Abay Yolu 1. Cilt. Muhtar Auezov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Abay Yolu 1. Cilt - Muhtar Auezov страница 8
Kunanbay kendi huzurunda yapılan bu görgüsüzlüğe çok sinirlendi. Ospan’ı sol eliyle tutup hırpalayarak kendine doğru sürükledi ve silleledi. Ospan iki yanağı ateş gibi yanar vaziyette büyük gözleriyle kor gibi bakarak dondu kaldı. Kunanbay’ın oğlunu silleleyişinden zerre kadar ürperen de, “yapma”, “etme”, “çocuktur işte” diye ses veren de olmadı. Bütün bunları gören Süyindik, Baysal’a fısıldayarak:
– Canım efendim! “Kurt çocuk” işte bu yahu, deyince Baysal da:
– “Kuj”10 desene! Bundan da bu çıkar efendim, diyerek homurdandı.
Kunanbay ulağa kati emir verdi:
– Gel! Al götür şu lanetlenmişi, dedi. Ospan’ın yüzünü kapıya doğru çevirdi ve savurur gibi iteledi. Çocuk yuvarlanarak düşerken, ulak sımsıkı tutup kaldırıverdi. Ospan, tam da babasından kurtulmayı beklermiş gibi ulak onu tutup kaldırdığında evdekilerin hepsine işittirerek arkasından yel çıkarttı, “tırrt” etti de gitti. Maybasar Karatay’a göz kırptı, dudaklarının ucunu kıvırarak gülümsedi ve çenesini sağa sola sallayarak:
– Tüh! Bu itibarsız, sahip olduğu itibardan da bir anda ayrıldı ya, dedi. Konukların bir kısmı gülüverdi.
Karatay ve Baysalgil, kendi içlerinden, Ospan’ın gidişini “korkarak gitmedi, çatışarak gitti” diye değerlendirmişlerdi.
Eskiden de Kunanbay’ın boğazının düğümlendiği, söyleyeceği söze başlayamadan hiddetlenip oturduğu vaziyetler olmuştu. Bu durumda tekrar hevesi kaçmış, somurtmaya başlamıştı. Evdekiler bir vakit ses çıkarmadan öylece oturup kaldı.
Nihayetinde, biraz surat asarak oturduktan sonra, Kunanbay tekrar kıpırdandı ve aklındaki söze başladı…
Konuk evindeki yuvarlak masanın üstünde pembe renkte mecalsiz ışık veren bir kandil yanıyordu. Hâlsiz kandil ara sıra duvarın alt tarafından vuran yelin esintisiyle değişiyor, bazen alevlenerek alazlanıyor, sonra tekrar eski cılız hâline dönerek yanmaya devam ediyordu. Abay, yan tarafında oturan babasının büyük ve irice siluetini tam göremese de ona bakıyordu.
Kunanbay’ın rengi soğuktu. Kara duman rengi yüzünde bozaran tüyler de çıkmıştı. Sadece kendisi konuşuyordu. Güçlü sesinde öfke ve hiddet vardı. Uzun konuşması sırasında bazen Abay’a ilginç görünen kimi atasözleri ile deyimleri de kullanıyordu.
Abay babasının söz akışını, konuşmanın temel muhtevasını anlamış değildi. Sadece bazı atasözleri ile deyimleri seçebiliyordu. Buradaki büyüklerin mevcut geleneğine göre babası da üstü kapalı, dolambaçlı, anlaşılmaz bir biçimde konuşuyordu. Babasının bir sözünü diğer sözüne eklemeyi başaramayan Abay, şaşırıp kalıyordu. Kendine kalsa, hemen, deminki gönlü hoş eve, annesinin yanına giderdi. Fakat babası çağırdıktan sonra, artık çıkıp gitmek olmazdı.
Dolayısıyla o, bir süre, babasının konuşmasının şeklini ve ses akımını dinledi. Kendisinin ilk defa duyduğu için bilmediği anlaşılması zor kimi sözleri kullandığını fark ediyordu. Kelimelerden herhangi birine bastırarak ve çok sinirlenerek konuşan babasının sesi bazen buna bir yağmalama narası, çarpışmaya giden mülteci haykırışı ya da uzun bir nağme gibi geliyordu. Bu anlaşılmaz konuşmadan içi daralıyor, babasının siluetine ve fiziki yapısına bakarken arada sırada dalıp gidiyordu.
Esasında, uzun zaman kımıldamadan ve gözlerini ayırmadan masalcı ve şair gibi çeşitli konuşmacı kişilere bakmak Abay’ın küçüklük günlerinden beri âdeti idi. İnsanların görünüşü buna her zaman olağanüstü, farklı, ilginç bir resim gibi gelirdi. Özellikle, yüzünde kırışığı çok olan büyüklerin görüntüsü ilginç birer hikâye gibiydi. O, kimi insanların çizgi çizgi kırışıklıklarında, sarkık avurtlarında, buruşuk alınlarında, ışıltısı kaybolan gözlerinde ve her çeşit sakal ile bıyığında kendince nice türlü canlı, cansız dünyevî özellikleri görür gibiydi: Kınalanmış çatlakları çok mu taşlı? Yoksa seyrek çalılık mı? Yulaf ya da kara pazı mı? Yoksa duran bir hayvan mı, kaçan bir av mı? … Baktığı insanların simalarında bunlara benzeyen görüntüler bulurdu…
Mesela at yanaklı olan babasının biraz uzunca başının kulaktan yukarı yeri kaz yumurtası gibiydi. Bunsuz da uzun ve büyük olan yüzüne upuzun şekilde ve yuvarlakça biten sakalı da eklendiğinde babasının kafası geniş bir alan gibi görünüyordu. Kunanbay’ın sağ gözü ise onun yüksekçe burnunun sol omzuna çıkan, tek başına uyuklamadan hedefine bakan ve yerinden ayrılmadan ufku gözetleyen bir muhafız gibiydi. Hem de; gevşekliği olmayan, uykusu hafif ve gaddar bir bekçi! Hiç olmazsa onu serbest bıraksaydı ya!
Bu tek göz, gömülüce değil, pörtlekçe idi. Bir an bile kapanmadan öfkeyle bakıyordu. Kirpiğini de seyrek kırpıyordu. Bota derisinden diktirdiği dışı kumaş kaplı kaftanını omzuna almış olarak böbürlene böbürlene konuşan Kunanbay bu evdeki tek bir kişinin yüzüne bakıyordu. Gözünü tam karşısında oturan Süyindik’e dikmiş, öylece konuşuyordu.
Saçı sakalı kara kırçıl aynı renkte olan Süyindik arada sırada Kunanbay’a baksa da gözünü dikerek devamlı bakmıyordu. Bakışlarını aşağı düşürüyordu. Abay onun görünüşünü çok karşılaştığı “az konuşan” insanlara benzetti.
Böjey de o kadar farklı değildi. Yalnız rengi soluk gibiydi. Kendisi kızıl kahve sakallı ve iri burunlu olan Böjey burada oturanların hepsinden yakışıklıydı. Yüzündeki kırışıklıkları da daha azdı. Fakat Abay’ın gözünü ona yönlendiren şey birbirine yakın ve küçücük görünen gözleriydi.
Kunanbay uzun uzun konuşurken Böjey yerinden kıpırdamadı, kimseyle fısıldaşmadı. Gözünü de bakışlarını aşağı düşürmüş durumdaki vaziyetinden çıkarmadı. Dolayısıyla o, uyukluyor muydu yoksa düşünüyor muydu belli değildi. Salınarak kalkan sarkık göz kapağı gözünü azıcık göstermeden tekrar siper alır gibiydi.
Konuklar içinde kartal gibi cesurca gözünü ayırmadan Kunanbay’a bakan kişi tam başköşedeki Baysal idi. Kızıl yüzlü ve al don sakallı Baysal’ın bedeni iri, kendisi cüsseli idi. Büyük mavi gözleri, hem serin hem sır vermezcesine sabırlı idi.
Benzi atmış soğuk bakışlı insanlar içinde en canlısı, en hareketlileri, ince yapılı Karatay ile Abay’ın yanındaki Maybasar idi.
Büyükler arasındaki iki genç ise; beri tarafta babasından aşağıda oturarak gözünü ayırmadan ona bakan Abay ile öteki tarafta tam da onun gibi yaparak oturduğu yerden bütün dikkatiyle Kunanbay’ı dinleyen genç delikanlı Jiyrenşe idi.
Jiyrenşe, Kötibak boyundan Baysal’ın yakın akrabası Şokan’ın oğlu idi. Baysal, onu her daim maiyetine alır ve gittiği yere beraberinde götürürdü. Hem yiğitlerinden biriydi, hem de sözden anlayan, “adam olur” denen yeni nesildendi. O, konuşmanın sonunu bağlamayı iyi bilirdi. Konuşurken ilgi çekici kılarak anlatırdı. Kendisi komikti. Abay’ı şımarttığı dönemler de olmuştu. Şimdiki bu toplantıda Abay’ın
10
Kuj: Efsanelerde geçen ve her şeyin aksini yapan bir dev.