı, kuzeyli gevezelerin ukala bir şekilde söyledikleri ifadelerdeki bu keskin ve beliğ anlamları kavrayamazlar. Bu arada yaşlı kadın otomatiğe bağladığı işine devam ederken bir yandan da kendi kendine belli belirsiz, zar zor duyulan bir şeyler geveliyordu. Ben ise birbiriyle ilişki kuramadığım, sadece son söylediği sözleri yakalayabiliyordum. “Manuyliha Teyze dediğin işte böyle… Ne olduğum bile belli değil… Gençlik günlerim gideli çok oldu… Ayaklarını sürte sürte giden, tam bir saksağan gibi vır vır konuşan yaşlı bir karıyım ben artık.”
Bir süre sessizce dinledikten sonra, aniden karşımdakinin çıldırmış bir kadın olduğunu düşünmeye başladım. Bu da bende derin bir korku hissi uyandırdı.
Her şeye rağmen etrafa göz atma imkânım oldu. Kulübenin büyük bir bölümünü dökülmekte olan ocak kaplıyordu. Ön köşede hiçbir eşya yoktu. Duvarlarda ise mor köpekli, yeşil bıyıklı sıradan avcılarının ve kimsenin tanımadığı general portrelerinin üzerine kuru ot demetleri, buruşuk kök bağları ve kap kacak asılıydı. Burada ne bir baykuş ne de bir kara kedi çarptı gözüme. Ancak ocağın üzerinden iri yarı iki adet benekli sığırcık, şaşkın ve kuşkulu bir şekilde bakıp duruyordu bana.
“Büyükanneciğim, en azından içecek suyunuz da mı bulunmaz sizin?” diye sordum sesimi biraz yükselterek.
“Bak işte şurada leğende.” dedi yaşlı kadın kafasını sallayarak.
Su, pas tutmuş bataklığı andırmaktaydı. Yaşlı kadına teşekkür ettikten sonra -ki bu teşekkürüme aldırış bile etmemişti- kendisine ana yola nasıl gideceğimi sordum.
Yaşlı kadın, birden kafasını kaldırıp cansız tavuk gözleriyle dikkatlice süzmeye başladı beni. Sonra çabucak homurdandı:
“Hadi, hadi yoluna git! Aferin, aferin sana. Buralarda oyalanma. Misafir, davet edildiğinde değerlidir… Hadi git, git babacığım.”
Bu sözlerden sonra gerçekten de gitmekten başka yapacak bir şeyim kalmadığını hissediyordum. Ancak bu kaba yaşlı kadını birazcık olsun yumuşatabilmek için birden aklıma son silahımı kullanmak geldi. Cebimden gıcır gıcır bir çeyreklik çıkarıp Manuyliha’ya uzattım. Yanılmadım da hani. Çünkü yaşlı kadın parayı görür görmez canlandı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Düğüm düğüm olmuş titrek parmaklı, kambur elini parayı almak için uzattı.
“Hayıır, hayıır. Öyle kolay değil Manuyliha anneciğim! Öylesine vermem sana.” dedim parayı saklayıp kızdırarak. “Hadi bir falıma bak bakayım!”
Cadının kırışık kahverengi suratı buruşuvermişti. Sanırım falıma bakıp bakmama konusunda biraz kararsız kalmıştı. Gözlerini de parayı sakladığım yumruğumdan alamıyordu. Ancak para hırsı galip geldi.
“Hadi, gel gel. Öyleyse gel şuraya.” dedi mırıldanarak oturduğu yerden zar zor kalkıp. “Aslında artık kimseye fal açmıyorum canım benim. Unutmuşum fal açmayı çoktandır… Yaşlandım, yaşlandım. Gözler görmüyor ki… Ancak senin hatırını kırmak olmaz.”
Duvarlara tutuna tutuna, kamburlaşmış bedenini her adımda titrete titrete masaya yaklaştı. Zamana yenik düşerek, sararıp şişmiş olan kâğıt destesini çıkardı. Kâğıt destesini karıştırdıktan sonra önüme doğru açtı.
“Çek şuradan bir kart sol elinle. Çek bakayım… Tüm samimiyetinle çek.”
Yaşlı kadın, parmaklarını tükürükledikten sonra alacağı paranın karşılığını vermek için çabalamaya başladı. Sanki keçeleşmiş hamurdan yapılmış gibi olan kâğıtlar, masaya öyle bir sesle düşüyordu ki sekiz köşeli yıldız şeklini alıyordu. Son kâğıt ters bir şekilde düşüp, papazın üzerini kapatınca Manuyliha elini uzatıp:
“Parayı görelim, beyim… Mutluluklar senin olacak, zenginlik seni bulacak…” dedi şakırdayarak tipik dilenci Çingene sesi tonuyla.
Hazırlamış olduğum parayı uzattım kendisine. Yaşlı kadın, maymun hızıyla kavradığı parayı ağzının içine alarak yanaklarının arasında kaybetti.
“Uzun bir yolculuktan sonra kısmetin açılacak.” diye başladı konuşmaya bilindik tekerlemeyle. “Kare kızı, resmî bir kurumda önemli bir görüşme yapacaksın demektir. Sinek papazı, yakında beklenmedik bir haber alacağına işarettir. Başın biraz ağrıyacak ancak sonunda yine yüklü miktarda para geçecek eline. Büyük bir arkadaş grubuna katılacak, sarhoş bir hayat yaşayacaksın… Bu sarhoşluk berduşluk derecesinde olmasa da hatırı sarılır derecede içki müptelası olacaksın. Çok uzun bir ömür süreceksin, eğer altmış yaşına geldiğinde ölümle karşılaşmazsan tabii…”
Yaşlı kadın birden duraksadı. Kafasını kaldırıp sanki bir şey dinliyormuş gibi kulak kabartmaya başladı. Kendisiyle birlikte ben de kulak kesildim. Bir kadın sesi; tiz, güçlü ve enerjik bir şekilde şarkı söyleyen bir kadın sesi yaklaşıyordu ahşap eve:
Bir açıyor, çiçek bir açmıyor
Eğiliyor, ahududu dalı eğiliyor
Ne gerçek ne rüya bu
Eğiliyor, başım eğiliyor.
“Tamam, yeter bu kadar. Git hadi git artık.” Endişeli bir şekilde koşuşturmaya başladı yaşlı kadın, eliyle itip uzaklaştırarak beni masadan. “Fazla oyalandın bu yabancı evde. Git hadi yoluna…”
Yaşlı kadın paltomun kolundan tutup beni ahşap evin kapısına kadar götürüyordu sürüklercesine. Yüzünü vahşi bir endişe kaplamıştı.
Şarkı söylemekte olan o ses, birden ahşap evin dibindeymişçesine gelmeye başladı. Kapının demir mandalı gürültülü bir şekilde çatırdadı. Birden ardına kadar açılan kapıdan giren ışıkta, etrafına gülücükler dağıtan babayiğit bir kız görünmeye başladı. İçinden kırmızı boyunlu ve pırıl pırıl parlayan gözleri olan, küçücük üç başın uzandığı çizgili