Vampir Öyküleri. Артур Конан Дойл

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Vampir Öyküleri - Артур Конан Дойл страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Vampir Öyküleri - Артур Конан Дойл

Скачать книгу

ne hissettiğimi anlamasını ve olayın üzerimdeki etkisini kavramasını bekleyemem. Akşam yemeğinin ardından içeri girmeden önce sessizce pipomu içebilmek için güvertedeydim. Gece çok karanlıktı. Öyle karanlıktı ki filikalardan birinin altında durduğum yerden köprüde duran subayı göremiyordum. Çevremizi saran buzdan denize hâkim korkunç sessizlikten daha önce bahsetmiştim. Dünyanın diğer yerlerinde, bu kadar çorak ve ıssız olsalar bile, havanın hafif bir titreşimini duymak mümkündür. Çok uzaklardaki insanların mırıltılı sesinden, ağaçlardaki yaprakların, kuşların kanatlarının sesinden, hatta yerdeki otların belli belirsiz hışırtısından oluşan bir uğultu. İnsan bu sesi tam olarak algılayamaz, ancak ses ortadan kalktığında onu özleyecektir. Sadece burada, bu kutup denizinde mutlak sessizlik ve hareketsizlik o dehşet verici gerçekliğiyle üzerinize çöker. Kulağınızın herhangi bir fısıltı yakalayabilmek için kendini zorladığını ve gemideki her ses üzerinde hevesle dolandığını fark edersiniz. İşte böyle bir sessizlikte küpeşteye dayanmış pipomu içiyorken, tam aşağıdan, buzun üzerinden o çığlık yükseldi. Keskin ve tüyler ürpertici, gecenin sessizliğini parçalayan, şimdiye kadar hiçbir primadonnanın ulaşmayı başaramadığı bir notadan başlayıp, taşıdığı sonsuz kederin ağırlığı ile giderek yükselen, kayıp bir ruhun son haykırışı gibi. Bu korkunç çığlık hâlâ kulaklarımda yankılanıyor. Dayanılmaz bir keder ve özlem yüklüydü fakat diğer yandan da içinde gizli, vahşi bir sevinç vardı. Çok yakınımdan yükselmiş olmasına rağmen hiçbir şey göremedim, orada uzun süre bekledim fakat çığlık bir daha tekrarlanmadı. Bunun üzerine, hayatımda hiç sarsılmadığım kadar sarsılmış bir şekilde aşağıya indim. Bu sırada Bay Milne saati ayarlamak için yukarı çıkıyordu. “Ee, Doktor? Bunu siz de duydunuz mu? Ah, belki de bir batıl inanç, ha? Şimdi ne düşünüyorsunuz?” Ondan özür dileyerek, en az onun kadar şaşkın olduğumu itiraf ettim. Belki de yarın olaylar çok farklı görünecek. Ama şu anda düşündüklerimin çok azını yazmaya cesaret edebiliyorum. Birkaç gün geçip, üzerimden bu şaşkınlığı silkeledikten sonra yazdıklarımı okuduğumda kendimi bu kadar zayıf olduğum için hor göreceğimden eminim.

      18 Eylül

      Hâlâ o sesin etkisinde, rahatsız ve uykusuz bir gece geçirdim. Bitkin yüzüne ve kızarmış gözlerine bakılacak olursa, Kaptan da rahat bir gece geçirmiş gibi görünmüyor. Ona dün gece yaşadıklarımı anlatmadım, anlatmamalıyım da. Zaten fazlasıyla huzursuz görünüyor, bir ayağa kalkıp bir oturmasından, yerinde duramayacak kadar gergin olduğunu görebiliyorum.

      Bu sabah buzulların arasından geçebileceğimiz bir yol açıldı, buza attığımız demiri geri çekerek, güney batı yönünde on iki mil kadar yol aldık. Ama sonunda en az geride bıraktıklarımız kadar büyük bir buz kütlesi yine ilerleyişimizi durdurdu. Yapabileceğimiz başka bir şey olmadığı için tekrar demir atıp beklemeye başladık. Eğer rüzgâr şiddetini korursa, buzların yirmi dört saat içinde tekrar dağılacağını tahmin ediyorum. Denizde bir ayı balığı sürüsü gördük ve birini avlamayı başardık; üç buçuk metreden daha uzun, devasa bir yaratık. Kutup ayılarına bile kafa tutan, vahşi ve saldırgan hayvanlar bunlar. Neyse ki oldukça hantallar, bu yüzden avlanmaları pek tehlike yaratmıyor.

      Kaptan bunun atlattığımız son tehlike olduğunu düşünmüyor olmalı, yoksa gemideki diğer herkes mucizevi bir şekilde oradan kurtulduğumuza ve çok yakında açık denize döneceğimize inanırken, onun karamsar tutumunu sürdürmesini başka şekilde açıklayamıyorum.

      Akşam yemeğinden sonra yan yana oturduğumuzda, “Sanırım artık bir sorun kalmadığını düşünüyorsun, Doktor?” diye sordu.

      “Umarım,” diye yanıtladım onu.

      “Bu kadar emin olmamalıyız. Ama yine de haklısın. Kısa bir süre sonra hepimiz sevdiklerimizin kollarında olacağız, değil mi, evlat? Ama çok emin olmamalıyız. Çok emin olmamalıyız.”

      Bir süre sessizce oturdu. “Bak,” diye devam etti sonra, “Burası en sakin anında bile fazlasıyla tehlikeli bir yer. Korkunç, vahşi ve tehlikeli bir yer. Böyle bir yerde adamların aniden kaybolduklarını biliyorum. Bazen sadece ayağının kayması yeterli olur. Sadece ayağın kayar ve kendini bir çatlaktan aşağı düşerken bulursun. Nereye battığını gösteren tek şey, su yüzeyindeki yeşil bir baloncuk olur. Bu çok garip,” diye devam etti sinirli bir kahkahayla. “Bu tehlikeli dünyada geçirdiğim onca yıl boyunca aklıma hiçbir zaman bir vasiyet hazırlamak gelmedi. Geriye bırakılacak çok şeyim olduğu için değil, ama bir adam tehlikeye bu kadar yakınken her şey için hazırlıklı olmalı. Sence de öyle değil mi?”

      “Kesinlikle,” diye cevap verdim. Konuyu nereye getireceğini merak ediyordum.

      “Her şeyi ayarladığını bilirse, kendini daha rahat hissedecektir,” diye devam etti. “Eğer bundan sonra bana bir şey olacak olursa, senin benim için bunu yapacağını umuyorum. Kamaramda çok az şey var, ama yine de hepsinin satılmasını ve paranın tayfalar arasında paylaştırılmasını istiyorum. Kronometreyi, yolculuğumuzun küçük bir anısı olarak senin almanı istiyorum. Elbette bu sadece bir varsayım ancak yine de fırsat bulmuşken bunu seninle konuşmak istedim. Gerektiğinde sana güvenebileceğimi sanıyorum?”

      “Bundan emin olabilirsiniz,” dedim. “Konuyu açtığınıza göre, o hâlde ben de…”

      “Sen?” diye araya girdi, “Senin bir şeyin yok! Aklından nasıl bir saçmalık geçiyor, ha? Daha hayatına yeni başlamış senin gibi genç bir adamın ölümden bahsetmek için nasıl bir sebebi olabilir ki?! Hemen güverteye çıkıp biraz temiz hava al ve bu saçmalıkları da aklından çıkar!”

      Aramızdaki bu konuşmayı ne kadar çok düşünürsem, bana verdiği rahatsızlık o kadar artıyor. Tam da tehlikeyi atlattığımız bir zamanda neden böyle bir konuyu açmış olabilir ki? Buna neden olan şey deliliği olmalı. Acaba intiharı mı düşünüyor? Bir keresinde insanın kendi kendini öldürmesinin ne kadar iğrenç bir şey olduğu konusunda büyük bir ciddiyetle konuştuğunu hatırlıyorum. Yine de gözümü üzerinden ayırmamam gerektiğini hissediyorum, kamarasına giremeyecek olsam da en azından o dışarıda olduğu sürece yakınında olmaya çalışmalıyım.

      Bay Milne korkularımı yatıştırarak bunun sadece, “Kaptan’ın tarzı” olduğunu söylüyor. Olaya benden çok daha aydınlık bir tarafından bakıyor. Ona göre, yarından sonraki gün buzdan tamamen kurtulup, bir sonraki gün Jan Meyen’den geçeceğiz ve bir haftadan biraz fazla bir süre sonra da tekrar Shetland’ı görüyor olacağız. Onun bakış açısı, Kaptan’ın karamsar önlemlerine karşı dengeyi sağlıyor, sonuçta yaşlı ve tecrübeli bir denizci, ayrıca konuşmadan önce söyleyeceklerini iyi tartıyor.

***

      Uzun zamandır beklediğim felaket gerçekleşti. Bu konuda ne yazacağımı bilemiyorum.

      Kaptan gitti. Bize tekrar dönebilir ancak bundan şüpheliyim. Bundan gerçekten şüpheliyim. Saat, 19 Eylül sabahının yedisi. Bütün geceyi bir grup denizciyle geminin önünde uzanan buzulları ondan bir iz bulma umuduyla araştırarak geçirdim, fakat boşuna… Kaptan’ın kayboluşuna ilişkin bazı şeyleri buraya yazmalıyım. Eğer bu satırları biri okuyacak olursa, bu yazdıklarımı varsayımlara ya da başkalarından duyduğum hikâyelere dayanarak değil; bizzat benim, iyi eğitim almış, aklı başında bir adamın, gördüklerime dayanarak yazdığımı hatırlamasını isterim. Bazı sonuçlara kendim varmış olsam da, gördüklerim tamamen gerçekti.

      Daha

Скачать книгу