Yosun Kokusu. Sabir Şahtahtı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yosun Kokusu - Sabir Şahtahtı страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yosun Kokusu - Sabir Şahtahtı

Скачать книгу

suların farklı oranda birleşimleri ile ilgili bilgilerim arttıkça, doğa ilimlerine olan merakım da artıyordu. Suya olan ilgimi anlayan Ağa’m beni, “Naqlu”, “Qargha”, “Şah ve Arus”, “Bend–Emir”, “Dehle” barajlarına götürmüştü. Dehle barajına iki defa gittik. İkinci gidişimiz daha ilginç olmuştu: Barajın yakınlarındaki antik köyde Ağa’mın eski bir tanıdığının evinde üç gün kaldık. Gündüzleri balık tutmak ve sandalla gezmek için baraj gölüne gidiyorduk. Burada gördüğüm güzellik bana Sara’nın gözlerindeki güzelliği hatırlattı. Suların dibindeki yosunları görünce sanki benim mutlu olmam için Sara’nın gözlerinin rengini buraya aktarmışlar gibi geldi.

      Böylece yıllar geçti. On altı yaşına geldiğimde Ağa’mla beraber Türkmenistan’ın sınırına altı günlük bir gezi yaptık. İki araba ile yola çıkmıştık. Bizim arabayı Ağa’m kullanıyordu. Ön koltukta ben, arkada ise Kumru ile Sara oturuyordu. Diğer arabada ise Dursun ile karısı ve Zühre Bibi’m vardı. Mürgab Çayı’nın küçük bir kolu ile beslenen gölün sahilinde mola verdik.

      Ağa’mın bu geziyi benim suya olan ilgimi artırmak için düzenlediğine emindim. “Pınare Abı germ”13 adındaki bu küçük gölün her tarafından buharlar yükseliyordu. Ağa’m bu gölün özelliğinden ve faydalarından epeyce bilgi verdi. Bu nedenle araba durur durmaz ilk olarak ben indim ve gözlerim yüzen salı aradı. Sudan tuhaf bir koku geliyordu. Biraz uzaktan masmavi görünen bu göl, yakına gelince yemyeşil olmuştu. Tahminen bir hektarlık alanın dörtte üçü kayalıklarla kaplıydı. Gölün kaynağı iki ayrı yerden çıkıyordu. Kayaların olduğu taraftan çıkan su, buz gibi, diğer taraftan çıkan su ise kaynar denecek kadar sıcak ve kokuluydu. İlginç olan ise gölün suyu birbirine karışmıyordu.

      Ağa’m yere iner inmez kokulu su ile elini yüzünü yıkadı. Kumru burnunu tutarak arabaya geri döndü. Sara ise aynı Ağa’m gibi yaparak bir avuç suyu yüzüne çarptı. Sonra kendisini izlediğimi görünce hafifçe gülümseyerek sanki “Senin için her şeye varım!” demek istiyordu. Tam o anda milli Afgan kıyafeti giymiş yaşlı birisinin bize doğru geldiğini gördüm. Başında pakol ve üstünde her Afganlının giydiği uzun, düğmeli ceketin her tarafı kir içindeydi. Özellikle ceketin ceplerini kapatan parçanın rengi, üstündeki kir nedeniyle değişmişti.

      Biraz yaklaşınca:

      –Köyümüze hoş geldiniz sahip, diyerek elini kalbinin üstüne koyup Ağa’mı selamladı.

      Geleneklere göre selam verirken hafifçe eğilmişti. Ağa’m elini onun omzuna koyarak selamını aldı.

      Sonra gölü işaret ederek:

      –Hanımları ve çocukları sal ile gezdirmek için geldik.

      Adamın gözleri ateşi sönen mum gibi kısıldı. Suçlu bir şekilde erkekçe cevap verdi:

      –Salın ipi çürümüş. Bu tarafa çekemiyoruz. Altı aydır ümidimizi rüzgara bağlamıştık ki belki salı bu tarafa getirir diye. Eğer tarafa gelirse, ipini değiştireceğiz. Falcı kadının dediğine göre birileri onu kırmış ve küstürmüş. Bu nedenle sadaka istiyor. Ben de her Cuma günü yarım girvenke14 ekmek kırıntısını kayalıklardan göle doğru atıyorum.

      Ağa’m ağızlığa takılı sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra serçe parmağı ile sigaranın izmaritini yere attı. Tütün tabakasını çıkararak yeni bir sigara sarmaya başladı. Adama doğru bakmadan:

      –Gelir! Sal, beni, çocuklarımın yanında mahçup etmez.

      Biz yere açılan sofrada karnımızı doyururken salın bize doğru geldiğini fark etmemiştik bile. Ben ayağa kalkıp salın geldiğini söylediğimde, Zühre Bibi’m ve Kumru’dan başka herkes ayağa kalktı. Yere serilen küçük kilimin köşesine oturan Zühre, Kumru’nun başını dizine dayamış onun saçlarını okşuyordu. Kumru’nun saçlarının okşandığını görünce annemi çok özlediğimi hatırladım. Öldüğünden beri ilk defa anne hasretini bu kadar şiddetli hissetmiştim. O anda “Keşke yaşasaydı da, Bibi’m gibi hasta olsaydı!” diye düşündüm. Düşüncemden irkildim ve hemen bu düşünceyi kafamdan çıkarmaya çalıştım; Çünkü annemin Zühre gibi olmasını, onun kadar acı çekmesini asla istemezdim. Ben annemin bu şekilde acı çektiğini görseydim kalbim parcalanırdı.

      İlk bakışta bir adayı andıran sal, kalın ağaçlardan yapılmış, üstüne bir karış kalınlığında toprak dökülmüştü. Gölün kenarlarında biten çiçekler sal kenarlarında da vardı. Yüz metre karelik salın üstünde birkaç tane iri taş da vardı.

      Birazdan salın üstündeydik. Dursun, salın tam ortasında beline bağladığı uzun ipin diğer ucunu arabanın çeki demirine bağlamıştı. Sal, suyun soğuk bölümünde yavaş yavaş sallanıyordu. Ben sala yüzükoyun uzanmış balıkları seyrediyordum. Az sonra Sara’da yanıma gelerek benim gibi yüzükoyun uzandı. Aramızda irice, yüzeyi delikli, ilk bakışta çürümüş dişe benzeyen iri bir taş parçası vardı. Az sonra toplandık. Sanırım Kumru gibi o da kükürtün kokusundan tiksinmişti… Ancak bir deste yosun toplamıştı yine de.

      Sara, elindeki yosunların suyu süzüle süzüle onlardan bir taç örmeye başladı. Belki bahçede olsaydık taçın kenarlarına lale, nergiz, papatya gibi çiçekler de koyacaktı. Şimdi sadece yosunlardan örülmüş tacı başına koydu. Yosunlardan süzülen sular, yüzünden aşağıya doğru akmaya başladı. Bu sular, bir kavunun toprak tarafında beyaz kalan yüzeyi gibi bir iz bırakmıştı. Dursun ona bakıp, eleştirmek için bir şeyler söyleyecekken Ağa’mın sert bakışları ile durdu. Sara kendi halindeydi. Yosunun rengi onun gözlerinin yeşilliğini biraz daha koyulaştırmıştı. Yüzünde dünyanın en mutlu insanının ifadesi vardı. Zarif dalgaların altında dans eden yosunların, yüzeye çıkmak için sallanan kolları, Sara’nın eşarbının altından gözlerine dökülen saçları gibi mutluluk tablosu oluşturuyordu.

      Evet, ben Sara’nın gözlerini sevmiştim. Masmavi suyun dibinden görünen yemyeşil yosun gibi gözleri beni büyülemişti. Bu yeşil gözleri onun yüzüne bambaşka bir güzellik veriyordu. Büyüdükçe bu gözlere bakmaktan kendimi alamıyordum. Ancak onunla karşılaşınca bakışlarını benden kaçırıyordu. Böyle utangaç oluşu beni daha çok tetikliyordu. Onun bu utangaç ve iffetli davranışı, namahremlere bakmaması “Allah’a dua!” diye düşünüyordum. Gözlerindeki ışığın kaynağı, yeşil renginden miydi yoksa doğal hali böyle miydi bilemiyordum.

      Yemekten sonra Ağa’mla gölün yukarısına doğru gittik. Biraz uzaklaşınca sarp kayalıkların üzerinde havuza benzeyen küçük bir gölcük gördük. Gölün suyu o kadar berraktı ki bakınca insanın gözlerini alıyordu.

      Ben hemen Ağa’ma dönerek:

      –Burada yüzebilir miyim, diye sordum.

      Ağa’m önce “Olur!” diye cevap verdi ama gözlerini kısarak daha dikkatli bir şekilde göle bakınca:

      –Bu gölde su yılanları var. Aniden yüzeye çıkarlar. Bu yılanlar zehirli değildir; Ama ısırabilirler. Eğer korkmayacaksan yüzebilirsin.

      Yılan sözcüğünden biraz korkmuştum ama Sara’nın yanında sözümü geri alamazdım. Ağa’m tereddüt ettiğimi görünce

Скачать книгу


<p>13</p>

Farsça: Sıcak su kaynağı.

<p>14</p>

Girvenke: Eskiden kullanılan ölçü birimi. 1 girvenke 400 grama eşittir.