Cengiz Han'ı Aramak. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Cengiz Han'ı Aramak - Анонимный автор страница 15
Yukarıdaki dünyadan duyduğu her şeyi hiçbir şeyi atlamadan Cengiz Han’a aktarıyordu:
– Ey Yaradan, dedi kambur şaman titreyen sesiyle: “Güneşle ayın tutulacağı gün bize iyiliği bağışla.” Yere yattı ve ağır ağır nefes alarak toprağın kalp atışlarını dinliyormuş gibi bir hali vardı. Kızgın bir sesle, soluk bile almadan duyduğu şeyleri aktarıyordu
– Kalpler taşlaşacak, yer sarsılacak, düşmanlık çoğalacak… Babanın kendi evladını, kardeşin kardeşi, kız kardeşin ablasını öldüreceği günler yaklaşıyor. Bunu söylerken vücudu bir kere aniden kasıldı. Sesi titriyor, boğazından zorla çıkan sesi giderek ağırlaşıyor, şamanın bütün vücudunu titreme sarıyordu.
– Şehirler yanacak isyanlar çıkacak, insanlar ölecek, kan su gibi akacak. Şaman tündükten düşen ışıkla aydınlandı, gözleri önünde bu kan ve gözyaşını görmüş gibi bir hali vardı.
– Korkaklar iktidara heveslenecek, ihanet ve hıyanet çoğalacak… Sonrasını gözlerini kapatıp fısıldayarak anlatmaya başladı. Kolay ölmenin de insana zor geleceği günler geliyor. İnsanın vurdumduymazlığı artacak, insanoğlunun hayvanlığından bıkan Tanrı’nın insanlığı fesat işlere yönelterek onlara gazap edeceği günler yaklaşıyor. Şamanın çıldırmış gibi bedeni kaşınıyor, damarları şişiyordu.
– Ey Tanrı! Ölmüş bedenlerden, yere verilmiş cesetlerden hesap soracağın gün yaklaşıyor. Bozüyün ortasındaki Han tahtının yanına yayılarak uzandı.
– Geliyor…
Sesi zorla çıkıyor, morarmış çekik gözlerinden yaşlar geliyordu.
– Geliyor, diyor ama uyuşmuş ellerini bile kaldıramıyordu.
Geliyor geliyor, diyerek Cengiz Han’ın kurumuş dudakları şamanın sözlerini tekrarlıyordu. Geliyor, geliyor… Acı acı öksürdü. Cengiz Han’ın bunu durmadan tekrarlamasının bir sebebi vardı. Dün gece tuhaf bir rüya görmüştü. Rüyasında gökyüzüne uçan kargalar görmüştü. Kargalar sanki bir cenazeyi defnedip mezarlıktan geriye dönen insanlar gibi toplanmışlar, sanki tek bir adam vücuduna bürünmüş bir halde “Geliyor, geliyor…” diye kanatlarını çırpıyor ve vahşice “gak” sesleri çıkarıyorlardı. Sayısı belirsiz bu karga sürüsü gökte sıra sıra birbirinin arkasından bir insan gibi konuşup yere çok yakın uçuyorlardı. Uçarken Cengiz Han’ın üzerine dışkılarını attılar. Kargaların geldiği taraftaki bütün toprak gürültüyle zangırdıyordu, koca bir toz bulutunu kaldıran dilenciler, üfürükçüler, o gizemli gücün sesini duyup meczuplaşmaya başlayan şamanların bindiği beyaz eşekler sel gibi Cengiz Han’ın sarayına doğru koşuyordu. Gökte insan gibi konuşan kargalar, yerde toynaklarıyla tozkoparan beyaz eşekler… Ayrıca bu sel gibi akan eşeklerin hepsi eyerliydi. Eşekler de kargalar gibi insan sesiyle “Geliyor, geliyor…” diye bağırıyordu. Gürültü bütün yeryüzünde yankılanıyordu. Bir Moğol rüyasında eşek ve karga görürse bu uğursuzluğa işaretti. Cengiz Han’ın üstünden kargalar, yanından da beyaz eşek sürüsü geçti. Onların kaldırdığı toz yeryüzünü kaplayan koca bir kasırgaya, o kasırga giderek yanan büyük bir aleve dönüştü. Bu ateş yeryüzündeki bütün canlıları, tüm ağaçları ve bütün hayvanları içine alan muazzam büyüklükte bir yangına dönüştü. O cehennem ateşinde, giydikleri giysilerden ellerindeki asaları, kafaları, sakalları bile yanan yarı diri yarı ölü dilenciler, dervişler, erenler çıkarak dua ederek azametli güce yalvarıyorlardı. Onlar da bütün vücutlarının yanmasına rağmen kargalarla eşeklerin söylediği kelimeyi tekrarlıyorlardı: Geliyor… Geliyor… Geliyor… Can çekişmekte olan Cengiz Han bir anda bilinmedik bir gücün etkisiyle hızlıca yerinden doğruldu. Yüzünden de okunabilen büyük bir nefret duygusuyla bağırdı. “Defolun! Defol! Defolun! Başka dünyalarla konuşarak oradan gelen haberleri aktaran Şaman konuşmayı kesmiş, bir mağarayı andıran gözlerle Cengiz Han’a bakmaya başlamıştı. Bu da şamanın ortaya koyduğu maharetti. Konuşamayan, kırk gündür yatağından bile kalkamayan Cengiz Han’ın çekik gözlerinde yaşam enerjisinin alevi görünmüş, yüzüne kan gelmişti. Cengiz Han komutanına başıyla bir jest yaparak “Çıkarın şu şamanı buradan!” diye bir işaret etti.
“Geliyor!..” Bu kelime hançer gibi yüreğine saplandı. Son günlerde içecek suyu tükenip gönlüne ölümden başka hiçbir düşünce gelmez olan Cengiz Han’ı ahirete gidecek yolun kaygısı ıstıraba soktu ve yere sürüklenen canını her türlü tasa sardı. Cengiz Han buna hazır olduğunu gizlemek istemedi. Fakat ona, yaşamla ölüm arasında, eziyet veren bu şüpheli düşüncelerin bu kadar uzaması onu çok asabileştirdi. Ne ölümlü oldu ne de diri olabildi. Bu durum bir hayli uzadı. Kırk günden beri öldürmeyen yılanın zehri vücudunu bırakıp çıkacak gibi gelmişti, ama damarlarıyla bedenine yayılmış yılanın zehri kolaylıkla bedenini bırakacak gibi değildi.
O gece Cengiz Han’a kız gönderilmişti. O da son halefine kadar öldürülen Tungut Hanı’nın esir düşen kızıydı. Cengiz Han’ın yatağına sırası gelen, eğlence törenine çağırılan kızların hepsi saraya çırılçıplak gelirlerdi. Cengiz Han kucağına aldığı dişinin kızlığını elinden alıp en az bir gün sonra onu odasından çıkarırdı. Tungut Han’ın soyunun kurutulmasını emretmiş olan Cengiz Han’a bekçileri o gece esir düşen Han’ın kızını, ay yüzlü, güzel kızını getirmişlerdi. Tungut Hanı’nın kızının güzelliği dillere destan olmuş, birçok ülkeden, paşalarla sultanlardan, Hanzu İmparatorluğu’ndan bile dünürler gelmişti. Dünürcü gelenler birçok hediye getirmiş, büyük saygı göstermişlerdi. Tungutlarla akrabalık kurmak için can atan bu kişiler bu kızın inatçılığından dolayı geri çevriliyorlardı. Cengiz Han, Tungut Hanı’nın kızının sadece güzelliğini değil, aynı zamanda erkeklerle aynı seviyede cengâver olduğunu da duymuştu. Nitekim Tungutları yenmek hiç de kolay olmamıştı. Son askerleri kalana kadar boğaz boğaza geçen savaşta direnmişler, kız da bir erkek gibi savaş kıyafetleri giyerek birçok Moğol askerini öldürdükten sonra esir alınarak Cengiz Han’ın kucağına atılmak üzere canına kıyılmamıştı. Tungut Han’ının soyundan gelen kim varsa hepsini öldüren Cengiz Han sadece bu kızın canını bağışladığını duyurmuş daha sonra da esiri haremine götürmeleri için emir vermişti.
Cengiz Han’ın yatağına girecek kadınlar özel bir yerde tutulurdu. Burada, bu kızların tutulduğu yerde özel askerler nöbet tutar, hadım edilmiş hizmetçiler kızlarla ilgilenirdi. Kadınların her şeyinden ve yemeklerinden de sorumlu olan bu hadımların hemen hemen hepsi Hanzulardı. Emredilen işi sessizce yerine getirmek onların kanına sinmişti. Bu hadımlar gece eğlencesine gidecek olan kızı sabah sağılmış sütle yıkar, Arap tüccarların getirdikleri hoş kokularla kızları bezedikten sonra, Çin kınasıyla saçlarını boyarlar ve saçlarına örgü yaparlardı. Kızlara özel kumaşlardan elbise giydirilir ve yüzleri de ipek tül duvaklarla örtülürdü. Saraydan bir emir geldiğinde en özel ağaçlardan yapılmış süslemeli bir koltuğa oturtulan kız, hadımların omuzlarında saraya giderdi. Bu sefer de bir Tungut Han’ın kızını sabah sağılan deve sütüyle yıkamışlar, vücuduna da Altay balı sürmüşlerdi. Kendisinin de gizemli bir güzelliği olan bu Tungut Han’ın kızı oyuncak bebek gibi süslenmiş ve Cengiz Han’ın eğlence odasına getirilmişti. Bu eğlence odasının da özel kuralları hatta bir