Olesya. Александр Куприн
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Olesya - Александр Куприн страница 6
“Bir dakika güzelim.” dedim genç kıza. “Gösteriver bana İrinov yolunu lütfen. Yoksa yüzlerce yıl harcasam da sizin bu bataklığınızdan çıkamayacağım bir türlü.”
Yalvarırcasına söylediğim bu sözler, genç kızı etkileyerek yumuşatmış olacak ki ispinoz kuşlarını ocağın üzerine, sığırcık kuşlarının yanına dikkatlice yerleştirdikten sonra çıkarmış olduğu abasını tezgâhın yanına bırakıp sessizce çıktı ahşap evden.
Ben de peşine takıldım.
“Bu kuşların hepsi de evcil mi?” diye sordum genç kıza arkasından yakalamaya çalışırken.
“Evcil, evcil.” diye kesik kesik cevap verdi yüzüme dahi bakmadan. “İşte, bakın.” dedi çitin yanına gelince durarak. “İşte orada, çamların arasında gözüken yolu görüyor musunuz? Görüyor musunuz?”
“Görüyorum, görüyorum…”
“İşte bu yoldan dosdoğru gidin. Meşe kütüğüne kadar devam edin. Oraya gelince sola dönün. Sonra orman boyunca dümdüz gitmeye devam edin. İrinov yolu karşınıza çıkacaktır.”
Genç kız bana yolu göstererek, tarif etmek için kolunu uzattığında gayriihtiyari olarak kendisine bakıp durmuştum. Alın kısımlarının üst tarafından, çenelerinin alt kısımlarına kadar olan kısımları çirkin bir eşarpla kapatan ve hepsinin yüzünde de aynı korkunç ifade olan yerli kızlara hiç mi hiç benzemiyordu. Henüz tanışamadığım bu genç kız; yirmi yirmi beş yaşlarında, uzun, esmer güzeli bir kızdı. Zayıf ve düzgün bir fiziğe sahipti. Geniş beyaz gömlek, rahat ve güzel bir şekilde sarmıştı genç ve diri göğsünü. Yüzünde doğal bir güzellik vardı. Kendisini bir defa gören, bir daha unutamazdı. Ancak ona hemencecik alışmak da kolay değildi. Onu tasvir etmek bile zordu. Her şeyin sırrı ise gözlere kurnazlık, saflık ve baskın karakter veren ve üst kısmında ortasından ikiye kırılmış olan kaşların bulunduğu çakmak çakmak parlayan şu kocaman kara gözlerde, koyu pembe ciltli dudakların bilerek eğilmiş olan kıvrımlarında saklıydı. Dudaklarının alt kısmı biraz daha dolgun ve dışa doğru çıkıktı. Bu da kendisine kararlı ve kaprisli bir görünüm veriyordu.
“Bu ıssız yerde tek başınıza yaşamaktan korkmuyor musunuz, acaba?” diye sordum, çite yaklaşınca.
Genç kız aldırış etmeden salladı omuzlarını.
“Neden korkacakmışız? Kurtlar buralara kadar gelemez.”
“Sadece kurtlar değil ki korkulacaklar… Karlar altında kalabilirsiniz, sonra yangın çıkabilir mesela… Her şey olabilir şu hayatta. Siz burada yapayalnızsınız. Yardımınıza hemencecik koşacak kimseleri bulamazsınız.”
“Çok şükür ki böyle bir şey yok!” diyerek küçümser bir tavırla salladı elini. “Bir de şu yaşlı kadınla beni rahat bıraksalar çok daha iyi olurdu ya…”
“Hayırdır?”
“Çok bilirseniz çabuk yaşlanırsınız.” diyerek kestirip attı beni genç kız. “Sahi, siz kimsiniz?” diye sordu endişeli bir şekilde.
Bu genç kızla yaşlı kadının, hükûmetin adamlarından birilerinin baskısından korkmuş olduklarını tahmin etmem zor olmamıştı. Bu nedenle kendisini sakinleştirmeye başladım hemen.
“Yo, yo! Lütfen, endişelenme hemen öyle. Ben ne başçavuş ne kelem müdürü ne de vergi memuruyum. Yani, ben herhangi bir bürokrat filan değilim.”
“Gerçekten mi? Doğru mu söylüyorsunuz?”
“Sana yemin ederim. Allah’a yemin olsun ki tamamen yabancı birisiyim ben. Buraya birkaç aylığına ziyarete gelmiştim sadece. Sonra da çekip gideceğim. Eğer istemezsen burada olduğumu ve sizinle görüştüğümü kimseye söylemem bile. Bana inanıyor musun?”
Genç kızın yüzü biraz berraklaşmaya başlamıştı.
“Peki. Mademki yalan söylemeyip doğru söylüyorsunuz, söyleyin bakalım buraya bizim hakkımızda bir şeyler duyduğunuz için mi geldiniz yoksa öylesine kendi kendinize mi uğradınız?”
“Şey, aslında ben de bilmiyorum sana nasıl anlatacağımı. Duymasına duydum da… Doğrusunu söylemek gerekirse bir gün buraya, sizi ziyarete gelmeyi planlamıştım. Ancak bugün tamamen tesadüf oldu, kaybolduğum için geldim. Peki, söyle bakayım şimdi. Neden korkuyorsunuz insanlardan? İnsanlar size ne gibi kötülükler yapıyor ki?”
Genç kız, bana şüpheli şüpheli ürkek bir şekilde bakmaya başladı. Ancak vicdanım rahattı. Bu nedenle bu dik bakışlara gözümü kırpmadan sabrediyordum. Bir süre sonra heyecanlı heyecanlı anlatmaya başladı:
“Çok çekiyoruz şu resmî makamlardan… Hani sıradan memurlar neyse de müdürler var ya müdürler… Başçavuş geliyor, alıyor. Emniyet müdürü geliyor, alıyor. Üstelik rüşvet almadan önce kadıncağızı taciz ediyorlar. ‘Seni gidi cadı, seni gidi iblis, seni gidi köle…’ diyorlar. Aah! Aah! Daha neler neler söylüyorlar!”
“Sana dokunmuyorlar, değil mi?” diye çıktı ağzımdan patavatsızca bir soru.
Genç kız, mağrur bir öz güvenle salladı kafasını aşağı yukarı ve kısık gözlerinde pis bir kutlama ışığı çakıverdi…
“Dokunmuyorlar. Bir defasında kadastro memurlarından birisi dokunmaya kalkıştı. Canı okşanmak çekmiş zahir… Öyle bir okşadım ki kendisini, hâlâ unutamıyor nasıl okşadığımı.”
Bu gülünç ve gülünç olduğu kadar kendi çapında gurur verici olan sözlerde öyle vahşi bir özgürlük hissediliyordu ki kendime şöyle düşünmekten alamamıştım: “Hani Palesye Ormanı’nda büyüdüğün her hâlinde belli oluyor. Seninle şaka yapmak bile tehlikeli.”
“Biz dokunmuyoruz ki kimseye!” diye devam etti sözlerine, biraz daha fazlaca güvenerek bana. “Bizim insanlara da ihtiyacımız yok zaten. Sadece yılda bir defa iniyorum şehre, o da sabun ve tuz almak için… Ha bir de büyükanneme çay almak için. Çayı çok seviyor da. Yoksa kimsenin yüzünü görmek bile istemiyoruz.”
“Evet, evet. Gördüğüm kadarıyla insanların yokluğundan şikâyetçi değilsiniz hiç… Peki, daha sonra birkaç dakikalığına yanınıza uğramama izin var mı?”
Genç kız gülmeye başladı. Tuhaf ve hiç beklenmedik şekilde çehresi değişti o güzel yüzünün! Biraz önceki kabalığından eser bile kalmadı. Birden utangaç, daha berrak ve çocuksu hâl aldı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив