Türkistan'da Dil Politikası. Zamira Öztürk
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Türkistan'da Dil Politikası - Zamira Öztürk страница 11
Aşağıdaki alt başlıklarda dilin ulus kurma ve millî benlik üzerindeki etkisi hakkında bir takım bilgiler verilmektedir ve dilde/alfabede reform çalışmalarının yeniden bir ulus yaratma konusundaki etkisi Avrupa’daki, Osmanlı’nın son dönemlerindeki ve Türkiye Cumhuriyeti örnekleri ile desteklenmektedir.
İtalya, Fransa ve Almanya Örnekleri Bağlamında Ulusal Kimlik İnşası 5
Dilin birleştirici rolüne, İtalyan Birliği Hareketi Risorgimento’nun liderlerinden biri olan Massimo d’Azeglio’nun “İtalya’yı oluşturduk, şimdi de İtalyanları oluşturmalıyız” sözü bir örnek teşkil etmektedir (Erözden, 2008, s. 126). Dil ve dil planlamaları sayesinde bir kimlik oluşturulmasının hemen ardından ise “biz” ve “ötekiler” bilincinin oluşturulması aşaması gelmektedir. Bu amaca hizmet etmek için toplumu oluşturan bireylerin tümünü organize etmek için gücü elinde tutan siyasi otorite; siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik yaşamın sürdürülebilirliği için standart bir dil oluşturma yolunu seçmektedir (Sadoğlu, 2010, s. 22-36).
Dil planlamasının ve dilin toplumların kimliği ve benliği üzerindeki rolü ile yepyeni toplumlar inşa etmedeki etkisine Fransız Devrimi ile başlayan süreci örnek olarak vermek mümkündür.
Siyasal ulusçuluk modelinin ilk örneği, Fransız Devrimi6 dir. Bu model Fransa’da monarşiye karşı verilen iç savaş sonrası hayata geçmiştir. Toplumu oluşturan gruplar arasında büyük sosyal ve ekonomik uçurumların olduğu Monarşi dönemi Fransa’sı zamanla eşitlik, kardeşlik, adalet, kendi kaderini tayin etme, halkın kendi kendini yönetme söylemleri ile devrime dönüşmüştür. Fransız Devrimi ile birlikte, vatandaş esasına dayalı bir ülke yapılanması ortaya çıkmıştır. Bu yapılanmada ise toplumu oluşturan bireyleri en üst aidiyet biçimi olan “ulus” a bağlamak ana hedef olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, dil öğesi Fransız milliyetçiliğinin popülerliğine büyük katkı sağlamıştır. Dil, Fransız Devrimi ile birlikte ortaya çıkan yeni toplum yapısında en etkili uluslaştırma aracı olarak ön plana çıkmıştır (Aktürk, 2006, s. 33). Fransa’da devrimden sonra ön plana çıkan Fransız ulusallaşması, esas itibariyle “ulus” kavramına siyasal bir anlam ile bağlıdır. Buna göre, yurttaşlık kavramının da Fransa’da siyasal yönü bulunmaktadır. Buna ek olarak Fransız Devrimi’ne önderlik eden kadro için Fransız yurttaşlığını kazanmak ve bu yurttaşlığın sağladığı haklardan yararlanmak için Fransızca bilmek vazgeçilmez bir koşul olarak öne sürülmüştür. Bu bakımdan, dil birliği gerçekleştirilmesi hedeflenen bir proje olarak benimsenmiştir (Erözden, 2008, s. 108). Bu projeye uygun olarak da bütün ülke içerisinde kullanılacak resmi bir dilin yaratılması ve diğer dillerin zamanla yok edilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Bu duruma, “Yerel Ağızların Yok Edilmesine ve Fransız Dilinin Evrenselleştirilmesine İlişkin Kanun” çıkarılması örnek olarak verilebilir (Kırca, 2003, s. 156).
Fransız Devrimi’nden sonraki dönemde ortak dile verilen öneme ek olarak devrim öncesi Fransa’da da ortak dile ulaşmak için birtakım çalışmalar yapıldığı da görülmektedir. I. François, Collége de France’yi kurarak millî bir yapı oluşturmayı hedeflemiştir. Bu çerçevede, devletin resmi işlemleri Latince yerine Fransızca olarak gerçekleştirilmeye başlanmış ve Fransızca aynı zamanda sanat ve edebiyat dili olarak da hedeflenmiştir (Sadoğlu, 2010, s. 14). 1539 yılında, I. François’in kanunların ve mahkeme kararlarının Fransızca olması yönündeki emrine ek olarak, 1634’de dil çalışmalarını yürütmek için Fransız Akademisi oluşturulmuştur.1694 yılında ise Fransızca bir sözlük hazırlanmıştır (Rickard, 1992).
Napolyon’un Kutsal Roma İmparatorluğu’nu yıkması, sayısı 400’ü bulan bölgesel Alman biriminin 40 bölgesel birim altında birleşmesi ile sonuçlanmıştır. Birleşen bu bölgesel birimler ise aynı düşmana karşı olma duygusunu taşımışlardır (Saklı, 2012, s.15). Almanların parçalanmış bir görüntü sergilemesi ise merkezi ve modern Avrupa’da Alman kültürünün korunmasının önünde bir engel teşkil etmekteydi. Bu nedenle ilk başlardaki Alman ulusçuluğunun görünümü bir birlik ulusçuluğu çerçevesinde şekillenmiştir (Gellner, 2008, s. 187).
17. yüzyıldan itibaren de Fransızcanın kültür, sanat ve diploması alanlarında giderek baskın bir hale gelmesi Alman aydınlar üzerinde de etkili bir hale gelmiştir. Fransızcanın giderek yerleşik ve yaygın bir hal almasının yanında Alman dilinin bölgesel parçalanma ve farklılaştırmalardan kaynaklı, Lehçenin ve Latincenin etkisi altında kaldığı bir dönem de yaşanmıştır (Gökberk, 1999, s. 88). Almancanın etkisini artırmak adına ve Almanların yaşadıkları topraklarda Almancayı bilim, sanat, edebiyat ve idari dil olarak hâkim kılmak için birtakım çalışmalar başlatılmıştır. 17. yüzyıldan itibaren Almancayı Fransızca ve Latincenin etkisinden kurtarmak için dilde ayıklama çalışmaları başlatılmış ve dil dernekleri kurulması gündeme gelmiştir. Kurulan dil dernekleri vasıtasıyla Almancanın dil varlığının korunması, anadil sevgisinin uyandırılması, anadil kullanımının yaygınlaştırılması ve doğru kullanılmasının sağlanması, Almancanın yabancı dil etkisinden arındırılması ve Alman ulusal bilincinin ve toplumsal kimliğin kurulması amaçlanmıştır (Gökberk, 1999, s. 88-100).
Yukarıda verilen örnek bağlamında bir ulusun inşa edilmesinde ilk ve belirleyici aşamanın dilin hâkim kılınması olduğu söylenebilir. Buna göre toplumsal birlikteliğin genele yayılması için iletişim, bürokrasi ve eğitim politikasının aracı olarak dil, belirli aşamalardan geçen planlama evresi ile kabul edilir ve standart bir konuma yükseltiğinde ulus kurmada belirleyici bir rol üstlenmektedir.
Osmanlı Devleti Dönemi Dil Planlaması ve Ulusal Kimlik İnşası
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren Türkiye’de dil planlaması önemli ve büyük bir role sahip olmuştur. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti çeşitli etnik grupların bir arada yaşadığı geniş bir coğrafyada uzun yıllar hüküm sürmüştür.
Osmanlı Devleti’nde toplumsal yapının inşa edilmesinde “millet” sistemi önemli bir yere sahiptir. Osmanlı devletinde kullanılan “millet” kelimesinin anlamı ile bugünkü anlamı arasında da bir fark bulunmaktadır (Ortaylı, 1985, s. 996). Osmanlı Devleti’nde “millet” kavramı; “din”, “mezhep”, ve “şeriat”
anlamlarında kendine kullanım alanı bulmaktadır (Demir, 2011, s. 334). Buna göre, gayrimüslimlerin sınıflandırılmasında (sosyal ve siyasal anlamda), mensup oldukları din esas alınmıştır. İmparatorluk içerisindeki her din de ayrı bir millet olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin dayandığı sosyal ve siyasi yapı işte kurulan bu millet sistemine göre belirlenmiştir (Eryılmaz, 1992, s. 11).
Çok etnili7 bir toplum yapısına sahip olan Osmanlı Devleti zamanın şartlarının beraberinde getirdiği birtakım değişimlerden de önemli ölçüde hissesine düşeni almıştır. Siyasi ve sosyal anlamda Avrupa’da meydana gelen değişimler, bir arada uzun yıllar uyum içerisinde yaşama başarısını göstermiş olan Osmanlı toplumunu bir daha geriye dönülemeyecek şekilde etkilemiştir.
Buna göre, Fransız Devrimi sonrası kendine geniş bir etki alanı bulan milliyetçilik
5
Bu başlık altında Fransa, Almanya ve İtalya örneklerine özellikle yer verilmiştir. Avrupa’da önemli birer siyasi güç haline gelen bu devletler ulusal birlik felsefesini ve ulusal kimlik anlayışını yorumlamaları bulundukları coğrafyanın ve dünyanın siyasi düzenini etkilemişlerdir. Fransa, imparatorlukların dağılmasının önünü açan 1789 Devrimi ile milliyetçilik, eşitlik, hak, adalet, kardeşlik kavramlarını ve insan haklarının temellerini atarken, Almanya siyasi birliğini Alman Irkı imgesi üzerinde kurarak parçalanmış Alman prensliklerini bir araya getirmiştir. İtalya ise Avrupa’da ulusal birliğini son kuran ülke olarak dikkat çekicidir. Sömürgecilik yarışında geride kalan İtalya, ulusal birliğini İtalyan milletinin bir, beraber ve güçlü olmasına bağlamıştır. Bunun yanında ilerlemek ve genişlemek ideallerini İtalyan milletinin üstünlüğü inancına dayandırarak haklı göstermenin peşine düşmüştür. Bu kapsamda, Ferro, M. (2002).
6
Fransız Devrimi sırasında yaşanan gelişmeler bir toplumun yıllarca zihninde taşıdığı değerlerin adeta şiddetli bir şekilde dışavurumu şeklinde tezahür etmiştir. Bu Devrim ile birlikte itaat edilenler bir anda düşman haline gelmiş; Burjuvazi, Aristokrasi sınıfına karşı acımasız tedbirlere başvurmuştur. Fransız Devrimi beraberinde karşı devrimin bastırılması paranoyasını doğurarak “terör dönemi” nin yaşanmasına da neden olmuştur. Bu dönemde Maximilian Robespierre gibi başlarda demokratik daha sonradan ise aşırı tutucu, idam yanlısı ve baskıcı yöneticilerin toplumu suni olarak şekillendirmeye çalıştıklarını görmekteyiz (Soboul, 1969; Michelet, 1950, Cilt: 1 ve 2; Hobsbawm, 2009).
7
Osmanlı Devleti’nde etnik yapının görünümü ve daha ileri okumalar için bkz: Sakin, O.(2008).