Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Antikacı Dükkânı - Чарльз Диккенс страница 9
Yaşlı adam elini kızın eline koyup şunları söylerken aşağı yukarı benim de düşüncelerime karşılık vermiş oldu:
– Daha mutlu olacağım, Nell. Seni de iyi bir kısmet bekliyor olmalı. Bunu kendim için değil, senin için istiyorum. Yoksa, senin şu günahsız başın öyle sıkıntılara girebilir ki! Bunu aklıma getirdikçe, en sonunda kısmetinin açılacağına inanmamazlık edemiyorum.
Çocuk neşeyle adamın yüzüne baktı ama hiçbir karşılık vermedi.
Yaşlı adam:
– O kısacık hayatının birçok yılını benimle yalnız geçirdin, diyordu. Tekdüze bir hayat yaşadın, kendine yaşıt hiç kimseyi tanımadın, çocukça eğlencelerden yoksun kaldın, seni bu hâle getiren bir yalnızlık içinde kaldın, yaşlı bir adamdan başka kimse tanımadın. Bunları düşündükçe, sana çok eziyet etmiş olmaktan korkuyorum.
Kızcağız, büyük bir şaşkınlıkla:
– Dede! diye bağırdı.
– İsteyerek değil… Hayır, hayır, hayır! Hep senin en neşeli, en güzel insanlarla kaynaşacağın, en iyiler arasında yer alacağın günleri bekledim. Hâlâ da bekliyorum, Nell, hâlâ da bekliyorum. Ya bu arada seni bırakmak zorunda kalırsam! Seni dünyanın dertlerine alıştırdım mı acaba? Şu kuşcağız neyse sen de osun! Hişt, dışarıdan Kit’in sesi geliyor. Onun yanına git, Nell, onun yanına git.
Çocuk kalktı. Telaşla giderken duraladı. Geri döndü, kollarını dedesinin boynuna doladı. Sonra, onu bırakıp, yine telaşla uzaklaştı. Bu sefer, gözlerinden akan yaşları gizleyebilmek için daha da hızlı gitti.
Yaşlı adam telaşlı bir fısıltıyla:
– Kulağınıza bir şey söyleyeceğim, efendim, dedi. Geçen akşam söylediklerinizden huzurum kaçtı. Her şeyi ancak iyi niyetle yaptığımı şimdi de ileri sürebilirim, elde olsa bile, geriye dönebilmek için geç kaldığımı söyleyebilirim… Ki bunu da yapamam ya. Yine de zafere ulaşmayı umduğumu belirtebilirim. Her şey onun iyiliği içindir. Ben yoksulluktan çok çektim; yoksulluğun getirdiği acılardan onu korumak isterim. Annesini, yani benim sevgili yavrumu, genç yaşta mezara götüren o acılardan torunumu korumak isterim. Ona, kolayca tükenecek kadar değil de ömrü boyunca eksiklerden uzak tutacak kaynaklar bırakmak isterim. Dinliyor musunuz, efendim? Onun, birkaç kuruşu değil, serveti olacak… Şişt! Şimdi de başka zaman da bundan fazlasını söyleyemem… İşte oda yine geldi.
Bütün bunların kulağıma dolduruluşu, kolumu tutan titrek el, bana dikilen üzgün, şaşırtıcı gözler, o çılgın, acı dolu tavırları beni şaşkınlıklar içinde bırakmıştı. Bütün duyduklarım, gördüklerim, kendisinin anlattıklarının büyük bir kısmı beni onun zengin bir adam olduğunu düşünmeye yöneltmişti. Adamın huyunu suyunu anlayamamıştım ama bence kazancı hayatlarının tek amacı olarak kabul edip büyük kazanç elde etmeyi başaran, yine de hep sefalet korkusu içinde işkence çeken, kayıplara uğrama, mahvolma korkuları içinde çırpınan o berbat insan taslaklarından biriydi bu adam. Bir türlü anlayamadığım sözleri bu düşünceyle gözden geçirdikten sonra, onun da bu mutsuz kişilerden biri olduğu inancına vardım. Buna hiç şüphe yoktu.
Bu inanç aceleyle düşünmenin bir sonucu değildi; çünkü, o sırada buna fırsat olmamıştı: Çocuk hemen geri dönmüş, Kit’e yazı dersi vermek üzere hazırlığa başlamıştı. Anlaşıldığına göre, Kit haftada birkaç defa ders alıyordu, o gece de ders gecesiydi. Bu dersler öğretmene de öğrenciye de büyük bir sevinç, neşe vermekteydi. Kit, salonda, yabancı bir beyin karşısında oturmayı nasıl ancak uzun bir süre sonra kabul etti; oturduktan sonra da dirseklerini masaya dayayıp nasıl yüzünü iyice deftere yaklaştırdı, satırlara şaşkın şaşkın baktı; nasıl daha kalemi eline alır almaz nasıl saçlarının içine kadar her yanını leke içinde bıraktı; bir harfi doğru yazmışsa başka bir harfi yazmak için hazırlığa girişirken onu nasıl bozdu; her yeni yanlışta Nell’den nasıl körpe bir neşeli çığlık koptu; zavallı Kit kendinden de nasıl içten gelme kahkahalar kopardı; çocuk öğretmeye ne kadar meraklıysa oğlan da öğrenmeye nasıl istekliydi… Bütün bunları anlatmak hiç şüphesiz hak ettiklerinden daha çok yer, zaman alacaktır. Dersin verildiğini, ikindinin geçip akşamın geldiğini, yaşlı adamın yine huysuzlanıp sabırsızlandığını, önceki gibi aynı saatte evden gizlice çıktığını, çocuğun bir kere daha evin kasvetli duvarları arasında yapayalnız kaldığını anlatmak yeter.
Şimdi de, bu hikâyeyi buraya kadar kendi ağzımdan anlatıp kişileri okura tanıttıktan sonra, hikâyenin selameti uğruna, ben ayrılıyorum, eserde sürekli, gerekli yeri olan kişileri, kendi adlarına konuşup davransınlar diye, kendi hâllerine bırakıyorum.
4
Quilpler Tower Hill’de oturuyorlardı. Bn. Quilp, kocasının yokluğunda Tower Hill’e bakan köşkünde oturup düşünceye dalardı. Daha önceden görüldüğü gibi B. Quilp iş için zaman zaman karısını yalnız bırakıyordu.
Evet, B. Quilp’in kazanç yolları pek çeşitliydi, bir sürü işi de vardı ama belirli bir ticareti ya da mesleği olduğu da pek söylenemezdi. Su kıyısındaki o berbat sokaklarda, mahallelerde oturanların hepsinin kiralarını o toplardı; denizcilere, ticaret gemilerinde çalışanlara borç para verirdi; Doğu Hint Şirketi dalgıçlarının çalışmalarından pay alırdı; kaçak sigaralarını gümrük binasının burnunun dibinde tüttürürdü; her gün parlak şapkalı, yuvarlak ceketli adamlarla döviz alışverişi yapardı. Irmağın Surrey kesiminde Quilp İskelesi diye anılan küçücük, fare dolu berbat bir avlu vardı. Bu avlunun içinde de sanki bulutlardan düşüp yere ekilmiş gibi bir toz yığını hâlinde duran küçük, ahşap bir idare binası vardı; birkaç paslanmış çıpa parçası vardı; bir sürü büyük demir halka vardı; bir yığın çürümüş tahta, birkaç yığın da eski bakır levha buruşmuş, kırışmış, dağılmış bir hâlde dururdu. Quilp İskelesi’nde Daniel Quilp gemi hurdacısıydı; yalnız bu görünüşe bakılırsa ya pek küçük çapta bir hurdacıydı ya da gemilerini gerçekten pek küçük parçalara ayırmıştı. Ayrıca, burada pek öyle fazla hayat da büyük bir faaliyet de göze çarpmazdı; çünkü buranın tek insanı kenevir elbiseli,hem suda hem de karada yaşayan yaratıklara benzeyen bir oğlancağızdı. Yaptığı tek iş de bir yığının tepesine oturup sular çekildiği zaman çamura taş atmak, sular kabardığı zaman da elleri ceplerinde durup, huzursuz bir hâlde, ırmaktaki kalabalığı seyretmekti.
Cücenin barınağında kendisiyle Bn. Quilp’in ihtiyaçlarını karşılayacak bölümlerden başka hanımın küçük bir yatak bölmesi de vardı, burası karı kocayla birlikte oturan, boyuna Daniel’le savaş hâlinde bulunan, damadından da hatırı sayılacak derecede çekinen kaynanaya verilmişti. Gerçekten de Quilp denen şu çirkin yaratık, çirkinliğiyle, vahşiliğiyle ya da kurnazlığıyla –artık, neyle olursa olsun, önemi yok ya– bir yolunu bulur, her gün temas ettiği kimseleri, yakınlarını korku salarak etkilemeyi başarıyordu. Güzel, ufak tefek, mavi gözlü sakin bir kadın olan Bn. Quilp’in üzerine yaptığı baskıyı hiç kimseye yapamıyordu. Bu kadıncağız, örneğine pek az rastlanan o garip, delicesine kara sevdaya tutulup