İzlanda Balıkçısı. Pierre Loti
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İzlanda Balıkçısı - Pierre Loti страница 4
Ondan sadece on sekiz ay büyük olmasına rağmen kendisine emanet edilen küçük çocuğa -ki ikisi her anlamda tamamen birbirlerine zıtlardı- karşı anne şefkati hissediyordu.
Hayata nasıl bir başlangıç yaptığını, zenginlik ve şehir hayatına kapılmadan önceki o kızı anımsıyordu. Yalıların daha büyük, kumsalların daha sakin olduğu belirsiz ve gizemli dönemleri de hatırlıyor; her şey zihninde yabanlığın özgürlük düşü gibi canlanıyordu…
Henüz çok küçükken hatta belki beş, altı yaşlarındayken, gemi mallarını alıp satarak zenginleşen babası tarafından, önce Saint-Brieuc’e ardından Paris’e götürülmüştü.
O da evlerinin küçük Gaud kızından, yetişkin, ağırbaşlı, ciddi Matmazel Marguerite’e dönüşmüştü. Bretagne kumsallarındaki yalnızlıklardan farklı olsa da az çok kendi başının çaresine bakan biri olmuştu. Bununla birlikte çocuksu inatçılığını da korumuştu. Öğrendiklerini hayat ona kendiliğinden sunmuştu, o da hayatının başından beri onunla olan onurlu duruşunu korumayı başarmıştı. Elbette arada cüretkârlığı tutuyor, fazla dobra konuşabiliyordu insanların yüzüne karşı. Diğer kızlar gibi ne zaman bir delikanlıyla karşılaşsa bakışlarını hemen yere çevirmezdi hatta bazen hiç bakışlarının yerini değiştirmeden gözlerine bakardı, fakat bakışları o kadar dürüst o kadar kayıtsızdı ki genç adamlar ondan, yüreğinin temizliğinden bir an olsun şüphe etmezlerdi.
Bu büyük şehir, kendisinden çok kılık kıyafetini değiştirmişti. Breton kızlarının güçlükle vazgeçtikleri başlık modasını korumasına karşın, başka türlü giyinmesi gerektiğini de anlamıştı. Eskiden bir balıkçı kızının dolgun hatlarına sahip olan bedeni, zaman içerisinde bir hanımefendinin korselenmiş, zarif hatlarına dönüşmüştü.
Her sene babası ile birlikte Bretagne’e geri geliyordu. “Papatya” anlamına da gelen eski ismi Gaud’a kavuşuyordu. Belki de haklarında çok fazla konuşulan, her sene biraz daha eksilen İzlandalı Balıkçıları merak ettiğinden, belki de kendisine çok uzak görünmesine rağmen, sevdiği adamın yaşadığı İzlanda’yı ziyaret etmek için yapıyordu bunu…
Sonunda bir gün, ömrünün geri kalanını Paimpol’de bir burjuva gibi geçirmek isteyen babasının isteği üzerine memleketine geri dönmüştü.
Fakir ama tertemiz, iyi yürekli büyükanne mektubu son bir kez daha okuyup zarfa yerleştirince teşekkür edip kızın yanından ayrıldı. Hâlâ, fazlaca uzakta yer alan Ploubazlanec ülkesinin girişinde yer alan küçük bir kıyı köyünde, oğullarını doğurduğu, torunlarını büyüttüğü o eski kulübede yaşıyordu.
Şehirden geçerken kendisine selam veren kimsenin selamını geri çevirmeden yoluna devam etti. Ülkelerinin en cesur, en köklü ailelerinden birinin başlıca büyüğüydü.
Tertemiz, düzenli ve kendine bakan hâli, üzeri yamalı elbiselerle bile hâlâ hâli vakti yerindeymiş gibi gözükmesini sağlıyordu. Şık kıyafetlerinin bir parçası olan ve şehrin köklü ailelerine özgü kahverengi şalını hâlâ kullanıyordu. Şalının üzerinde belki de altmış yıllık başlığının külahları düşüyordu. Kendi düğününde taktığı, pek de zarif olan mavi şalını ise oğlu Pierre’in nikâhı içi saklamıştı. Düğününden sonra da sadece pazar günleri kullanmak için evinde özellikle muhafaza ediyordu.
Dik ve gururlu yürüyüşüyle hiç de yaşlı gibi durmuyordu. Sahiden de hafif öne çıkmış çenesine karşın, yürüyüşü ve yüzündeki dürüstlükle insan onu güzel bulmaktan kendisini alamıyordu.
Çevredekilerin tamamı ona saygı duyuyordu, bunu yanından geçen herkesin ona verdiği selamdan bile anlamak mümkündü.
Yol üstünde bulunan eski âşığının dükkânının önünden geçti. Eskilerin çapkın, yakışıklı marangozu; şimdilerde oğulları içeride çalışırken kendisi hep kapıda oturan seksenli yaşlarındaki adam. İki defa bizim büyükanneye evlenme teklif edip reddedilince hâlâ kendine gelemediği söyleniyordu. Artık yaşı da gereği bu olay komik bir kine dönüşmüştü. Ne zaman yaşlı kadın kapının önünden geçse ona “Hey güzellik! Ne zaman ölçülerini almaya gelelim?” diye sesleniyordu.
Büyükanne Moan da her seferinde hazır olmadığını söyleyip zarifçe teklifi geri çeviriyordu.
Aslında yaşlı adam yaptığı şakayla, herkesin sonunda giymek zorunda olduğu kefen ve tahta tabutu kastediyordu.
“Pekâlâ, siz bilirsiniz güzellik, aman ha rahatınızı bozmayın!” diyordu adam.
Aynı saçma şakayı yaşlı kadını ne zaman görse yapardı fakat bugün Büyükanne Moan’ın gülmeye hâli yoktu. Kendini oldukça yorgun, aralıksız üzerine binen yüklerden ezilmiş hissediyordu. İzlanda’ya döndüğü zaman askere gidecek olan en küçük torununu düşünüyordu. Beş sene! Dile kolay… Belki Çin’e savaşa gidecek… Peki ya küçük torunu geri döndüğünde kendisi hâlâ hayatta olacak mıydı?
Ne zaman bunlar aklına gelse içini geçmek bilmeyen bir sıkıntı kaplıyordu. Hayır, kesinlikle kendini göstermeye çalıştığı kadar neşeli değildi bu ihtiyar kadın. Yine yüzü, ağlayacakmış gibi büzülmüştü.
Gerçekti bu, olacaktı. Sonunda kalan son torununu da koparıp alacaklardı ondan. Ne vahim! Belki de onu bir kez daha göremeden tek başına ölüp gidecekti.
Torununun gitmesini engellemek için, tek dayanağı o olan ve artık çalışamayan büyükanne sebep olarak kendisini göstermişti. Fakat dul bir balıkçı karısı olmasına rağmen yaşadığı evle yeterince fakir bulunmamış bir de asker kaçağı diğer torunu Jean Moan hesaba katılınca isteği geri çevrilmişti.
Eve geldiğinde oğulları, torunları ve tüm ölmüşler için dualar okudu. Ardından gönlünden kopan her sözcüğü sıralayarak küçük torunu için dua etti. Bir yandan uyumaya çalışırken bir yandan da yakın zamanda giyeceği tahta kostümü düşününce yüreği sıkıştı.
IV
İLK KARŞILAŞMA
Genç kız ise yaşlı kadın gittikten sonra pencereden dışarıyı izlemeye dalmış, batan güneşin sarı ışıklarının granit duvarlara nasıl yansıdığını seyrediyordu. Paimpol, her zamanki gibi, uzun mayıs akşamları ve pazar günleri bile cansızdı. Kendilerine birazcık bile kur yapacak kimsesi olmayan genç kızlar, İzlandalı yakışıklıları düşleyerek gruplar hâlinde gezilere çıkmışlardı…
“Gaos’un oğluna selamlar olsun…” bu cümleyi aklından çıkaramıyordu genç kız, bu ismi yazmak onu fazlaca sarsmıştı.
Akşamüzerleri, genellikle bir hanımefendi gibi penceresinin önüne geçerdi. Babası eskiden beri onun yaşıtı olan kızlarla dolaşmasından pek hoşlanmıyordu. Ayrıca, kafeden çıkıp da eskiden beri arkadaş