İzlanda Balıkçısı. Pierre Loti
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İzlanda Balıkçısı - Pierre Loti страница 7
Gaud zihninde sürekli onu önceden tanıdığı erkeklerle kıyaslıyordu hani şu onun peşinde parası için koşan üç beş tane Parisli hayta, kendini yazar diye tanıtan gençler, tezgâhtarlar… Bu adam hepsinin arasında en yakışıklı olmasının yanı sıra kesinlikle aralarında en ilgi çekici olandı.
Yann’ın kendi seviyeleri arasında pek bir fark görmemesi için genç kız küçükken çektiği sıkıntıları, babasının da eskiden balıkçı olduğunu ve hatta bu yüzden İzlandalı balıkçılara oldukça değer verdiğini, annesinin küçükken öldüğünde yapayalnız kaldığını, kumsalda çıplak ayak koşturmalarını… Her şeyini anlattı.
Ah! O düğün gecesi, asla unutamayacağı, her zaman mükemmel hatırlayacağı, hayatının dönüm noktası olan o gece! Fakat geride kalalı çoktan aylar olmuştu. Aralıktan, mayısa… O gün düğünde bulunan tüm İzlandalı balıkçılar şimdi uzak kuzey denizinin bir yerlerine dağılmış, balık avlıyorlardı. Bretagne toprakları güneşe karışırken ve yavaşça gün kararırken şimdi onlar yapayalnızdı.
Gaud pencereden bir an olsun ayrılmamıştı, her yanı eski evlerle kaplı Paimpol meydanı gece çöktükçe daha da hüzünlü bir hâl alıyordu, hiçbir yerden ses gelmiyordu. Evlerin üzeri hâlâ aydınlıkken, yan boşluklarında alaca karanlık çöktükçe daha da üçgenleşen bir gölge oluşuyordu. Siyah silüet sonunda gökyüzü ile bağlarını koparırcasına yere iniyordu. Arada bir kapı ya da pencere kapanma sesi geliyordu. Geç kaldığı belli olan genç kızlar ellerinde mayıs çiçekleriyle dönüyorlardı. Gaud’u tanıyan bir kız elindeki hanımelini sanki ona koklatmak istercesine havaya kaldırmış aynı anda da ufak bir selam vererek yoluna devam etmişti. Karanlığa rağmen güzelim çiçek buketleri hâlâ biraz seçilebiliyordu. Bunlar hariç sokakları denizden gelen yosun kokusu ve duvarlardan yükselen hanımellerinin kokusu sarmıştı. Yarasalar masallardan çıkmış gibi sakince tepelerden süzülüyordu.
Gaud kasvetli meydana gözlerini dikerek giden İzlandalı balıkçısını düşlüyordu. Aynı pencere kenarında hep aynı gece zihninde canlanıyordu.
Düğünün sonuna geldiğinde hava iyice ısınmış, vals yapanların hafifçe başları dönmeye başlamıştı. Sevdiği adamın ona nasıl olduysa âşık olan diğer kızlarla da dans edişini hatırladı. Onlara yanıt vermesi gerektiği zaman değişen kibirli bakışlarını… Hayır kesinlikle, ona farklıydı!
Dans edişi çok etkileyiciydi, dimdik uzun sırtı ve soylu hareketlerle her dönüşünün ardından başının zarifçe eğilmesi… Dalgalı, kumral saçları her hareketinde yavaşça alnına değer, dansın rüzgârı ile tekrar havalanırdı. Gaud’a göre çok uzun kalan Yann’ın hızlı hareketlerde onu tutmak için öne eğilmesiyle kızın başlığı ve oğlanın alnı temas ediyordu. Gaud her detayı anımsıyordu.
Arada dans ederlerken iki nişanlıyı işaret ediyordu. Kız kardeşi Marie ve Sylvestre. Onları oldukça mesafeli, birbirlerine ne zaman hoş şeyler söylemek isteseler takındıkları hafif utanç hâlleriyle görünce gülümsüyordu. Elbette zaten başka şekilde hareket etmelerine de izin vermezdi ya, yine de kendisi çapkın bir delikanlı olan Yann onların bu hâllerindeki masumiyeti görmeyi seviyordu. Onlardan sonra gözlerini Gaud’a kaydırmış “Ufak kardeşlerimize bakmak ne kadar da keyifli!” der gibi gülümsemişti.
Gecenin sonu gelince herkesin öpüştüğü bir zaman dilimi oldu. Kuzen öpücükleri, nişanlı öpücükleri, her şeye rağmen dürüst davranarak herkesin içerisinde öpüşen sevgililerin aşk dolu öpücükleri…
Kendisi ise onu elbette öpmemişti. Kimse Mösyö Mevel’in kızıyla öyle kolay kolay öpüşmeye cesaret edemezdi. Sadece son valsler sırasında onu daha sıkı kavramış, genç kız da bu delikanlının verdiği güvene karşı koyamayıp daha da kollarına sokulmuştu. Belki, sadece bir an tüm ruhunu delikanlının kollarında bırakmıştı.
Gaud’un yaşadığı bu hafif baş dönmeleri, yanak kızarmalarında elbette ki yirmili yaşlarında yer alan her genç kızın hissettikleri mevcuttu. Nasıl olsa her şeyi de kalbi başlatmıştı.
“Şu utanmaza bakın, nasıl gözlerini dikmiş bakıyor ona!” diyordu sarı ya da esmer kaşlarının altından sevgilisi olan üç beş kız. Doğruydu dedikleri ama Gaud’un bir özrü vardı, karşısındaki delikanlı bugüne kadar dikkatini çekmiş tek erkekti.
Sabahın ayazında herkes vedalaşırken onlar da ertesi gün kaçak bir şekilde buluşacak iki yaren gibi birbirlerine veda etmişlerdi. Bundan sonra eve dönmek için babasının kolunda ana meydandan geçerken en ufak bir yorgunluk belirtisi göstermedi, ciğerlerini yakan temiz havayı bile seviyor gibiydi. Heyecanı taptazeydi. Sanki her şey de onun içinde açan çiçekler gibi pek bir güzeldi.
Mayıs akşamı çoktan çökmüştü, pencerelerin neredeyse hepsi eskimiş panjurlardan çıkan gıcırtılı sesler eşliğinde tek tek kapatılmıştı. Gaud ise olduğu yerden hiç kıpırdamamış hâlâ dışarıyı seyrediyordu. Yoldan geçip de genç kızın beyaz başlığını gören herkes “İşte şu genç kız sevdiği gencin hayalini kuruyordur.” diye düşünüyor olmalıydı. Kim bunu düşünüyorsa, haklıydı. Sevdiğini düşlüyordu hem de artık içi ağlama isteği ile dolarak. Beyaz, ufak dişleriyle alt dudağının çizgisini bozarak dudaklarını ısırıyor, ufuğa diktiği gözleri ile gerçek olan hiçbir şeye bakmıyordu.
Neden düğünden sonra ona geri dönmemişti? Neydi gerçekten değişen şey? Tekrar karşılaşmışlardı ama genç adam hemen gözlerini başka yana çevirmişti sanki ondan kaçıyordu. Bu konuyu defalarca Sylvestre ile konuşmuş dertleşmişti ama o da bu konudan hiçbir şey anlamıyordu.
“Gaud, baban da izin verirse kesinlikle onunla evlenmelisin. Bu ülkede ondan daha çok yanına yakışacak kimse yok. Öyle görünmeyebilir ama çok aklı başında bir delikanlıdır. Pek de sarhoş olmaz. Arada inatçılığı tutsa da normalde pek ılımlıdır. Kimse onun ne kadar iyi biri olduğunu bilemez. Üstelik de harika bir denizci, ne zaman av mevsimi gelse kaptanlar onu kapabilmek için yarışırlar…”
Gaud babasından izin alabileceğini zaten biliyordu, babası bir kez bile isteklerini geri çevirmemişti. Bu yüzden genç adamın zengin olmayışı da umurunda değildi. Zaten böylesi yetenekli bir denizci için altı aylık kıyı balıkçılığı eğitimi fazlasıyla yeterdi, az biraz sermaye de bu işi çözerdi. Ardından tüm gemi sahiplerinin teknelerini emanet etmek istediği bir kaptan olurdu.
Biraz dev gibi olması da kusur sayılmazdı. Elbette fazla cüsse bir kadında kötü durabilirdi fakat bir erkeğin yakışıklılığından hiçbir şey eksiltmezdi.
Ayrıca, elbette onlara belli etmeden tüm aşk hikâyelerini bilen kızlardan bilgi de toplamıştı. Kimseyle nişanlandığı, sözlendiği olmamıştı. Hiçbirine özel bir alaka göstermeden, Lezardrieux’tan Paimpol’e, tüm şehirde onu arzulayan her kadına uğruyordu.
Bir pazar akşamı, oldukça da geç bir saatte penceresinden bakarken onu adı pek yoldan çıkmış Jeannie Caroff adında bir kızla sarmaş dolaş geçerken görmüştü ve bu durum ise canını pek yakmıştı.
Onun