Kayıp Kuşlar Sahili. Emin Göncüoğlu
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kayıp Kuşlar Sahili - Emin Göncüoğlu страница 4
“Tamam, yaz ver. Sağlık karnemi gördün mü?”
“Bilmem, nereye koyduysan oradadır. Ne ile gideceksin?”
“Dolmuşla, benzin fiyatları uçtu gidiyor araba kalsın.”
“Petrolü olan ülkeler parayı ne yapıyorlar, bilmiyorum ki.”
“Batılı ülkelerden mülk alıyorlar bolca, afiyetle yiyorlar.’’ dedim.
“Hah Batı… Kendilerini dünyanın aklı zanneden, kendilerine medeni fakat diğerlerine karşı vahşi ve acımasız, masum olmayan, küstah insanlar topluluğu.”
“İnsanoğlu masum değil.”
“Onlar hiç değil, üstelik çok zalimler.”
“Güçlü olan her zaman zalim değil mi? Masum gibi görünenler zayıf olduklarından. Esasen güçlüyken iyi olmak önemli, zayıfa elini uzatmak önemli. Bu kadar maddileşmiş bir dünyada güçlülerin iyi olmasını gerektirecek nedenleri yok.” dedim, durdum. Sonra,
“Gözyaşı zulüm hiç eksik olmadı yeryüzünde.” dedim.
“En çok gözyaşını Batılılar akıttı, ağlattı. Siyah beyaz hiç fark etmedi onlar için, toprakların altında üstünde ne varsa çaldılar, çırptılar!”
Esma öfkeden titrer gibi konuşuyordu. Bu tür sohbetleri ara sıra yapardık ama bu kadar kızgınca değildi…
“Çok asabisin bu sabah.” dedim. Aslında bunun nedenini hem o hem de ben iyi biliyorduk. Esas söylemek istediği bunlardan başkaydı, içindeki kızgınlığı başka tarafa yönelterek hem kendinden hem de ruhunu bir kezzap gibi yakan Reha’nın hayatında olup bitenlerden kaçıyordu. Hiç sakinleşmemiş bir edayla yüzüme baktı ve,
“Neyse, sen gitmiyor musun?’’ dedi, kendinden emin olmayan ve sanki her şeye küsmüş titrek bir sesle.
“Birazdan çıkarım.” dedim.
“Getireceklerini bir kâğıda yazacaktım.” dedi kendi kendine söylenerek
“Unutmam ama sen yine de yaz.” dedim.
“Geçen defa yazmadım diye istediklerimin yarısını getirmedin.”
Esma içindeki mutsuzluğu yüzünde iyice belirginleştirerek masadan kalkarken ben çatalın ucuyla önümdeki tabağın içindeki siyah zeytin taneleri ile oynamaya devam ettim. Gayesizce bir süre ön balkonda çevreyi seyrettikten sonra yatak odasına gidip giyindim. Sağlık karnemi şortlarımdan birinin arka cebinde bulunca sevindim. Kimliğimi, cebimdeki parayı, banka kartını kontrol ettim.
Koridora çıktığımda Esma’nın beni dış kapının arkasında somurtmuş, elinde küçük bir kâğıtla beklediğini gördüm. Onun o hâli içimi acıttı. Oysa yeni evlendiğimizde ne kadar parlak, canlı ve neşeli bir yüzü vardı. O zaman en küçük şeyden olumlu, mutlu olunacak bir şey çıkarır hem kendisini hem de beni sevindirirdi. Ya şimdi, dünyaları versen umurunda değil…
Ayakkabımı giymeden önce elinde, getirmemi istediği şeyleri not aldığı küçük kâğıdı almak isterken, vermek istemezmiş gibi geri çekilip, solgun ve gergin yüzünün ortasındaki yorgun, yılgın gözlerini gözlerime dikerek, insanı suçlu hissettiren bir ses tonuyla,
“Reha telefon açtı gelemeyeceklerini söyledi.” dedi. Şaşırdım durakladım ve içimde anlaşılması zor bir kargaşa hissettim.
“Ne zaman aradı?” dedim.
“Dün gece sen uyurken.”
“Peki, daha sonra mı geleceklermiş?”
“Hayır hayır Urla’ya gideceklermiş, ama yalan söylediğini sezdim.”
“Ne varmış canım Urla’da? Hem daha geçen sene oraya gitmediler mi?”
“Ona kalsa gelmek ister de neyse şimdi konuşmayayım yine.” dedi Esma hınçla.
Bu çocuğun bir dediği diğerini tutmuyor. Fakat aslında Esma haksız sayılmaz. Gelmek istemeyen Reha değil karısı. Yoksa insan bir yıldır görmediği, sadece telefonda o da ayda bir iki cümle konuştuğu anne ve babasını neden görmek istemesin ki? Esma Reha’nın karısını kastederek,
“Çok inatçı kör olası çok…” dedi çaresiz bir sesle.
‘‘Hah sanki çok meraklıyım da seni görmeye!” diye sonra ekledi.
“Bir de ben görüşeyim Reha’yla, annen geleceksiniz diye o kadar sevindi, hazırlandı derim. Sen merak etme e mi? Ver şu kâğıdı da gideyim.”
Esma çaresizce ama umutla yüzüme baktı.
“Konuş şununla.” dedi sanki ne dediğinin farkında değilmiş gibi. Fakat alttan alması içimi biraz olsun ferahlatmıştı.
“Patatesli börekten bir dilim ayır olur mu?” dedim. Fakat ne söylediğimi anlayıp anlamadığından çok da emin değildim.
Ne kadar zayıf ve kırılgan olduğunu görebiliyordum. Onu biraz olsun rahatlatmak için, yer yer kırışmış, parlaklığı gitmiş ılık ve yumuşak yanağını, alnını okşadım.
“Evet, konuş yoksa hiç affetmeyeceğim!”
“Tamam canım! Sen şimdi üstünü değiştir, sahile in biraz yürü, sonra denize gir. İnan bana ne kadar iyi geldiğini göreceksin.” dedim.
İsteklerini yazdığı küçük kâğıdı yavaşça elinden alırken o boş boş yüzüme bakıyordu. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda ter içinde kaldığımı fark ettim. Sol arka cebime koyduğum mendilimi almak istedim, yerinde yoktu. Esma yıkarken çıkarmış olmalı. Geri içeri girmeye cesaret edemedim. Can sıkıntısıyla avucumun içiyle alnımı, boynumu silmeye çalıştım.
Karşı komşumuzun, kapısının yanına bıraktığı plastik çöp torbasından, ekşimiş, pis kokulu sıvı sızmıştı yere. İçimdeki sıkıntı daha da arttı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Merdivenlerden acele etmeden, dikkatlice aşağı indim. Dengem yerinde değildi ve sersem gibiydim. Geçen gün acele indim de düşüp bir tarafımı kırmaktan son anda kurtuldum. Ucunda yatak yorgan yatıp rezil olmak var. En iyisi dikkatli olmak, ne gerek var aceleye?
Apartmandan dışarı çıkınca, havuz başında genç yöneticimiz Hayri Bey’le konuşan tanımadığım iki kişi gördüm. Yanlarına yaklaşınca merhabalaştık. Nazmi’yle karısı Şerife de geldiler. Havuzun arıtmasında bir sorun varmış onu öğrendim ve yoluma devam ettim.
Sitenin yayalar için ayrılmış küçük demir kapısından kara yoluna çıkıp otobüs beklemeye başladım. Sabah olmasına rağmen sıcak ve nemli hava insanın nefes