Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Antikacı Dükkânı - Чарльз Диккенс страница 13
Bn. Jiniwin, kapıya yakın bir iskemleye oturup, sanki hiçbir şey yapmamaya kararlıymış gibi kollarını kavuşturdu; isyan etmeye hazırlanıyormuş gibi yaptı ama kızının bir iki kelime fısıldaması, damadının, nazikçe, baygınlık mı geçirmekte olduğunu sorması, yandaki bölmede bol miktarda soğuk su bulunduğunu da hatırlatması bu belirtileri ortadan kaldırdı; kadıncağız somurtuk bir çaba içinde, emredilen kahvaltı hazırlığına kendisi girişti.
Ana kız çalışırlarken, Daniel Quilp de yandaki odaya geçti, yüzünü pek berbat bir havluyla sözüm ona silmeye başladı; bu da adamın derisini eskisinden daha kirli bir hâle getirmişti. Yalnız, adam bununla uğraşırken temkinliliği, meraklılığı da elden bırakmamıştı. Her zamanki sert, kurnaz suratıyla, arada sırada şu basit işi bile yarım bırakıp, bitişik odadakilerin kendisinden söz etmeleri ihtimalini bildiği için, onların konuşmalarını dinliyordu.
Kısa süren bir çabadan sonra:
– A! Kulaklarımın üzerindeki havlu değilmiş! dedi. Ben de öyle düşünmüştüm ya! Ben küçük bir kambur haydudum, bir canavarım, öyle mi, Bayan Jiniwin?
Bu keşfinden duyduğu sevinç, cücenin o eski köpek gülüşünün iyicene belirmesini sağlamıştı. Gülmesi iyice geçtikten sonra, yine pek köpekçe bir tavırla silkindi, hanımların yanına gitti.
Sonra bir aynanın karşısına geçti, boyun atkısını bağlamaya koyuldu. Tam bu sırada Bn. Jiniwin de, onun arkasında olduğu için, şu zalim damadına yumruğunu sallama isteğine karşı koyamamıştı. Bu, bir anlık hareketti ama kadıncağız tehdit dolu bir bakışla yumruğunu sallarken, aynada damadıyla göz göze geldi. Aynaya bakarken, o dili dışarı fırlamış korkunç, şekilsiz surat gözüne çarptı. Sonra, cüce, arkasına dönerek, pek dalgın, sakin bir tavırla, müthiş şefkat dolu bir sesle sordu:
– Şimdi nasılsınız bakayım, benim sevgili hanımefendiciğim?
Bu olay pek hafif, pek tuhaf olmasına karşın, Quilp’e öylesine düşmanca bir hava vermişti ki yaşlı kadın da akıllı, bilgili olduğundan, bir tek kelime bile söyleyemeyecek derecede korkmuş, olağanüstü bir nezaketle sofraya götürülmesine ses çıkaramamıştı. Ama işte orada, cücenin az önce yaratmış olduğu hava kayboluverdi; çünkü, haşlanmış yumurtayı kabuğuyla mabuğuyla yiyor, bir yandan tütün çiğnerken bir yandan da su teresi geveliyor, koca koca karidesleri başıyla, kuyruğuyla atıştırıyor, kaynar çayı gözünü bile kırpmadan içiyor, çatalını, kaşığını eğinceye kadar ısırıyordu. Kısacası, cüce öylesine korkunç, görülmemiş hareketler yapıyordu ki kadınların korkudan akılları başlarından gitmiş, bu adamın gerçekten bir insan olmasından şüphe etmeye başlamışlardı. Quilp bunları, kendisine özgü düzenin daha başka hareketlerini yaptıktan sonra, pek itaatli, pısırık bir havaya bürünerek, kadınlardan ayrıldı, ırmak kıyısına indi, kendi adını taşıyan iskeleye gitmek üzere kayığa bindi.
Daniel Quilp için güzel havanın kendisini şemsiye taşımak zahmetinden kurtarmasından başka bir özelliği yoktu. Cüce, iskeleye çıktıktan sonra, sanki oradan gelip geçenlerin bünyesine uysun diye bileşiminde bol suyla çamur bulunan dar bir yolda ilerlemeye koyuldu. En sonunda, gideceği yere varınca da gözüne ilk çarpan şey, havaya dikilmiş pek biçimsiz, eciş bücüş, ancak bir oğlan çocuğa ait olabilecek boyda bir çift bacak oldu. Acayip bir şey olan, takla atmayı da doğuştan pek seven çocuk şimdi de amuda kalkmış, ırmağı bu acayip durumda seyrediyordu. Efendisinin sesini duyar duymaz da ayaklarının üzerine basıp durmuştu. Başı normal duruma gelir gelmez Quilp oğlanı iteleyip kakaladı.
Oğlan onun elini, dirseğinin birini bırakıp öbürüyle iterek:
– Beni rahat bırak, dedi. Bırakmazsan hiç de hoşuna gitmeyecek bir şey yersin ha, bak karışmam!
Quilp:
– Seni gidi köpek seni! diye tısladı. Bana karşılık verirsen kızgın demir çubukla döverim seni, paslı çiviyle berelerim, gözlerini oyarım! Yapar mıyım, yaparım!
Cüce bu tehditlerle yine yumruğunu sıktı, ustalıkla, çocuğun dirseklerinin arasından başını yakalayıp, o başını iki yana kaçırdıkça yumruğunu da baştan yana götürerek üç, dört kuvvetli yumruk indirdi. Yapacağını yaptıktan, bunun üzerinde de hayli durduktan sonra çocuğu bıraktı.
Oğlan başını sallayıp, daha kötü bir ihtimale karşı hazırlıklı olabilmek için dirseklerini ileriye doğru uzatarak:
– Bir daha yapamazsın ki! dedi. Hadisene, denesene!
Quilp:
– Tek dur, köpek sen de! dedi. Bir daha yapmayacağım, çünkü istediğim kadar vurdum. Hey, al şu anahtarı!
Oğlan ağır ağır yaklaşarak:
– Niye kendi boyunda birine saldırmıyorsun? diye sordu.
Quilp:
– Benim boyumda insan nerede var, köpek herif! diye karşılık verdi: Al şu anahtarı, yoksa onunla beynini oyarım ha! Gerçekten de konuşurken anahtarın tutacak yeriyle oğlana bir vurdu. Hadi, şimdi yazıhaneyi aç bakalım!
Oğlan, suratla, başlangıçta homurdanarak, arkasına bakıp da Quilp’in kendisini dikkatle izlemekte olduğunu görünce sakin sakin, emri yerine getirdi. Şu çocukla cüce arasında garip bir benzerlik bulunduğunu da burada belirtebiliriz. Birinin dayağı, korkutmaları, öbürünün de kötü sözleri, karşı koymaları nasıl doğmuş, nasıl filizlenmiş, gelişmişti, burası belli değildi. Hiç şüphesiz ki Quilp bu çocuktan başka hiç kimsenin kendisine karşı gelmesine meydan bırakacak adam değildi. Hiç şüphesiz ki oğlan da, canı istediği anda kaçabilecek durumda olduğu hâlde, Quilp’ten başkasının kendisini alt etmesine göz yumacak yaradılışta değildi.
Quilp ahşap yazıhaneye girerek:
– Sen şimdi iskeleyle meşgul ol, dedi. Bir daha başının üstünde durursan bacaklarından birini keserim!
Oğlan buna karşılık vermedi ama Quilp içeri kapanır kapanmaz kapının önünde yine amuda kalktı, ellerinin üzerinde geri geri yürüdü, orada durdu; sonra, karşıya geçti, gösteriyi tekrarladı. Aslında yazıhanenin dört köşesi vardı ama oğlan belki Quilp bakıyordur diye pencerenin bulunduğu yana gitmedi. Akıllıca bir davranıştı bu; çünkü, gerçekte, cüce de, oğlanın niyetini bildiği için, biraz geride, elinde kaba saba, çivili bir odun parçasıyla pusuda bekliyordu, bununla oğlanın canını yakabilirdi.
Bu yazıhane pis bir odacıktı; içinde de eski, sarsak bir yazı masası, iki sandalye, bir şapka asacağı, eski bir yıllık, boş bir hokka, bir kalem sapı, hiç değilse on sekiz yıldan beri işlememiş bir duvar saatinden başka bir şey yoktu. Daniel Quilp şapkasını kaşlarının üstüne çekip masanın üzerine tırmandı, küçük gövdesini eski bir alışkanlıkla masaya boylu boyunca uzatıp rahat bir uykuya daldı; geceki uykusuzluğunun acısını uzun, derin bir uykuyla çıkarmak istiyordu besbelli.
Uyku derin olmasına belki derindi ama uzun sürmedi. Aradan ancak bir çeyrek saat geçmişti