Türkistan'da Dil Politikası. Zamira Öztürk
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Türkistan'da Dil Politikası - Zamira Öztürk страница 7
Bu itibarla, seçilen bir dilin toplumun tüm kesimleri arasında genel geçer bir özelliğe bürünmesi için bir takım kodlama çalışmaları yapılır. Bu kodlama çalışmaları dil bilgiselleştirme ve sözcükleştirme olarak sıralanabilir. Dilde belli bir standardın yakalanarak hayata geçirilmesi için dilbilgiselleştirme kodu büyük bir önem taşımaktadır. Bu aşamada dili kodlayanlar, yazılaştırdık-ları dile belli bir standart kazandırmak için o dilin işleyiş kurallarını düzenler ya da ortaya koyar.
Seçilen dilin sağlıklı bir iletişim aracı olarak yaygınlaştırılması ve düzenli bir ölçün ile kullanılması sözcükleştirmeyi de gerekli kılmaktadır. Sözcükleştirme, uygun bir söz varlığının seçilmesi anlamına gelmekte olup biçemlerin görevlerini ve dildeki sözcüklerin kullanım alanlarını içermektedir. Bu çerçevede, sözcükleştirme (Lexication), kısaca uygun bir söz varlığının seçilmesini ve kullanım alanlarını içermektedir (Haugen, 1983, s. 271).
Bağımsızlık sonrası dönemde Türk cumhuriyetlerinde, bağımsızlığın bir göstergesi olarak resmi dil seçimi bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Bunun için bir dilin resmi ve ulusal bir seviyeye taşınmasında yapılan ilk işlem olarak standartlaşma çalışmaları yapılmıştır. Standartlaşma adımında dilbilgisi, sözlük, alfabe ve yazım kılavuzları çerçevesinde dilin düzenlenmesi hedeflenmektedir. Bu adımda düzenleyici önlemler alınır ve elde edilen sonuçlar değerlendirmeye tabi tutulur (Bosnalı, vd., 2016, s. 22).
Dil planlaması süreci ile ortaya çıkan çıktıların benimsenerek kullanılması ve bu kullanım üzerine odaklanılması esas itibariyle uygulamayı ifade etmektedir. Buna göre, dil planlaması sonucunda elde edilen çıktıların ve politikalarının benimsenip özümsenmesi için sarf edilen tüm çabalar uygulamayı meydana getirmektedir (Karam, 1974, s. 110; Fishman, 1971, s. 300). Çıktıların ve politikaların özümsenmesi çabaları ise sırasıyla; hazırlanan dil bilgisi, yazım kılavuzları, sözcük listeleri ve okullardaki eğitim-öğretim programlarını kapsamaktadır (İmer, 1998, s. 70). Haugen modelinde ise uygulama, bir yazarın, kurumun ya da hükümetin, toplumun iletişim aracı olarak belirlenen ve seçilen ve kodlanan bir dil biçimini benimseyerek yaygınlaştırması ile alakalı etkinliğini içererek eğitime dayalı yaygınlaştırmayı ifade etmektedir (Haugen, 1983, s. 274).
Modernizasyon bir dilin çağın şartlarına ve gereklerine paralel olarak geliştirilmesi ve çağa uygun bir iletişim aracı olmasını ifade etmektedir. Bu süreç, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan toplumları kapsayabilmektedir. Buna göre, çağdaş ve gelişmiş toplumlar, zamanın şartlarına bağlı olarak, dillerini modernize etmekte ve daha uygun bir zenginleştirme yolunu seçebilmektedirler. Bilim çağının giderek hayatın tüm alanlarına hâkim olması, yeni ürün ve hizmetlerin üretiminde yeni sözcüklerin kullanılması sonucunu doğurmaktadır. Buna göre, bir zamanlar toplumun hayatında hiç var olmamış ürünlere çağımızda yer verilmekte ve bu ürünler toplumun dilinde kendine birtakım isimlerle yer edinmektedirler (Aliyeva, 2005, s. 35-36). CD, DVD, USB, selfie, televizyon, radyo, telekomünikasyon, telefon vb. kelimeler örnek olarak verilebilir.
Bu çerçevede, terimsel çağdaşlaştırma ve biçimsel gelişme terimlerine kısaca değinmekte fayda vardır (Haugen, 1983, s. 273).
Terimsel çağdaşlaştırma denildiğinde, bir bilim dilinin sözlü ve yazılı olarak başkalarına aktarılmak üzere kullanılması anlaşılmaktadır (Köksal, 1983, s. 12). Köksal (1983, s. 12)’a göre bir dilin bilim dili olarak değerlendirilmesi için kullanılan ölçütler, çağın gerektirdiği yeni bilimsel bulguların ve araştırmaların dünyaya ilk kez açıklanması, sadece belli bir alanı kapsayan sınırlı birkaç alanda elde edilen bilimsel bulguları dünya kamuoyuna ilk kez açıklamak ve tüm bilimsel alanlarda özellikle üniversite ve yüksekokul düzeyinde dili öğrenim dili olarak kullanmak şeklinde sıralanabilir.
Biçimsel gelişmeden ise dilbilgisi ve söz varlığının gelişmesi, farklı biçemlerin geliştirilmesi anlaşılmaktadır. Bu sayede bir dil, eski işlevleri yeni bir yol ve metotlarla karşılamaktadır (Bartsch, 1987, s. 278). Böylelikle, dilde zamanın şartlarına uyumlu gelişme kaydedilmekte ve söz varlığı ile sözcüksel yenileşme konusunda olumlu bir evrilme sağlanabilmektedir.
Takip eden bölümde, dili sahiplenen ve ona standart bir görünüm kazandıran politikaların ana unsuru olan devletin ve o devleti oluşturan ulusun da açıklanması ile konu biraz daha anlaşılır bir boyuta taşınabilecektir.
ULUS VE ULUS DEVLET KAVRAMLARI
Ulus kavramı, 19. ve 20. yüzyılda dünyanın kaderini değiştiren gelişmelerin önünü açması bakımından son derece önemlidir. Bu kavramların ortaya çıkışı büyük ve çok etnili imparatorlukların dağılmasından tutun da çıkar ve toprak paylaşımlarına kadar, insanlık tarihinde derin etkiler bırakmıştır. Bir ulus olmayı başaran toplumlar, bir arada kalabilmek için milliyetçi söylemler de geliştirmiş ve üstünlük yarışı kimi zaman insanlığı dünya savaşlarına sürüklemiştir. Bunun yanında ulus olmayı başaran toplumlar doğada hazır olarak buldukları düzene eklemeler yapmak suretiyle modern kültürün oluşmasına da katkıda bulunmuşlardır. Ulus bilinci gelişen toplumlar aynı zamanda kendi gelenek ve tecrübelerini dünya mirasına tanıtma fırsatını da bulmuşlardır. Denilebilir ki ulus, insanlık tarihinin son birkaç yüzyılında önemli izler bırakan bir sosyal mühendislik gerçeğidir.
Ulus
Dünya tarihinin son iki yüzyılı en meşru yönetim yapısı olarak ulusun ön plana çıktığı bir dönemi yaşamıştır. Bu dönemde özellikle milliyetçilik ilgi ile karşılanmıştır. Bu durum da ulus sayesinde milliyetçiliği en etkili siyasi ilke haline getirmiştir (Heywood, 2014, s. 119).
Uluslar ayrıca dünya tarih sahnesine burjuva devrimleri ve kapitalist sistemin şartları sayesinde çıkmışlardır. Buna göre kapitalist sistemin öncesinde insanlık tarihinde ulusallaşmış bir devletin olduğunu söylemeye imkân yoktur (Yusufoğlu, 2010, s. 75). Çünkü kapitalist sistem bir bakıma toplumsal hareket alanını genişletmesi açısından yeni ve bütünleştiren bir fikrin önünü açmıştır. Kapitalist ekonomi düzeni ile insanlar ortak çıkarlarının farkına vararak benzer çıkarları korumanın peşine düşmüşler ve ulus bilinci ile bunu tamamlamışlardır. Aynı çıkar doğrultusunda hareket etmenin yolu birbirine benzeyen insanların bir araya gelmesinden geçmiştir.
İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz ulus düşüncesi ilk olarak 1689 yılında İngiltere4’de vatandaşlık hakkının kabul edilmesi ile ve anayasal monarşinin ulusal egemenliğe temel oluşturması sayesinde ortaya çıkmıştır (Leca, 1998, s. 22). Amerikan ve Fransız devrimleri ile birlikte ulus düşüncesi evrensel bir görünüme bürünmüştür. Buna ek olarak Birinci Dünya Savaşı’na kadar ulus fikri insanların daha özgür yaşama, bağımsızlık talepleri, demokratik yönetime duyulan özlem ve ihtiyaç ve özgürlüğe ulaşma amaçlarıyla aynı anlamda kullanılmıştır. Bu dönemde ulus fikri devlet içerisinde bulunan tüm unsurların yönetime katılması şeklinde vücut bulmuştur.
4
Batı dünyasına yön veren İngiltere İnsan Hakları Bildirgesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Jellinek, G. ilk yayın yılı: 1895,(2017).