Küçük Lord Fauntleroy. Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Küçük Lord Fauntleroy - Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт страница 3

Küçük Lord Fauntleroy - Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт

Скачать книгу

dediğini duydu. “Soylular ve üst tabaka. Amanın! Çok fena! Lord falan, kötü talih.”

      Kafası gerçekten karışmıştı ama annesinin bütün bu telaşın nedenini söyleyeceğinden emindi, bu yüzden Mary’nin kendi kendine söylenip durmasına ses çıkarmadı. Giyinince alt kata koştu ve salona girdi. Uzun boylu, ince, yaşlı, keskin yüz hatları olan bir beyefendi koltukta oturuyordu. Annesi solgun bir yüzle ayakta duruyordu, gözlerini yaşlı gördü.

      “Ah! Ceddie!” diye haykırdı ve küçük oğlunun yanına koştu, onu kollarının arasına alıp ürkek ve tedirgin bir şekilde öptü. “Ah! Ceddie, tatlım!”

      Uzun boylu yaşlı beyefendi yerinden kalktı ve keskin gözleriyle Cedric’e baktı. Ona bakarken ince çenesini kemikli elleriyle ovuşturuyordu.

      Hiç de hoşnutsuz görünmüyordu.

      “Demek öyle.” dedi sonunda yavaşça. “Demek küçük Lord Fauntleroy bu.”

      II

      Ertesi hafta boyunca Cedric kadar şaşkın bir çocuk yoktu; o hafta kadar tuhaf ve gerçek dışı bir hafta da yoktu. İlk olarak, annesinin anlattığı hikâye çok ilginçti. Anlayana kadar iki üç defa dinlemesi gerekti. Bay Hobbs’ın bunun hakkında ne düşüneceğini tahmin bile edemiyordu. Hikâye kontlarla başlamıştı; hiç görmediği büyükbabası konttu; attan düşüp vefat etmeseydi büyük amcası da zamanı geldiğinde kont olacaktı ve onun ölümünden sonra diğer amcası Roma’da hummadan aniden vefat etmeseydi o da kont olacaktı. Kendi babası da eğer hayatını kaybetmeseydi, kont olacaktı, fakat hepsi vefat ettiği ve geride sadece Cedric kaldığı için görünüşe göre büyükbabasının vefatından sonra o kont olacaktı ve kendisi şimdilik Lord Fauntleroy’du.

      Bunu ilk duyduğunda beti benzi attı.

      “Ah! Canımın içi!” dedi. “Keşke kont olmasam. Çocuklardan hiçbiri kont değil. Ben de olmasam olmaz mı?”

      Ama bu durum kaçınılmaz görünüyordu. O akşam açık pencerenin önünde oturup harabe sokağa bakarken, o ve annesi bu konuyu uzun uzun konuştular. Cedric ayaklı taburesinde en sevdiği şekilde bir dizini kavrayarak, düşünmekten kıpkırmızı olmuş şaşkın yüzüyle oturuyordu. Büyükbabası onu İngiltere’ye çağırıyordu ve annesi gitmesi gerektiğini düşünüyordu.

      “Çünkü…” dedi annesi üzgün gözlerle pencereden dışarı bakarken, “baban da böyle olsun isterdi Ceddie. Vatanını çok severdi ve küçük bir çocuğun anlayamayacağı, düşünülmesi gereken bir sürü şey var. Seni göndermezsem bencil bir anne olurum. Büyüyüp koca adam olduğunda bunu daha iyi anlayacaksın.”

      Ceddie başını kederle iki yana salladı.

      “Bay Hobbs’ı bırakıp gittiğim için çok üzüleceğim.” dedi. “Korkarım ki beni özler, ben de onu özlerim. Hem herkesi özlerim!”

      Ertesi gün Dorincourt kontunun aile avukatı olan ve Lord Fauntleroy’u İngiltere’ye götürmekle görevlendirilen Bay Havisham geldi ve Cedric bir sürü şey duydu. Fakat bir şekilde, büyüyünce çok zengin biri olacağını, şurada burada şatoları, kocaman koruları, derin madenleri, bir sürü malı mülkü olacağını duymak onu rahatlatmıyordu. Aklı, arkadaşı Bay Hobbs’taydı ve kahvaltıdan sonra kafası karışık bir vaziyette dükkâna, onu görmeye gitti.

      Bay Hobbs’ı sabah gazetesini okurken buldu ve ağır ağır yanına yanaştı. Başına gelenleri duyunca onun çok şaşıracağını hissediyordu, dükkâna giderken yol boyunca bu haberi nasıl vereceğini düşünmüştü.

      “Merhaba!” dedi Bay Hobbs. “Günaydın!”

      “İyi sabahlar.” dedi Cedric.

      Her zaman yaptığı gibi yüksek tabureye tırmanmadı; bisküvi kutusunun üstüne oturdu ve bir dizini kavradı; bir süre o kadar sessiz kaldı ki Bay Hobbs sonunda gazetesinin üstünden soru sorar gibi ona baktı.

      “Merhaba!” dedi yeniden.

      Cedric tüm gücünü topladı.

      “Bay Hobbs!” dedi. “Dün sabah konuştuğumuz konuyu hatırlıyor musunuz?”

      “Tabii.” diye cevap verdi Bay Hobbs. “İngiltere’den bahsediyorduk.”

      Bay Hobbs başının arkasını kaşıdı.

      “Kraliçe Victoria ve aristokrasiden bahsediyorduk.”

      “Evet.” dedi Cedric, tereddüt ederek devam etti: “Ve… Ve kontlardan, hatırladınız mı?”

      “Şey, evet.” diye cevapladı Bay Hobbs. “Onlara biraz dokundurduk, aynen öyle!”

      Cedric alnındaki kâküllere kadar kızardı. Hayatında başına bundan daha utanç verici bir şey gelmemişti. Bu Bay Hobbs için de biraz utanç verici olabilir diye korkuyordu.

      “Demiştiniz ki…” diye devam etti, “onların gelip de bisküvi kutularınıza oturmasına hayatta izin vermezmişsiniz.”

      “Aynen öyle dedim!” dedi Bay Hobbs kendinden emin bir şekilde. “Ciddiyim. Hadi bir denesinler de görsünler!”

      “Bay Hobbs!” dedi Cedric. “Şu anda bir tanesi kutunun üstünde oturuyor.”

      Bay Hobbs neredeyse sandalyesinden fırlayacaktı.

      “Ne!” diye haykırdı.

      “Evet.” dedi Cedric, olabildiğince alçakgönüllülükle, “Ben onlardan biriyim ya da olacağım. Sizi kandıracak değilim.”

      Bay Hobbs tedirgin olmuş gibiydi. Birden ayağa kalktı ve termometreye bakmaya gitti.

      “Başına güneş geçmiş senin!” diye haykırdı, genç arkadaşının yüzünü kontrol etmek için geri geldi. “Sıcak bir gün! Nasıl hissediyorsun? Ağrın falan var mı? Ne zamandır kendini böyle hissediyorsun?”

      Kocaman elini küçük çocuğun saçlarına koydu. Bu çok utanç vericiydi.

      “Teşekkür ederim.” dedi Ceddie. “İyiyim. Kafamla ilgili bir sorun yok. Ne yazık ki bu gerçek Bay Hobbs. Mary beni bu yüzden almaya gelmiş. Bunu anneme Bay Havisham anlatıyordu, o bir avukat.”

      Bay Hobbs sandalyesine çöktü ve mendiliyle alnını sildi.

      “Birimizi güneş çarpmış!” diye haykırdı.

      “Hayır.” diye cevapladı Cedric. “Kimseyi çarpmadı. Bay Havisham bize bunu söylemek için kalkıp ta İngiltere’den gelmiş. Büyükbabam göndermiş onu.”

      Bay Hobbs önündeki masum ve ciddi küçük surata delirmiş gibi baktı.

      “Kim senin büyükbaban?” diye sordu.

      Cedric elini cebine soktu ve dikkatle kendi yuvarlak, yamuk elleriyle yazılmış bir kâğıt parçası çıkardı.

      “Kolay hatırlayamam diye buraya yazdım.”

Скачать книгу