İzlanda Balıkçısı. Pierre Loti
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İzlanda Balıkçısı - Pierre Loti страница 8
Düğünden sonraki kış, belki sevdiği adamı görebileceği umuduyla geçip gitmişti. Yann ise gitmeden önce ona bir kez bile veda etmemişti. Şimdi ise burada değildi ve Gaud hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını hissediyordu. Zaman ne kadar yavaş akarsa aksın Gaud kararını vermişti, ne olursa olsun sonbaharda bu işi çözecekti.
…
Çanların sessiz bahar gecelerine özgü vuruşu belediye binasının üzerinde bulunan saatin on bir olduğunu gösteriyordu.
Paimpol’e göre on bir geç bir saatti. Artık Gaud penceresinden ayrılıp lambasını yakarak yatağına yatmaya hazırdı.
Yann’ı düşününce belki bu durumu klasik yabanıl hareketleri ile açıklayabilirdi. Kendisi gibi onun da oldukça gururlu olup bir de kızın zengin olması sebebiyle onu reddettiğini düşünmüştü. Aslında bunların hepsini direkt Yann’a sormak istemiş fakat Sylvestre bunun genç bir hanım için fazla cüretkâr olacağını savunmuştu. Zaten Paimpol’de kıyafetleri ve tavırları ile yeterince eleştiri alıyordu bir de böyle bir şey yaparsa hiç hoş karşılanmazdı.
Rüyadaymış gibi sakince zamandan kopuk bir şekilde üzerindekileri çıkardı. Önce başlığını ardından modaya uygun elbisesini bir sandalyenin üzerine attı. Son olarak da Paris modasına uygun uzun korsesini, hani şu herkesin eleştirilerine malzeme olan korse… O an tüm çıplaklığıyla kendini gösteren bedeni her zamankinden daha zarif duruyordu. Ne sıkıştırılmış ne de aşağı doğru gereksiz inceltilmişti, mermer heykeller gibi dolgun ve yumuşak hatlı, doğal hâline kavuşmuştu. Hareketleri, duruşu… Her hâli bakmaya insanın doyamayacağı kadar güzeldi.
Bu saatlerde etraftaki tek ışık kaynağını oluşturan lambası kıvrılarak yükselen göğüslerini, gizemli omuzlarını ve kimsenin görmediği, Yann da istemediğine göre kuruyup gidecek olan enfes güzelliğini, tüm bedenini zarif bir hava ile aydınlatıyordu.
Yüzünün güzel olduğunu bilse de bedeninin ne denli güzel olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Zaten buralarda Bretagne kızlarının güzelliği kalıtsaldı. Artık bu fark edilmiyordu çünkü aralarında en edepsiz sayılanlar bile bunu teşhir etmiyordu. Yine de sadece şehrin seçkinleri bedenlerini abartılı bir şekilde allayıp pullayarak, abartılı süslenerek dolaşıyordu.
Kulaklarının üzerinde birer salyangoz gibi duran örgülerini çözdü, örgüleri büyük iki yılan gibi omuzlarından sırtına kıvrılarak yayıldı. Rahatça uyuyabilmek için onları taç gibi başının üzerinde toparladı. O an dışarıdan ona bakan biri Romalı bir bakire gibi göründüğünü söylerdi.
Bu arada kolları hâlâ havada ve buklelerini karıştırıyorken, dudaklarını dişleyerek küçük bir çocuk gibi düşünüyordu. Saçlarını tekrar saldığında sırf eğlenmek için onları hızlıca düzleştirmeye çalıştı. Şimdi ise beline kadar inen altın rengi saçlarıyla Galyalı rahibeler gibi duruyordu.
Sonrasında aşka ve ağlama isteğine galip gelen uykusuna engel olamamış, kendini yatağa atarak çevresine yayılan ipeksi saçlarının altına gizlenmişi.
Ploubazlaneec’te ise hayatının en karanlık zamanlarında bulunan Moan Nine, torununu ve ölümü düşünerek buz gibi yatağında uykuya daldı.
Aynı anda Kuzey Denizi’nin bir ucunda sevilen ve düşünülen iki genç Yann ve Sylvestre şarkılar söyleyerek avlanıyorlardı.
VI
EVDEN HABERLER
Yaklaşık bir ay geçmişti ve haziran olmuştu.
İzlanda kıyılarında, denizcilerin “beyaz sakinlik” dedikleri bir hava vardı. Ne bir hareket ne de bir rüzgâr sadece dinginlik vardı.
Gökyüzü her zamanki rengini kaybetmiş metalimsi bir griye bürünmüştü. Aynaya verilen buharın arta kalan hâli gibi duruyordu. Tüm deniz birdenbire yok olan, dengesiz ama sakin bir ağ ile örtülmüş gibiydi.
Yaşadıkları sonsuz bir akşam mı yoksa sonsuz bir sabah mı ayırt edemiyorlardı. Güneş saatin kaç olduğunu saklıyor, sadece varlığını belli ediyordu. Sanki tüm ışınlarından arınmış soluk renkli bir halka gibi duruyordu…
Yann ve Sylvestre her zamanki gibi yan yana şarkı söyleyip avlanıyorlardı. Bitmek bilmeyen şarkının adı Jean-François de Nantes’ti ve şarkının sıkıcı hâli ile bile eğleniyorlardı, her defasında sanki daha eğlenceli olabilirmiş gibi nakarat kısmını baştan alıyor ve birbirlerine bakıp çocukça bir espri yapılmış gibi aralarında gülüyorlardı. Yanakları artık bu serinlikte hafif pembe olmuştu, ciğerlerine çektikleri nefes tertemiz ve insanı dinçleştirici özelliğe sahipti.
Etrafları henüz var olmamış bir dünya ile çevrelenmiş gibiydi. Işık ya da ışığın verdiği sıcaklık yoktu. Güneş bile sonsuza dek durmuş gibi kıpırtısızdı.
Gökyüzünün bembeyaz hâlini almış deniz, cilalanmış ya da üzerine devasa bir çarşaf atılmış gibi sakindi. Su o kadar şeffaftı ki içinde neler olduğunu yukarıdan bakan gözler bile görebilirdi. Birbirlerinin aynı, sayılamayacak kadar çok göç eden balık sürüleri… Morinaların çokluğu ve birlikte düzenledikleri gösteri denizi hafifçe dalgalandırmak ve grimsi bir çember oluşturmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Zaten bulutların arkasında varlığı belli olmayan güneş daha da batıyordu. Artık akşam olmuştu, güneş battıkça farklı renklere bürünmüş ışıkları daha çok yayılıyor, varlığını belirginleştiriyordu. Şimdi, aya nasıl doğrudan bakılabilirse güneşe de bakılabiliyordu. Sanki normalde göründüğü kadar uzakta da değil gibiydi. Sanki gemilerini ufka sürseler ulaşabilirlerdi ona…
Ay da oldukça hızlı ilerliyordu. Durgun suya da dikkat edildiğinde işlerin yürüdüğü görülebilirdi. Morinalar hızlıca gelip yemi yutuyor ve sonra sanki kendi istekleri buymuş gibi oltanın ucuna takıyorlardı. Balıkçılar sürekli iki elleriyle oltaları hızlıca çeviriyor, yeni balıklarla karşılaşıyorlardı. Ardından salamuraya yatırması gereken arkadaşlarına doğru fırlatıyorlardı iri balıkları.
Paimpollülerin her yana yayılmış gemileri bu ıssız sonsuzluğa renk katıyordu. Uzaktan bakıldığında yelkeni dahi açılmamış ufka yönelmiş birçok gemi göze çarpıyordu.
O gün bir balıkçının mesleği, hanımefendilere yaraşır bir şekilde, dingin ve kolay görünüyordu.
Jean-François de Nantes
Jean-François
Jean-François
İki kocaman çocuk şarkılarını söylüyorlardı.
Yann, asil duruşu ve bu denli yakışıklı olmasını önemsiz görüyordu. Her ne kadar Sylvestre’ın yanında çocuklaşıp şarkılar da söyleyebilse