PANDEMİ. Seher Tanidik
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу PANDEMİ - Seher Tanidik страница 7
Nermin’in gönderdiği mektubu elinden bırakamamıştı hâlâ, tekrar tekrar okuyordu. Belki de iyi olacaktı Defne’nin gitmesi, en azından Defne için iyi olacaktı. Mert, ablası olmayınca daha da sıkılacak ve ona saracaktı ama en azından evde canı sıkılan kişi sayısı azalacaktı. Böyle dört duvar arasında can sıkıntısı kaçınılmazdı ama her gün onları oyalamaya çalışmaktan Deniz de çok yoruluyordu.
“Haklısınız çocuklar, hayat denen şey bazen sıkıcı olabiliyor. Hele sizin gibi kendini sürekli eğlenmek zorunda hissedenler için hayat bayağı sıkıcı,” diyor ve bunları söylerken ister istemez gülüyordu. Çocuklar “Aman baba,” diye mızıldanmadan tekrar başlıyordu nutuk çekmeye.
“Üstelik burada karantinadayken her zamankinden daha sıkıcı kabul ediyorum ama asıl marifet, bu sıkıcı hayatta güzel anlar yaşayabilmek ve bu güzel anların sayısını artırabilmek. Sizi mutlu eden şey her ne ise ona yoğunlaşabilmek. Halinizden şikâyet etmek yerine sahip olduklarınızın kıymetini bilin. Ben böyle söyleyince size nasihat ediyormuşum gibi geliyor. Sizler de tüm bunları zamanla yaşayarak öğreneceksiniz. Ben sadece daha hızlı öğrenmeniz için size yardım etmeye çalışıyorum,” diyordu.
Çocuklarının onu belki bir gün anlaması umuduyla bu sözleri farklı zamanlarda, farklı şekilde tekrarlamaktan bıkmıyordu ya, çocuklar anlamamakta ısrarcıydılar. Belki de anlayabilecek olgunluğa gelmemişlerdi daha. Ya da duvarın sert olduğunu anlamaları için babalarının söylemesi yetmiyor, gerçeklerle karşılaşmak için o duvara toslamaları gerekiyordu.
Ayağa kalktı. Kaç saattir pantolonunun içinde sıkışıp kalmış olan göbeği bir an önce dışarı çıkmak için can atıyordu. Pantolonun üst düğmesini çözer çözmez rahat bir nefes aldı. Evin içinde hareketsiz kalmaktan kilo almıştı. İçine sığabildiği bundan başka da pantolonu kalmamıştı. “İyi de dışarı çıkarken niye pantolon giyiyorum ki? Bundan sonra eşofmanla çıkacağım,” diye geçirdi içinden.
Terlemişti o koca sepeti taşırken, saçları da dağılmıştı. Tarağı aradı odanın içinde, bulamadı. Aynanın yanında olurdu hep. Aynaya baktı, el âlemin karşısına bu halde çıkmıştı. Zaten az saçı vardı, onlar da stresten dökülmüşlerdi burada. Nermin görünce haline gülecekti kesin. O bile kendi kendine gülüyordu zaman zaman.
“Olsun, Nermin’im beni böyle de sever.”
Güzelliğine vurulup evlendiği karısının şefkatiyle teselli buluyordu şimdi. “Yaşlılık maskaralık,” derdi babam, ne kadar haklıymış. Bugün kendimi yaşlı ilan ediyorum. Zaten Nermin de son zamanlarda kilo aldım diye dertleniyordu.
Yirmi sene önceki pantolonlarını hâlâ giyebiliyor olmasıyla övünür mü insan? Benim güzel karım gençliğindeki formunu koruduğunu bu şekilde hatırlatırdı bana. Kızıyla yarışacak utanmasa.
Evet, kilo aldım ve alıyorum. “Ne yapayım, beğenmeyen küçük kızını vermesin.”
Nermin’in gönderdiği sarı zarfı eline ilk aldığında yaşadığı tedirginliği hatırladı. Zarfın üzerinde karısının el yazısını görünce içine su serpilmişti. İçinden bir ses, Taner’i kibarca ve hızlıca gönderip hemen zarfı açmasını söylemişti. Sonra daha iyisi gelmişti aklına, merakını erteleyerek genç adama gülümsemişti.
Haftalar önce, efkârlandığı bir gece dertleşir gibi öylesine yazmıştı karısına. Ümidi olmasa da belki bir gün gönderebilirim veya gelince okur, diye atmamış, çocukların görmeyeceği bir yere saklamıştı. İyi ki de saklamıştı.
Taner’e takıldı kafası. Kaç yaşındaydı bu adam? Gencecik, hatta çocuk bile sayılırdı. Boyu posu yerindeydi. Ne kadar samimiydiler acaba Nermin’le? Yasak olmasına rağmen mektup getirip götürecek kadar yakınlar mıydı? Böyle bir sürü şey geçti o an aklından.
Yazdığı mektup karısının eline ulaşır mıydı bilmiyordu ama akıllı kadındı Nermin. Telefonda konuşurlarsa kimseye çaktırmadan, kocasının anlayabileceği bir şeyler söylerdi mutlaka.
Deniz “Benim gibi inatçı bir adamı bile ustaca idare ediyorsun ya, bravo sana,” deyince Nermin de “Seni idare ettiğimin farkındaysan pek başarılı değilim demektir,” der, gülüşürlerdi.
Odaya, eşyalara baktı. Hepsinde Nermin’in el izleri vardı. Yıllardır her gelişlerinde birkaç parça yeni eşya almak, duvarları boyatmak isterdi Nermin. Bakım yapacak kadar çok kalmadıkları için ihmal etmişlerdi evi. Boyası idare ederdi de eşyaya hakikaten ihtiyaçları vardı. Evdeki hemen tüm eşyalar annelerinin eski evlerinden getirdikleri tarihi eserlerdi. İkisi de hatıralarından dolayı bu eşyaları kullanmaktan memnundu ama en azından yıllanmış karyolayı seneler önce değiştirmeliydiler. Sağdan sola dönerken bile yayları gıcırdıyordu. Deniz çocukluğunda kendini görebilmek için önünde zıpladığı aynalı konsolu ölse de kimselere vermezdi. Çocukluğu dolaşıyordu bu eşyaların arasında. Zaten tüm bunlar için artık çok geçti.
Düşüncelere dalmışken kapı çalındı, hemen ardından da açıldı. Deniz kâğıtları aceleyle sakladı. Kapıdaki Defne’ydi. Öylece ayakta durmuş babasına bakıyordu. Zaten zayıftı, buraya geleli daha da kilo vermişti. Babasının gülümsediğini görünce gelip yanına oturdu. Çocukluğundan beri arada bir babasının yanına oturur, iyice sokulur, başını omzuna dayardı. Öylece sohbet ederlerdi baba kız. Aynen öyle oturdu yine. Uzun zamandır bu şekilde sohbet ettikleri yoktu. Bu aralar Defne ne zaman ağzını açsa sözün dönüp dolaşıp geldiği yer hep aynıydı:
“Canım sıkılıyor baba.” Ama bu sefer Deniz’in de kızıyla konuşmaya çok ihtiyacı vardı. Konuşmadı Defne, Deniz de ne diyeceğini bilemediği için sustu.
“Neden?” dedi Defne sonunda. Öyle durup dururken “Neden böyle oldu baba?”
Bu sorunun cevabı öyle zor, öyle uzun ve öyle bilinmezlerle doluydu ki neresinden başlayacağını bilemiyordu Deniz. Belki bildiği şeylere katlanması daha kolay olurdu insanın, ama bilmedikleri çok şey vardı. Üstelik Deniz bildiği bazı şeyleri bile çocuklarına söylememiş, çocuklar da cevaplarını alamadıkları soruları sormaktan çoktandır vazgeçmişlerdi. Bir süredir yaşamı sorgulamayı bırakmışlardı. Parçalarının yarısı eksik bir yapbozu tamamlamaya uğraşıyorlardı hep birlikte. Sadece onlar değil, tüm dünya aynı bilinmezlikle boğuşuyordu. En ufak bir hatanın hayatlarına mal olacağı bir bilinmezlikle.
Defne’nin bir cevap aramadığını, sadece konuşmak istediğini düşündü Deniz. Dürüstçe yanıtlamaya çalıştı. “Bilmiyorum kızım. İnsanların kendi zaferleri uğruna binlerce insanın hayatıyla oyun oynamaları anlaşılır gibi değil,” dedi.
“Ne binleri baba! Milyonlarca insan öldü diyorlardı radyoda. Hani en son çıkan uzman…” diye hararetli hararetli anlatırken lafını kesti babası.
“O program yarıda kesildi hatırlarsan. Bu kadar moralini bozma. Öyle kesin sayılar söylemek doğru değil. Kimse tam sayıyı bilmiyor,” dedi. Ümit tek teselliydi, kırılırsa yerine yenisi gelmezdi.
“Bu