Türkistan'da Dil Politikası. Zamira Öztürk
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Türkistan'da Dil Politikası - Zamira Öztürk страница 13
Bu itibarla, Türk kimliğinin özümsenmesi ve millî şuura dönülmesi hareketinin yaygın bir kabul gördüğü Osmanlının son döneminde Türk millî bekasının tesisi için tümden bir dil reformuna ihtiyaç olduğu fikri ortaya çıkmıştır.
Dilde reformu savunanlar, yeni millî edebiyat için daha kucaklayıcı olduğunu düşündükleri İstanbul Türkçesini temel olarak kabul etmişlerdir. Eski Türkçeyi canlandırmak ya da Çağatayca’yı seçmek ise ihtimal dışı tutulmuştur. İstanbul Türkçesinin temel alınması gerektiği Şemsettin Sami tarafından “İstanbul Türkçesini Türkçenin kreması ve çiçeği olarak kabul etmemizi gerektiren şey onun yapısı, telaffuzu, inceliği ve deyimlerin zarafetidir” şeklindeki sözü ile de vurgulanmıştır (Kushner, 1979, s. 114-115).
Özetle, Osmanlı Devleti’nde süre giden dilde reform ve diğer kimlik modellerinin rekabet edememesi ile öne çıkan millî kimlik modeli resmi ulusçuluğun doğmasını sağlamıştır. Bu bakımdan denilebilir ki Osmanlı yönetiminin Türklüğe yakınlaşması dil sayesinde olmuştur. Bunun yanında 1876 yılında ilan edilen Kanuni-i Esasi içerisinde yer alan ve Türkçenin önemini ortaya koyan maddeler de bu bakımdan dilin ulus inşasındaki rolüne ilişkin verilen çabalara güzel bir örnek oluşturmaktadır.15 Kanun-i Esasi içerisinde yer alan ve devlet işlerinde Türkçenin hâkim kılınmasını amaçlayan maddelerde uzun yıllar etnik grupların bir arada yaşadığı devlete bir Osmanlı kimliği kazandırmanın yolu Türkçenin hâkim dil statüsü kazanmasında aranmıştır.
Bundan hareketle, millî kimliğin tekrar keşfedilmesinin ve esas başlangıç noktasının 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın dönemecinde az sayıda insanın bir ideal çevresinde birleşerek düşünmeye başladığı an olduğu söylenebilir (Georgeon, 2006, s. X). Türkoloji’nin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişme kaydetmesi Osmanlı aydınlarının Türkçenin imkânlarını keşfetmelerinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca bu döneme Türk dilinin sadeleştirilmesi çalışmaları, Türk dil bilgisi kitaplarının ve sözlüklerin basılması çalışmaları da hâkim olmuştur (Yıldırım, 2014, s. 78). Millet tanımı yapılırken de dilin nasıl bir önemi olduğuna dair söylemler de geliştirilmiştir. Bu konuda, Ziya Gökalp’ın millet tanımı dilin önemine vurgu yapmaktadır. Gökalp’a göre millet, “aynı dili konuşan, aynı eğitimi almış ve din, ahlak ve estetik ülkülerinde birleşmiş insanların oluşturduğu bir topluluk- kısacası, ortak bir kültüre ve dine sahip insan grubu” dur (Ziya Gökalp’tan Aktaran: Heyd, 1950, s. 60). Bu itibarla Gökalp, toplumsal kimlik ve dil arasında bir bütünlük kurmaktadır. Gökalp, bu ortaklaşmayı “daha beşikten ninnilerle başlayan dil sevgisini vurgulayarak anlatır: Millet ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi, ne de iradi bir zümre değildir. Millet, lisanca, dince, ahlakça ve bediiatça müşterek olan, aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep olan zümredir” (Ziya Gökalp’ten Aktaran: Kösoğlu, 2002, s. 210). Buna göre, Türkçülüğün kültürel anlamıyla milliyetçiliğin başlıca etmeni haline gelmesi, dilbilimsel Türkçülüğün konuşma diline yakın bir şekilde basitleştirilmesi ile gerçekleşmiştir (Karpat, 2004, s. 207).
Türk Dil Devrimi, Dil Politikaları ve Ulusal Kimlik
Siyasi çatışmalar, parçalanma, yenilgiler, askeri darbeler, meşrutiyet yönetiminin denenmesi ve Anayasa’nın askıya alınması ve en nihayetinde I. Dünya Savaşı’nın sonuçları… Yaşanan türlü olaylar, toplumsal değişimler, savaşlar, yetişen nesiller, evrilen dünya… Bu şartlarda büyüyüp gelişen bir ulus bilinci… Nihayetine ulus olma bilincinin tarih sahnesinde tutunmak için genel geçer bir kurtuluş çaresi olduğu düşüncesinin ağır basması… Ve tarih sahnesine çıkan yepyeni bir devlet: Türkiye Cumhuriyeti…
Bağımsızlığını kazanan Türkiye, çağdaş medeniyetler topluluğunun bir üyesi olabilmek için, önce Cumhuriyet rejimini benimsemiş, daha sonra ise kültürel ve toplumsal reformlar ile “az zamanda çok ve büyük işler”16 yapmanın gayreti içerisine girişmiştir.
Yeni kurulan bir devleti bir arada ve ayakta tutabilmenin yanında millet bilincinin de aşılanması büyük bir önem arz etmekteydi. Bu bakımdan, Türkiye Cumhuriyeti’nde dil, alfabe ve reformlar hep iç içe geçen birer olmazsa olmazdır. Ayrıca, Türk Dil Devrimi, başlı başına ulus olma ve toplumsal kimlik kazandırma bilincinin yerleştirildiği bir reform hareketi olarak da dikkat çekmektedir. Bu itibarla, Türkiye Cumhuriyeti dil reformu hakkında kısaca bilgi vermek ve toplumsal kimlik üzerindeki etkisine değinmek faydalı olacaktır.
Benedict Anderson17, Dil’i “Âşık olan için gözler neyse vatansever için de dil odur” şeklinde ifade etmektedir. Çağımızın birliktelikleri arasında birbirine en yakışanı, en kaynaşmışı ve en sağlam olanı dil-millet çiftidir. (Dieckhoff, 210, s. 179). Buna göre, Türkiye’de dil tam anlamı ile milletin inşası amacına hizmet etmiştir. Bunun için bir olgunlaşma ve uygulama dönemi yaşanmıştır.
Atatürk, 1924-1928 yılları arasında Latin alfabesine geçiş aşamasında bir takım olgunlaştırıcı çalışmalar yapmıştır. Bunun için Dil Encümeni kurulmuştur. Encümen, 26 Haziran 1928 tarihinde Ankara’da resmen göreve başlamıştır. Alfabe değişikliğinin alt yapısı bu kurum vasıtasıyla tesis edilmiştir (Tarım, Latin alfabesine geçişin zeminini oluşturması için kurulan bu dil encümeni, yeni alfabe konusunda olumlu rapor vermiştir. Atatürk, Dil Encümeni’nin olumlu raporunun ardından, yeni harflerin kullanılmasını bir vatandaşlık ve vatanseverlik vazifesi olarak tanımlamıştır (Özdoğan, 2015, s. 246). Atatürk’ün yeni Türk harflerini bu denli benimsemesi ve birleştirici bir unsur olarak görmesinin ardında onun milliyetçilik anlayışı yatmaktadır. Buna göre Atatürk, Renan’ın ulus olma şartlarına ilişkin tezinden ve düşüncelerinden etkilenmiştir. Ulus olmanın şartlarını inceleyen Renan, kahramanlıklarla dolu bir geçmiş, büyük liderlere sahip olmanın yanında din, dil ya da ırk ile tanımlanarak kazanılmış zaferlerin gerekliliğinden bahsetmektedir (Renan, [1882], 1994, s. 17). Böylelikle denilebilir ki Atatürk’ün uluslaşma çerçevesindeki millet kavramına yaklaşımı Renan çizgisi etrafında şekillenmiştir: “Millet hakkında, ikinci derecede unsurları kaale (dikkate) almayarak mümkün olduğu kadar her millete uyabilecek bir tarifi biz de alalım: a. Zengin hatıra mirasına sahip bulunan; b. Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan; c. Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir. Bu tarif tetkik (analiz) olunursa bir milleti teşkil eden insanların rabıtalarındaki (bir arada olmalarındaki) kıymet, kuvvet ve vicdan hürriyetiyle insani hisse gösterilen riayet (saygı), kendiliğinden anlaşılır. Filhakika, maziden müşterek (ortak) zafer ve yeis (üzüntü) mirası; istikbalde (gelecekte) tahakkuk ettirilecek aynı program; beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak; bunlar elbette bugünün medeni zihniyetinde diğer her türlü şartların üzerinde mana ve şekil alır. Bir millet meydana geldikten sonra, efradın devlet hayatında, iktisadi ve fikri hayatta ortaklaşa çalışmak sayesinde vücuda gelen millî kültür şüphesiz milletin her ferdinin çalışma hissesi, katılma hakkı vardır. Buna nazaran, bir kültürden olan insanlardan oluşan cemiyete millet denir dersek milletin en kısa tarifini yapmış oluruz” (İnan, 1999, s. 20). Bu itibarla, Türk Harf Devrimi’nin temel görünümünün toplumsal bir kimlik oluşturmakla birebir ilişkili olduğunu dile getirmek yanlış olmayacaktır.
15
Madde 18.– Tebaa-i Osmaniyenin hidematı Devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.
Madde 57.– Heyetlerin müzakeratı lisanı türki üzere cereyan eder ve müzakere olunacak layıhaların suretleri tab ile yövmü müzakereden evvel azaya tevzi olunur.
Madde 68- Heyeti Mebusan için azalığa intihabı caiz olmıyanlar şunlardır: Evvelâ tebaa-i Devlet-i Aliyeden olmıyan saniyen nizamı mahsusu mucibince muvakkaten hizmeti ecnebiye imtiyazını haiz olan salisen türkçe bilmiyen rabian otuz yaşını ikmal etmiyen hamisen hini intihabta bir kimsenin hizmetkârlığında bulunan sadisen iflâs ile mahkûm olup ta iadei itibar etmemiş olan sabian sui ahval ile müştehir olan saminen mahcuriyetine hüküm lâhik olupta fekki hacir edilmeyen tasian hukuku medeniyeden sakıt olmuş olan aşiren tabiiyeti ecnebiye iddiasında bulunan kimselerdir. Bunlar mebus olamaz. Dört seneden sonra icra olunacak intihaplarda mebus olmak için Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak dahi şart olacaktır. (https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1876-k%C3%A2n%C3%BBn-i-es%C3%A2s%C3%AE/– Erişim: 24.12.2019)
16
Onuncu Yıl Nutku Metninde geçen bu ifade ve tüm metin için: “Cumhuriyetin Onuncu Yıl Nutku “, http://yunus.hacettepe.edu.tr/~sadi/dizeler/onuncu-yil1.html 2013, s. 99).
17
Amerikalı siyaset bilimcidir. Ulusları hayali cemaatler olarak tanımladığı “Hayali Cemaatler” isimli eseri ile ünlenmiştir.