Cengiz Han'ı Aramak. Анонимный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cengiz Han'ı Aramak - Анонимный автор страница 20

Жанр:
Серия:
Издательство:
Cengiz Han'ı Aramak - Анонимный автор

Скачать книгу

gün yol yürümelerine rağmen önlerine hiçbir canlı çıkmamıştı. Bu durum emiri şüphelendirdi. Bunların kim oldukları, ne oldukları ve nereden gelip nereye gittikleri belli değildi. Eğer emir karşısına çıkanlara önem vermeden yürümeye devam etseydi rahmetli Han’ın dediklerini yapmamış olacaktı… Gökyüzünden onu takip eden Yüce Tanrı’yı hisseti…

      Üçüncü gün emir, cellatları ve develeri ile sabah erkenden iki dağ geçidinin birleştiği yere, eski ceviz ağacının dibine geldi. Buraya gelince muhafızlarına ve cellatlara “Dinlenin!” diye emir verdi ve burada tek başına kaldı. Yalnız kalmasının başka sebebi de şuydu: Kimsenin olmadığı yerde sarı kesenin içindeki yazıyı açıp okumaktı. Ve yazıyı keseden çıkartıp okumaya başladı. “Emirim seninle gurur duyuyorum! Övgüye değersin. Hiç yorulmadan, usanmadan nihayet ceviz ağacına da ulaşabildin. Buraya sabahın erken saatlerinde gelerek iyi yaptın. Şimdi güneş biraz yükselince yaşlı ceviz ağacının gölgesi düşmeye başlayacak. O gölgenin ucuna doğru yürüyün. Giderken karşınıza büyük, coşkulu bir nehir çıkacak. O nehrin akışına karşı yürüyeceksiniz. Bu sizin bir gününüzün yarısını alacak. Ve bu yolda giderken artık gece olacak. Bu arada gökyüzünde kutup yıldızını göreceksiniz. Yıldıza doğru ilerleyin. Şafak sökene kadar iki tane dağ silsilesinden geçeceksiniz. Sonra nehrin ikiye ayrıldığı yere geleceksiniz. Buradan dümdüz batıya doğru gidin… Yol ilerledikçe tehlikeli bir yere geleceksiniz. Burada dar bir dağ geçidi var. Çok dikkatli olun. O dar dağ geçidinde akbabalar var binlerce. Ölü kokusunu uzaktan anlar ve size topluca saldırabilirler Emir’im. Dikkatli olur da aklı başında davranırsanız onlardan kurtulur ve dağ geçidinden geçersiniz. Sonra sarp dağlara geleceksiniz. Dağların arkasındaki düz yamaca geldiğinizde büyük bir taş göreceksiniz. Bu taşa gelince benim verdiğim üçüncü torbayı açacaksın Emir’im… Ama önce o yaşlı ceviz ağacını kökünden kesin. Sonra köklerini yerden kazıyın ve son filizine kadar ateşte yakın!”

      Emir mektubu okuyup bitirince güneş çıkana kadar bekledi. Sonra cevizin gölgesinin ucunu belirleyip cellatlarına: “Eski ceviz ağacını kökü ile birlikte kesin, ateşte yakın!” diye emir verdi… Ceviz ağacı son dalına kadar yanıp kül olduktan sonra yukarı tarafa doğru gittiler… Dağ geçidine gelince büyük taşların üzerine tünemiş akbabalar görünmeye başladı. Emir cellatlarına: Onlar bize yaklaşınca ok atacaksınız, dedi… Bu yırtıcı kuşların insanlara bulundukları yükseklikten hiç kıpırdamadan bakmaları ürperti vericiydi. Karınları toktu. Cesedin etrafa yaydığı kokuyu hissetseler bile saldırmadılar. Akbabalar Emir ve adamlarının öldürdüğü ihtiyarın ve yanındaki günahkâr meczupların cesetlerini kemiklerine kadar yiyip bitirmişlerdi. Artık kanatlarını açacak halleri yoktu… Burası bu yırtıcıların yuvasıydı. Emir, Cengiz Han’ın ölümünün son dakikalarında “Önüne ne veya kim çıkarsa çıksın hepsini tek tek öldürerek yolunuza devam edeceksiniz” dediğini bir an hatırladı. Ama ala renkli tüyleri olan, büyük kanatlı bu yırtıcıları öldürmeye erindi. Tam bu sırada gökyüzünde büyük bir leyleğin “kayk kayk” diye çıkardığı sesler kulaklarında çınladı. Leylek, Cengiz Han’ın ruhunu kanadında saklayan uçan perende idi. Emir leyleğin sesini duyunca hiçbir şey düşünmeden aceleyle yanındaki katillere: “Taşların üzerindeki yırtıcı kuşları oklayın!” emrini verdi. Okların isabet ettiği akbabalar büyük taşlardan teker teker düşüyorlardı… Dağ geçidinin içi kuşların çıkardığı seslerle yankılanıyordu. Son leş yiyen de taştan düştükten sonra etraf sessizliğe büründü…

      Emir yedi muhafızı ile at ve develerin arkasında, zincir gibi dizilen kırk askerin önünde yürüyordu. Sarp dağlara yaklaştılar… Emir bu dağların yamaçlarına gelince önceki kâğıtta yazılı olan taşı gördü… Taşa gelince kimsenin olmadığı bir yere gidip gizlice sarı keseyi yaktı, sonra yeşil keseyi açarak içinden çıkan yeni talimatları okumaya başladı… “Emir’im seninle gurur duyuyorum! Eğer taşa geldiyseniz burada çok fazla oyalanmadan yolunuza devam edin. Burada kimse kalmasın. Burası kötü bir yer. Kim burada gecelerse ertesi güne sağ olarak ulaşamaz. Bu lânet yerdeki ejderler gündüzleri mağaralarda uyuyor geceleri ise avlanmaya çıkıyor karşılarına çıkan bütün canlıları öldürerek yiyorlardı. İşte sarp dağlar burada… Taşın güney tarafında Tibetli din adamlarının çivi yazısıyla yazdıkları yazı var. Sakın o yazıyı senden başka kimse okumasın. Yazıyı keskin bir hançerin sivri ucuyla okunamaz hale getir. Bu yazıyı Tibetli din adamları Tanrı’dan gelen bir işaret olarak kabul ediyor. Yani âlemin yüce Tanrısı benim! Benden daha güçlü Tanrı yoktur! Şimdi benim işaretim senin dilinde. Bu yalancı Tanrılar kendi işaretlerini taş üzerine bırakır, ben ise işaretimi senin gibilerin yüreğine bırakırım. Kim güçlüyse Tanrı ona kuvvet verir! Emir’im, sahte Tanrı’nın şeytani işaretini sil! Silme işini bitirdiğinde doğuya doğru yol al. Ulaşacağınız yere bir günlük ve bir gecelik yolunuz var. Biliyorum, kendi Tanrı’nı çok seviyorsun, tüm gönlünle ona bağlısın. Bunu çok iyi hissediyorum… Haydi, şimdi doğuya doğru ilerlemeye devam et. Şafak sökünce ıssız bir dağa geleceksiniz. O dağın eteklerinde yapayalnız duran ulu bir arça göreceksiniz. Arçanın yanına geldiğinde bu yazıyı yakacaksın ve kahverengi kesedeki yazıyı alıp okuyacaksın… Orada yerine getirmen gereken görevlerin var… Haydi, Emir’im yürü! Emir kesedeki kâğıdı okuduktan sonra koynundan çıkardığı keskin hançerle harfleri birer birer çizip okunmaz hale getirdi. İşin doğrusu bu taşta nelerin yazılı olduğunu anlamıyordu…

      Emir taşın üzerindeki yazıyı son harfine kadar okunmaz hale getirdikten sonra yola devam etti…

      Bir gün, bir gece sonra doğudaki büyük dağların eteklerindeki ovaya geldiler. Kâğıtta yazılı olduğu gibi ulu bir arça gördüler… İki dağın birleştiği yerde göğüs gibi iki ova vardı. Bu iki ovanın ortasında yalnız tek başına yükselen arçanın yanına vardıklarında, Emir, siyah keseyi açtı ve içindeki kâğıdı çıkarıp kimsenin olmadığı bir yerde okumaya başladı…

      “Emir’im, bu siyah torbaya yapmanı istediğim pek çok görev yazdım. Onları dikkatle okuyup içindeki görevlerin hepsini teker teker yapacaksın. Bu arada kahverengi torbadaki yazıyı ateşe attın mı? (Emir bu sözü okuyunca korkmuş gibi kahverengi kâğıdı çakmak taşıyla yakıverdi.) Şimdi ise her bir kelimeyi dikkatle oku, Emiri’m. Siz iki dağın ortasında yetişmiş yüksek arçaya vardınız. Bu arçanın bin yıllık geçmişi vardır. Siz buraya benim cesedimi gömeceksiniz. Emir’im, biliyorsun cesedim yerde ebedi kalacak. Arçanın kökü ne kadar derinse mezarımı o kadar derin, ne kadar yaygınsa mezarımı da o kadar geniş kazacaksınız… Bu işi yazın Akşam yıldızı sönene kadar yapacaksınız. Mezar kazarken kimse ses çıkarmasın. Atlar kişnemesin, develer bozlamasın. Onları mezardan biraz uzak tutun, rahatsız etmesinler… Kazılan mezarın toprağını bir kenara toplayın, kesilen arçaya durmadan su koyun. Arça ağacının gövdesi kurumasın. Kazma işini bitirdikten sonra özellikle bu isteklerime dikkat et, Emir’im. Gökte Süreyya yıldızı sönene kadar kırk askerin kırkıncısını kurban edeceksin. Onun kanını mezarın en dibine saçacaksın. Sonra kesilmiş arçanın aşağıdan yukarıya doğru sayıldığında yedinci dalını, yukarıdan aşağı tarafa sayıldığında yedinci dalını keseceksin. Benim ervahımı çağırıp Tanrı’ya tövbe edecek o arçanın dallarını ateşte yakacak, külünü mezarın dibindeki kırkıncı askerin kanına saçacaksınız. Ondan sonra kurban olan askerin cesedini büyük saygıyla benim mezarımın yanına gömeceksiniz. Askere Han giysimi giydirteceksiniz. Başı güney tarafta, ayakları ise batı tarafta olsun. Öbür dünyada melekler doğudan ve batıdan gelir, sorguya çekmeye başlar. Bu sürede benim ervahımın yerine o askerin ervahını

Скачать книгу