PANDEMİ. Seher Tanidik
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу PANDEMİ - Seher Tanidik страница 11
Bu sabah daha yüksekti televizyonun sesi. Bir anda televizyondan gelen “Acı bir haber var sırada” sözü bütün gülüşleri bastırırdı. Salgın hastalık lafını duyunca iyice dikkatini verdi Nermin. Başını kaldırıp ekranda yüzü gözü şişmiş, kızarmış insan görüntülerini görünce birden havası değişti. Bir onların evinde yaşadığı mutlu ve sağlıklı hayat vardı, bir de uzaklarda bir yerde yaşanan hastalıklar.
Haber uzayınca merak içinde ayağa kalkıp televizyonun başına geçti. “Fransa’da ve İtalya’da yeni tanı alan hastalardan sonra bir açıklama yapan Dünya Sağlık Örgütü yetkilileri, suçiçeğine benzeyen bu hastalığın…” diye devam ediyordu haber spikeri.
Görüntüler o kadar korkunçtu ki ağzında çiğnediği lokmayı yutmakta zorlandı. İnsanların vücutları korkunç lezyonlarla kaplı, bilinçleri kapalıydı. Neredeyse ölmek üzereydiler. Hiç de hayra alamet değildi bu görüntüler.
Bir an önce hastaneye gitmesi gerekiyordu. Yanındaki oğluna bir öpücük verip kalan ev ahalisine de yüksek sesle “Ben çıkıyorum millet,” deyip aceleyle çıktı evden. Hastaneye vardığında başhekimin sabahtan beri dört-beş kez kendisini aradığını öğrendi. Hastaneye geç kalmamıştı, hatta erken bile gelmişti. Bu aramalar sabah kahvesine pek benzemiyordu. Çantasını bırakıp önlüğünü bile giymeden hemen üst kata çıktı. Sağlık Bakanlığı’nın, şehirdeki tüm enfeksiyon hastalıkları uzmanlarını, katılımı zorunlu olan bir toplantıya çağırdığını öğrendi. Konuyu tahmin etmek zor değildi. Arabayı otoparktan çıkaramayınca taksiye atlayıp bakanlık binasına gitti.
Yüzlerce doktor toplantının başlaması için sabırsızlanırken kendi aralarında şu yeni meşhur ve meçhul hastalıktan bahsediyorlardı. Ankara’daki iki hastanede benzer şikâyetleri olan beş vaka görülmüştü. “Bu gece de haberlerde bunu seyrederiz artık,” diye düşündü Nermin can sıkıntısıyla.
Kocaman salonun uzun ara koridorlarında hızlı hızlı dolaşıp duran, yakalarındaki mikrofonlar ve kulaklıklarla sürekli birileriyle iletişim halinde gibi görünen siyah takım elbiseli, gizemli adamlar hiç hoşuna gitmemişti. Nermin ve arkadaşları kendi aralarında konuşup tahmin yürütürken onlar kararmış yüzleriyle ne hakkında konuşuyorlardı, kim bilir. Neyi veya kimi beklediklerini bilmeden bekliyorlardı yarım saattir. “Çevre ilçelerden gelenler var,” denildiğini duydu bir ara. Neyse ki saat onu geçerken salonun bütün kapıları kapandı. Kürsünün etrafında asık yüzle dolaşan ama pek kimseyle konuşmayan bir başka siyah takım elbiseli beyefendinin kürsüye çıkmasıyla toplantı nihayet başladı.
“Sayın meslektaşlarım, değerli katılımcılar. Hepiniz hoş geldiniz. İsmim Cenk Baykara. Sağlık Bakanlığı Bulaşıcı Hastalıklar Birim Başkanlığı’nda görevliyim. Bir süredir televizyonlarda, sosyal medyada ve hepimizin ortak gündeminde olan önemli bir mevzuyu konuşmak için burada toplandık. Bildiğiniz üzere iki haftadır, dünya geneline yayılmış, virüs kaynaklı olduğu düşünülen bir hastalıkla karşı karşıyayız. Dünya Sağlık Örgütü’nün resmi olmayan açıklamalarına göre hastalığın etkeni Variola virüsü.”
Variola adını duyar duymaz salondan sesler yükselmeye başladı. Konuşmacı bunları duymazdan gelerek sözlerine devam etti.
“Şu an elimizde başka bir etken olduğuna dair kanıt olmadığından, toplantının bundan sonrası tüm dünyayı etkileyen, yaşadığımız bu salgının Variola virüs kaynaklı Çiçek Hastalığı olduğu varsayımına göre planlanmıştır.”
Bir anda salonun her yerinde söz almak için el kaldıran ve ayağa kalkan birçok dinleyici oldu. “Ama… Mümkün değil… Facia…” kelimelerinin seçildiği bir sürü cümle dolanıyordu salonda. Nermin’in tek düşündüğü bu sabah televizyonda gördüğü görüntülerin, kitaplarda anlatılan Çiçek Hastalığı’yla birebir uyuştuğuydu. Yıllardır görülmeyen ama bir zamanlar insanlığın başına bela olmuş eski düşmandı bu. Nefesini tutmuş, konuşmacıyı dinlemeye çalışıyordu. Hoparlörlerden gelen ses birkaç perde daha yükselip salondaki uğultuyu bastırdı.
Konuşmacının “Heyecanınızı anlıyorum arkadaşlar ama salondaki sessizliği sağlayabilirsek konuşmama devam edebilirim. Şu an kimseye söz hakkı veremeyeceğim. Beni dinlerseniz sorularınızın cevabını alacaksınız zaten,” demesiyle salon kısmen sessizleşti.
“Ülkemizdeki verilere gelirsek, düne kadar Ankara’da bize bildirilen iki ayrı merkezde toplam beş vaka olduğunu biliyorduk. Bu sabah yeni bildirimler geldi. Hastalarla yakın temasta bulunan on yedi kişide yüksek ateş ve halsizlik gibi hastalığın başlangıç semptomları görülmüş ve Çiçek Hastalığı ön tanısı almıştır. İstanbul’daki vakaların sayısı Ankara’dan çok daha fazla, maalesef. Ankara’da tanı alan toplam yirmi iki vakanın yanında ülkemiz genelinde, İstanbul ağırlıklı olmak üzere hasta sayısı yüz yirmi dörde ulaştı. Ülkemizde tespit edilen bu vakalardan dolayı henüz ölüm bildirilmemiştir. Ancak hasta sayısının hızla artmasından endişe ediliyor.
Hastanenizde çalışan tüm hekimler ve yardımcı sağlık personelinin konu hakkında hızla eğitilmesi şarttır. Birazdan size dağıtacağım planlara göre şüpheli her vaka sahibi karantinaya alınacak ve tedavisine başlanacaktır. Viral kaynaklı olduğu için destek tedavisinin yanında antiviral tedavi başlanacak ve ateşe yönelik tedavi yapılacaktır. Sizlerin de bildiği üzere Çiçek Hastalığı’nın özel bir tedavisi yoktur. İlave bakteriyel enfeksiyonları engellemek amacıyla antibiyotik tedavisi başlanabilir. Ayrıntılı tedavi şeması yine elinizdeki formlarda mevcuttur.
Üzülerek belirtmeliyim ki Dünya Sağlık Örgütü’nden Sağlık Bakanlığımıza gelen son bilgilere göre şimdiye kadar Çiçek Hastalığı tanısı alan ve antiviral tedavi uygulanan hastaların hiçbirinin kliniğinde düzelme gözlenmemiş ve ölümle son bulmuştur. Kısacası şu an için virüsün bilinen hiçbir tedaviye cevap vermediği ve dün itibarıyla dünya genelinde beş yüz kırk iki hastanın bu virüs nedeniyle öldüğü bilinmektedir.”
Bir anda salondan daha büyük bir uğultu yükseldi. Konuşmacı sözlerine devam etmek istedi ama salondaki hemen hiç kimse onu dinlemiyordu artık. İnsanlar gözleri büyümüş, korku ve hayret içinde yanındakiyle, arkasındakiyle konuşmaya başlamıştı. Önde oturanlardan biri ayağa kalkmış ve ısrarla konuşmacıyı taciz ediyordu. En sonunda söz alarak sordu. Kelimeleri, cümleleri bir araya getirmekte zorlanıyor gibi konuşuyordu.
“Toplamda tanı alan kaç olgu var? Siz şimdi beş yüz kırk iki ölü var, diyorsunuz. Bu çok büyük bir rakam. Yani bu hastalıktan ölüm oranı nedir?”
Farklı bir ses tonunun duyulması ve en önemli konuda, çok net bir soru sorulması herkesin ilgisini çektiği için salondakiler biraz sakinleşti. Herkes soluğunu tutmuş verilecek cevabı bekliyordu.
“Dün akşam itibariyle bakanlığımıza toplamda bildirilen ve tedavi altına alınan sekiz