Antikacı Dükkânı. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Antikacı Dükkânı - Чарльз Диккенс страница 7
– Yaşlı adam yeteri kadar dünyalık verip durumu düzeltse, herkesi rahata kavuştursa ne iyi olurdu, değil mi?
B. Swiveller, bu söylevi bir yığın dalgalanmayla, el sallayışıyla tamamladıktan sonra, birdenbire, sanki bir tek kelime ekleyerek bu konuşmasının havasını bozmaktan kendini önlemek istiyormuş gibi bastonun sapını ağzına sokuverdi.
Yaşlı adam torununa dönerek:
– Allah aşkına, sen niye hep beni arayıp eziyet ediyorsun? diye sordu. O sefih arkadaşlarını niye buraya getiriyorsun?Benim hayatımın bir hiç sayılması gerektiğini, fakir olduğumu sana kaç kere söyleyeceğim?
Delikanlı dedesine soğuk soğuk bakarak:
– Ben de her şeyi bildiğimi sana kaç kere söyleyeceğim? diye sordu.
Yaşlı adam:
– Sen yolunu kendin seçtin, dedi. O yoldan git. Nell ile beni de bırak, çalışıp didinelim.
– Nell yakında kocaman bir hanım olacak, senin de inançlarınla yetiştiği için ağabeyi ara sıra gözükmezse onu unutacak.
Yaşlı adam gözleri parlayarak:
– Dikkat et de kardeşin hafızasının en kuvvetli olduğu zamanlarda seni unutmasın, dedi. Dikkat et de sen sokaklarda yalın ayak dolaşırken onun da kendisine ait cicili bicili bir arabayla dolaşacağı günler gelmesin.
Öbürü:
– Yani kardeşim senin paranı aldıktan sonra mı demek istiyorsun? diye sordu. Nasıl da tam bir yoksul adam gibi konuşuyor!
Yaşlı adam sesini alçaltıp, yüksek sesle düşünen biri gibi konuştu:
– Gerçekten, şimdi ne kadar da yoksuluz! Aman! Bu da ne hayat böyle! Bütün bunlar da hiçbir zararı, suçu olmayan, buna karşılık hiçbir işi tıkırında gitmeyen küçük bir çocuk yüzünden. Umut, sabır… Umut, sabır!
Bu sözler delikanlının kulağına gidemeyecek derecede alçak sesle söylenmişti. Dick Swiveller de, bu sözlerin kendi söylevinin o kudretli etkisiyle beliren bir zihin savaşmasını yansıttığını düşünüyormuş gibiydi; bastonunu arkadaşına şöyle bir dokundurup, onun iyi bir karşılık alması ihtimalinin kuvvetli olduğunu, kazançtan pay isteyeceğini belirtti. Bir süre sonra da yanıldığını keşfedince, uykusu gelmiş, canı sıkılmış gibi bir tavır takındı; kapı açılıp da kız görününce de birkaç defa, hemen kalkıp gitmelerini teklif etti.
3
Kızın hemen arkasından içeri pek sert yüzlü yaşlıca bir adam girdi. Cüce denecek kadar ufak tefekti ama başı, yüzü bir devin gövdesine uyacak kadar kocamandı.
Kara gözleri huzursuz, sinsi, kurnaz bakışlıydı; ağzı, çenesi kaba saba bir sakalın kıllarıyla kaplıydı; derisi de hiçbir zaman temiz, düzgün görünmeyen cinstendi. Yüzünün o acayip görünüşünü en çok artıran şey de hiçbir belirli amacı, herhangi bir kötü düşünceyle ilgisi olmayan sırf alışkanlıktan ileri gelen iğrenç gülümsemesiydi. Bu gülümsemeyle ağzının içinde oraya buraya dağılmış, rengi kaçmış birkaç azı dişi gözüküyor, adama soluk soluğa kalmış bir köpek havasını veriyordu.
Kıyafeti de kocaman uzun bir şapka, eskimiş koyu renk bir elbise, bir çift geniş pabuç, buruşuk boynunu açıkta bırakacak kadar kıvrılmış kirli bir beyaz atkıdan ibaretti. Başındaki saç da kırlaşmıştı; şakaklarının üzerinden kısacık, dümdüz kesilmiş bir tutam saç da kulaklarının üzerine doğru sarkıyordu. Kaba saba derili elleri pek kirliydi; tırnakları kıvrık, uzun, sapsarıydı.
Bu özelliklere dikkat etmeye yetecek kadar bol zaman oldu, çünkü bunların uzun uzadıya inceleme yapmadan göze çarpmaları bir yana, ayrıca içlerinden herhangi biri sessizliği bozuncaya kadar da bir hayli zaman geçti. Kızcağız ürkek bir tavırla ağabeyine yaklaştı, elini onun avucuna bıraktı. Cüce de (ondan bu şekilde söz etmemize izin verilirse), oradakilerin hepsine dikkatle baktı. Bu garip, konuğunu besbelli hiç de beklemediği anlaşılan antikacı da canı sıkılmış, utanmış gibiydi.
Cüce, elini gözlerinin üstüne tutarak, dikkatle delikanlıyı dinliyordu.
– Hah! dedi. Bu sizin erkek torununuz olsa gerek, komşu!
Yaşlı adam:
– Olmaması gerek desen daha doğru, diye karşılık verdi. Ama ne çare ki torunum oluyor.
Cüce, Dick Swiveller’i işaret ederek.
– Ya bu? diye sordu.
Yaşlı adam:
– Torunumun bir arkadaşı, dedi. Ona da burada torunuma olduğu kadar yer var.
Cüce öbür yana dönüp dosdoğru beni işaret ederek:
– Ya bu? diye sordu.
– Geçen akşam Nell senin evden dönüşte yolunu kaybettiği zaman onu eve getirmek zahmetine katlanan bir bey.
Küçük adam, çocuğu azarlamak ya da şaşkınlığını belirtmek üzere, ondan yana döndü ama çocuk delikanlıyla konuşmakta olduğu için durdu, konuşulanları dinlemek üzere başını eğdi.
Delikanlı yüksek sesle:
– E, Nelly, diyordu. Sana benden nefret etmeni öğretiyorlar mı, bakayım?
Kızcağız:
– Hayır, hayır! O nasıl söz! Hayır! diye bağırdı.
Ağabeyi, alaylı bir tavırla:
– Belki de beni sevmeyi öğretiyorlardı! dedi.
Çocuk:
– İkisini de yapmıyorlar, diye karşılık verdi. Bana senden hiç söz etmiyorlar. Gerçekten, hiçbir zaman söz etmiyorlar.
Delikanlı dedeye acı acı bir bakarak:
Bak buna şaşarım işte! dedi. Buna gerçekten şaşarım, Nell. Ah, bu meselede sana inanıyorum!
Nelly:
– Ama ben seni çok seviyorum, Fred, dedi.
– Ona ne şüphe!
Kızcağız büyük bir duygululuk içinde:
– Gerçekten seviyorum, diye tekrarladı. Ah, sen onun canını sıkıp üzmesen seni daha çok sevebilirim!
Delikanlı ilgisiz bir tavırla çocuğa yaklaşıp öptükten sonra itip kendinden uzaklaştırırken:
– Ya, dedi. Hadi bakalım, dersini anlattığına göre, şimdi fırla git. Ne mızmızlanıyorsun! Seninle yeteri kadar dost ayrılacağız,