Tarzan Maymun Adam. Эдгар Райс Берроуз

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarzan Maymun Adam - Эдгар Райс Берроуз страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Tarzan Maymun Adam - Эдгар Райс Берроуз

Скачать книгу

tüm gücüyle baltasını salladı ama kuvvetli canavar, o korkunç elleriyle baltayı yakaladığı gibi Clayton’dan çekip aldı ve uzağa fırlattı.

      Çirkin bir hırlamayla savunmasız kurbanına yaklaştı. Sivri dişleri, arzuladığı o boğaza tam ulaşacakken bir el silah sesi duyuldu; bir mermi, maymunun ensesine saplandı.

      Clayton’ı yere fırlatan hayvan, yeni düşmanına doğru döndü ve karşısında dehşet içerisindeki genç kızı buldu. Nafile bir çabayla, hayvanın gövdesine bir kurşun daha sıkmak için uğraşıyordu ama tüfek mekanizması hakkında hiçbir şey bilmediğinden horoz, boş kovanın üzerine inip duruyordu.

      Neredeyse aynı anda Clayton da ayağa kalktı ve vaziyetin umutsuzluğuna aldırış etmeden maymunu, biçare karısının önünden çekmek için ileri atıldı.

      Yok denecek kadar az bir çabayla maymunu devirmeyi başardı; koca cüsseli hayvan, hiçbir tepki vermeden önündeki çimenlerin üstüne yuvarlandı; ölmüştü. Mermi görevini yerine getirmişti.

      Hızlı bir muayene neticesinde karısında çizik bile olmadığını görünce koca canavarın, Alice’e doğru atıldığı an öldüğüne karar verdi Clayton.

      Karısının hâlâ şuursuz olan bedenini nazikçe kaldırıp küçük kulübelerine taşıdı. Genç kadın ancak tam iki saat sonra şuurunu tekrar kazanabildi.

      İlk sözleri, Clayton’ın yüreğine belli belirsiz bir endişe vermişti. Kendine geldikten bir süre sonra Alice, meraklı bakışlarını küçük kulübenin içinde gezdirdikten sonra, memnun bir şekilde iç çekip şöyle dedi:

      “Ah John, gerçekten evde olmak öyle güzel ki! Korkunç bir rüya gördüm, hayatım. Artık Londra’da değil de kocaman canavarların bize saldırdığı korkunç bir yerdeyiz sandım.”

      “Geçti Alice, geçti,” dedi, genç kadının alnını okşayarak. “Tekrar uyumaya çalış; kötü rüyaları dert etme.”

      O gece, vahşi ormanın kıyısındaki küçük kulübede, kapıda bir leopar kükrerken ve tepenin ötesinden bir aslan kükremesinin boğuk notaları duyulurken; küçük bir oğlan geldi dünyaya.

      Leydi Greystoke, koca maymunun saldırısının şokunu hiçbir zaman atlatamadı. Bebeğinin doğumundan sonra bir yıl daha yaşamasına rağmen, bir daha asla kulübenin dışına adım atmadığı gibi İngiltere’de olmadığını da asla tam olarak idrak edemedi.

      Bazen, geceleri duyduğu tuhaf sesleri Clayton’a sorduğu oluyordu; uşaklarının ve arkadaşlarının nereye gittiklerini, odasındaki mobilyaların neden böyle tuhaf ve kaba saba olduklarını da öyle. Ancak Clayton onu kandırmak için hiçbir çaba sarf etmese de Alice, etrafında olan bitenin manasını kavrayamıyordu.

      Diğer hususlarda ise aklı oldukça yerindeydi. Bir yanda küçük oğluna kavuşmanın verdiği neşe ve mutluluk; diğer yanda kocasının hiç bitmeyen ilgisi, o bir yılı henüz kısacık olan ömrünün en mutlu yılı yapmıştı.

      Gayet iyi biliyordu Clayton; şayet Alice’in akli melekeleri tam anlamıyla yerinde olsaydı, mutlu geçirdiği o bir yıl, endişelerin ve korkuların içinde yitip gidecekti. O nedenle, her ne kadar onu bu hâlde görmek canını müthiş derecede yaksa da zaman zaman, genç kadının kendi iyiliği için aklının ermediğine âdeta şükrediyordu.

      Kazara kurtarılma ihtimali dışında, kurtarılma umudundan vazgeçeli çok olmuştu. Bu nedenle, mütemadi bir gayretle, kulübeyi güzelleştirmek için çalışıyordu.

      Zemin, aslan ve panter kürkleriyle kaplanmıştı. Duvarlarda dolap ve kitaplıklar diziliydi. Bölgenin kilinden kendi elleriyle yaptığı tuhaf vazolarda güzel, tropikal çiçekler vardı. Pencerelerde çimen ve bambudan yapılmış perdeler asılıydı. Hepsinden meşakkatlisi, elindeki birkaç yetersiz aletle kütüklere güzelce şekil vererek duvarların ve tavanın yalıtımını sağlamış, kulübenin zeminini de pürüzsüz bir döşemeyle kaplamış olmasıydı.

      Hiç alışkın olmadığı işlere el atıp altından kalkmayı başarması kendisini de bir miktar hayrete düşürüyordu. Ama çalışmaktan memnundu çünkü hepsi karısı ve hayatlarına neşe katmaya gelen küçük can içindi. Gerçi, gelişiyle birlikte sorumluluklarını da durumun güçlüğünü de de yüz kat artırmıştı.

      O yıl, Clayton birkaç kez daha büyük maymunların saldırısına uğramıştı. Görünüşe bakılırsa kulübenin civarına dadanmışlardı artık. Fakat Clayton, bir daha asla tüfeğini ya da tabancalarını yanına almadan dışarı adımını atmıyor; bu yüzden de bu koca canavarlardan pek korkmuyordu.

      Pencere parmaklıklarını güçlendirmiş, kulübenin kapısına da ağaçtan benzersiz bir kilit uydurmuştu. Böylece, yiyeceklerini temin etmek için mecburen sık sık avlanmaya ve meyve toplamaya çıktığında küçük evine hayvanların girmesinden korkmayacaktı.

      Başlarda çoğu avını kulübenin penceresinden vuruyordu. Ancak zamanla hayvanlar, penceresinden dehşet verici bir gök gürültüsü yayılan bu tuhaf inden korkup uzak durmayı öğrendiler.

      Boş zamanlarında, yeni evleri için yanlarında getirdikleri kitapları okuyordu Clayton; çoğu zaman da karısı da dinlesin diye sesli okuyordu. Bunların arasında bir sürü çocuk kitabı da vardı: resimli kitaplar, alfabe kitapları, ilk okuma kitapları. Zira, İngiltere’ye dönüş zamanları gelene kadar küçük çocuklarının okumayı öğrenecek yaşa gelmiş olacağını kestirmişlerdi.

      Bazen de günlük yazıyordu; Fransızca tutmaya alıştığı bu günlüğüne, tuhaf hayatlarının ayrıntılarını kaydediyordu. Kilitli, küçük, metal bir kutuda saklıyordu bu defteri.

      Küçük oğlunun doğduğu günden bir yıl sonra Leydi Alice, bir gece vakti sessizce vefat etti. Ölümü öylesine huzurlu olmuştu ki Clayton, karısının öldüğünü ancak birkaç saat sonra uyandığında fark edebilmişti.

      Vaziyetin dehşetini yavaş yavaş idrak edebildi. Hatta kederinin boyutunu ve üzerine kalan ürkütücü sorumluluğun; hâlâ annesini emen ufaklığa, küçük oğluna, bakma sorumluluğunun büyüklüğünü tam olarak kavrayabilmiş miydi, orası meçhul.

      Günlüğündeki son yazı, karısının ölümünün sabahında yazılmıştı ve o yazıda da olayın üzücü ayrıntılarını, öyle sıradan bir şekilde anlatıyordu ki vaziyet daha da acıklı hâle geliyordu zira kelimelerinden, bitmek bilmeyen keder ve umutsuzluktan doğan yorgun bir hissizlik dökülüyordu. Öyle bir hissizlikti ki bu, karısının ölümüyle aldığı bu zalim darbe bile onu bu hissizlikten çıkaramamıştı:

      “Küçük oğlum açlıktan ağlıyor. Ah Alice, Alice!.. Ne yapacağım ben?”

      John Clayton, hâlâ yatakta yatan karısının hareketsiz ve soğuk bedeninin yanı başında, onun için yaptığı masaya oturmuş; kalem tutan elinden dökülecek son kelimeleri yazarken başı yorgunca masaya uzanmış kollarının üzerine düştü.

      Gün ortasında ormana hâkim olan ölüm sessizliğini hiçbir ses bozmadı uzunca bir süre; ufak insanoğlunun acınası ağlamaları dışında.

      4. BÖLÜM

      MAYMUNLAR

Скачать книгу