Türkistan'da Dil Politikası. Zamira Öztürk
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Türkistan'da Dil Politikası - Zamira Öztürk страница 14
Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalan resmi dilin zamanla halktan kopuk bir hâl aldığı ve süslü bir yapısının olduğu düşüncesi, entelektüel kesim ile halk arasındaki mesafenin açıldığını düşündürmüş ve Türk Harf İnkılâbı ile bunun önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Türkçenin ses yapısına uyumlu hâle getirilmeye çalışılan Türkçeleştirilmiş Latin Alfabesi, Avrupa uluslarının yazısında görülen “sh”, “ch”, “sch”, “tsch” gibi ikili, üçlü ve dörtlü harf bileşenlerini kullanmamaktadır. Tek harfli bir yazı sistemi ile Latin alfabesini kullanan diğer milletlerden ayrı bir özelliği ortaya konulmuştur. “ç”, “ş”, “j”, “ğ” harflerinin dile uyarlanması, “ö”, “ü”, “i” harflerinin türetilmesi ile Türk alfabesi taklitçi olmaktan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylelikle ulusal bir Türk Alfabesi elde edilmeye gayret edilmiştir (Korkmaz, 2009, s. 1474).
Kendine has özellikleri ile ön plana çıkan Türk alfabesinin kanunlaşmasından önce Atatürk’ün 8-9 Ağustos 1928 Perşembe gecesi yaptığı konuşma aslında harf devriminin toplumsal kimlik boyutunu gözler önüne sermektedir:
“Bir milletin, bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni doksanı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanlar utanmak lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir! Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardır. Artık mazinin (geçmişin) hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları düzelteceğiz” (Atatürk, 1952, s. 253).
Yukarıdaki konuşma bir bakıma Atatürk’ün Millî Mücadele döneminde başlayan tam bağımsız bir devlet kurma ve kurulacak devleti çağdaş medeniyetler zirvesine çıkarma hedeflerinin bir yansımasıdır. Böylece, yeni Türk alfabesi, Arap ve Fars dillerinin egemenliğini yıkarak Türk dilinin egemenlik ve gelişme yolunu açan sağlam bir araçtır.
Bu sağlam araç Atatürk’ün tabiriyle “Her gelişmenin ilk yapı taşı” olarak kabul edilmeye değerdir. Bu bakımdan Türk alfabesi, her ferde daha kolay öğrenmenin ufuklarını açmıştır. Bu ufku genişletmek için okullarda ve “Millet Mektepleri”nde okuyup yazmak bir sorun olmaktan çıkarılmıştır. Latin alfabesinin kabulü ile ayrıca alfabenin din temelli algılanması düşüncesiden kurtulma gerçekleşmiş ve alfabe bir kültür aracı olma özelliğine taşınmıştır. Tüm bunların yanında, yazımı ve okunması kolay olan Latin alfabesi sayesinde, Türk toplumunun kalkınıp gelişmesi daha kolay bir hâle gelmiştir. Arap alfabesi kullanıldığı dönemde sınırlı bir aydın kesimine hitap eden eğitim, kırsal kesimleri de içine alacak bir düzeyde genişleyerek daha kapsayıcı bir görünüme kavuşmuştur. Bu durum ise toplumun her kesimi için ekonomik kalkınmanın da bir itici gücü haline gelmiştir Latin alfabesinin kabulü ve sistemli bir şekilde yaygınlaştırılması ile Türkiye Cumhuriyeti batı dünyası ile bütünleşme evresine girmiştir. Bu durum, genç Türk devletinin batı dünyası nezdindeki siyasal imajını sosyal ve kültürel açıdan da geliştirici bir etken olmuştur (Korkmaz, 2009, s. 1477-1479).
Türk Harf İnkılâbının Türk toplumunun sosyal ve kültürel gelişimi ve Türk kimliğini özümsemesine örnek olarak o dönemde İngiliz basınında yapılan şu değerlendirme bir örnek teşkil etmektedir:
“Türkler topyekûn bir kültür seferberliği başlattılar. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, il il, kasaba kasaba dolaşarak elinde tebeşir, tahta başında bakkala, kasaba, işçiye, erkeğe, kadına okuma yazma öğretiyor… Dünya bugüne kadar bir Cumhurbaşkanının elinde tebeşir halka okuma yazma öğrettiğini görmedi” (Öner, 2008, s. 2).
Kapsamlı ve planlı bir görüntü sergileyen Türk Harf İnkılâbı yapısı itibariyle Türk toplumunun bütünleşerek bir ulus olmasını amaç edinmektedir. Çok etnili, çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bir imparatorluk mirasının bakiyesi olan Türkiye’de ulus devlet olma amacı bir bakıma Harf İnkılâbı ile ilk adımını atabilmiştir. Bu bağlamda, Latin alfabesinin kabulü ile Türk toplumun kendi özünde var olan ses özelliklerinin dile kazandırılmasının yanında, Türk toplumuna özgü harflerin alfabeye yansıması Türk harflerinin orijinal bir özellik taşımasını da sağlamıştır. Hem resmi hem günlük dilde Arap harflerinin kullanımının kalkması ile yüzünü batıya dönmüştür.
Bu itibarla, dil gücünün ve ulus gücünün birbirlerinden beslendikleri düşüncesi yanlış olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Atatürk de bu konuda şu tespiti yapmıştır: “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessesedir.” Buna karşılık, dillerini ihmal edip işlemeyen ve geliştirmeyen uluslar hem yabancı etkilere daha kolay boyun eğerler hem de yabancı baskıları daha etkili ve şiddetli hissederler. Atatürk işte tam da bu gerçekten hareketle, millî varlığı destekleyen en büyük dayanağın dil olduğunu vurgulamıştır. Çünkü güçlü ulusların güçlü dilleri vardır ve güçlü dil, güçlü ulus yaratmada en büyük etkendir. Bu kapsamda, asıl olan ise güçlü bir dilin bilinçle işlenip geliştirilmesidir (Hatipoğlu, 1973, s. 12).
İkinci Bölümde Sovyetler Birliğinin kuruluş aşamasından dağılması sürecine kadar uygulanan dil politikaları, kültür politikaları ve asimilasyon çabalarının dile yansıması, Sovyetler Birliğini oluşturan halkların bul politikalarından etkilenme dereceleri ele alınacaktır.
İKİNCİ BÖLÜM
SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİ DİL POLİTİKALARI
ÇARLIK RUSYASI, BOLŞEVİK İHTİLALİ DÖNEMİ VE ERKEN DÖNEM SOVYET DİL POLİTİKALARI
Rusların geleneksel anlamda topraklarını genişletici ve nüfuz alanını artırıcı bir politika yürütmesi, Çarlık Rusyası döneminden gelen karakteristik bir özelliktir. Bu kapsamda, Çarlık topraklarına yeni katılan yerlerde yaşayan halkın yönetilmesi ve kökleşmiş bir sistemin kurulmasının aracı olarak “dil”e özel bir önem atfedilmiştir.
Bu başlık altında Bolşevik İhtilâlinden önce Çarlık Rusyası olarak bilinen dönemde uygulanan dil politikalarına değinilecek ve erken dönem Bolşevik dil politikalarının uygulama şekli irdelenecektir. Böylelikle uzun yıllar çok geniş bir coğrafyada egemen olan yönetim anlayışının “dil” üzerindeki etkisi açıklanmaya çalışılacak ve günümüzdeki yansımalarının anlaşılmasına katkıda bulunulacaktır.
Çarlık Rusyası Döneminde Uygulanan Dil Politikaları
Rusların özellikle Orta Asya olarak tabir edilen bölge üzerindeki siyasi emelleri 16. yüzyılda şekillenmiştir. Rusların kendi iç birliğini sağlamlaştırmasının ardından komşu topraklar üzerinde hâkimiyet kurma politikası hayata geçirilmiştir. Bu politikaların en başında hedefteki toplumlar üzerinde nüfuz sağlamak gelmektedir. Rus siyaset yapıcılar,