60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу 60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi - Анонимный автор страница 16
Hikâyedeki zaman, geriye dönüşlerle 8 yıl öncesine kadar gitmekle birlikte olayların yaşanma zamanı daha kısa bir süreçte gerçekleşmektedir. Hikâyenin birinci bölümündeki olaylar 3-5 günlük bir zaman diliminde yaşanır: “Melek nine o günden sonra birkaç gün sabah akşam ellerini göğe açarak kendine ölüm diledi.” cümlesi bu bölümün zamanına dair bir fikir vermektedir. İkinci bölüm ise “Yağmurlu bir sonbahar günüydü.” cümlesi ile başlar. Ancak birinci bölümde bahsi geçen üç beş günlük zaman diliminin üzeriden ne kadar süre geçip de mevsimin sonbahara eriştiği konusunda bir bilgi yoktur.
Acar, S. (2019). İsa Hüseynov (Muğanna)’un Hikâyeleri Üzerine Bir İnceleme. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.
Adıgüzel, S. (2007). Azerbaycan Edebiyatında 1960 Nesri (Hikâye ve Roman). Erzurum: Fenomen.
Akpınar, Y. (2012). Azerbaycan Edebiyatı. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (ss. 501-505). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Akpınar, Y. (1994). Azerî Edebiyatı Araştırmaları. İstanbul: Dergâh.
Hüseynov, İ. (1956). Derd Unuduldu. Edebiyyat ve İncesenet, 36.
Hüseynov, İ. (2019, Aralık). Dert (E. Rızayeva-İ. A. Kumsar, Akt.). Kardeş Kalemler, 156, 73-75.
Hüseynov, M. (2012). Janr, Zaman ve Edebi Gehreman (İsa Hüseynovun Hekayeleri). Bakı: Elm ve Tehsil.
Moran, B. (2012). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: İletişim.
Muğanna, İ. (2013). İlanlar Deresi. Bakı: Hedef.
Şahmursoy, S. (2018). İsa Muğanna Hatirelerde. Bakı: Han.
Uygur, E. (2005). Sosyalist Realizm Kavramının Ortaya Çıkış Süreci. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1-2, 23-30.
Yaliyeva, N. (2013). Sovet Dövrü Azerbaycan Edebiyyatı (1941-1991). Bakı: Elm ve Tehsil.
ÇİNGİZ HÜSEYNOV
Çingiz Hüseynov, 20 Nisan 1929’da Bakü’de dünyaya gelmiştir. Orta öğrenimini Bakü’de tamamladıktan sonra Azerbaycan Devlet Üniversitesinin Filoloji Fakültesine kaydolmuştur. Fakat ikinci sınıftan sonra burayı bırakarak Moskova’ya gitmiştir. Moskova Devlet Üniversitesine girmiş ve buradan mezun olmuştur. SSRİ İlimler Akademisinin Şarkşinaslık Enstitüsünde doktorasını tamamlamış ve burada önemli araştırmalarda bulunmuştur. Daha sonra SSRİ Yazıcılar İttifakında milli edebiyatlar üzerine araştırmacı çalışmıştır. İlk eseri 1955’te Bakınski Raboçi gazetesinde yayımlanmıştır. Eserlerinin yanı sıra birçok eserin tercüme faaliyetinde de bulunmuştur. 1979’da Filoloji İlmler doktoru unvanı almıştır. 1980’de profesör olmuştur. Eserlerini Azerbaycan Türkçesiyle ve Rusça yazmıştır.
KIRINTILAR
....
İlk ses, ilk çığlık… Herkesin bildiği bir gerçektir, dünyaya gelenin çığlığı: Benim de senin de. Diyor ki ey cemaat, ey dünya ben geldim, sesimden beni tanıyın. Peki başka neler gizlidir? Yaz, yorumla, sil, tekrar yaz; uydurma mahareti. Nasılsa ne bilen var ne de konuşan.
İlk gözyaşlarımız ne benim hatırımda ne de senin. Ancak, kapalı gözlerden akıp bu çığlığı yıkayan gözyaşları dere suyu misali tatlıdır, sonraları ise deniz suyu gibi acılaşır, derler.
İlk gülücük… Bunu da hatırlamıyoruz. Ancak derler ki (ne de çok demişler?!) kara bulutların ardından bir anda kendini gösteren güneş gibi göz yaşlarından doğan bu gülüş ilk gülücüktür: Dudaklar ezik büzük, gözlerde ise o gülüşün kıvılcımları… Soytarıya, hokkabaza, komik söze hangi gülüş ilktir. Ne zamandan beri hatırımdayım?
Düşün, fikret, ümitlen, belki de rüyada gördün. – Yok hatırıma gelmiyor: Çok eski zamanlardan da eski tarihim, Fevkalade devrim, efsanevî zamane belki de hiç olmamış. Hafızamda küçük, ışıltılı kırıntılar… Etraf ise boşluk, karanlık, hangi kırıntı öncekidir, en yakındır.
........................................
Beş? Evet, sanki beş yaşındayım.
Amcaoğlum Enver’le kaçıyoruz. Öyle bir kaçıyoruz ki, durduğumuzda yüzümüz sıcaktan yanıyor, sıcak terler dudağımızı kavuruyor; sanki yüreğimiz o anda ağzımızdan çıkıp çırpınarak yere düşecek. Çay taşı misali odamızdan çıkıp kızıl kulesi görünen Aleksandr Nevski Baş Kilisesi’nin sivri uçlu, ok misali demir milleri arasından dosdoğru kaçıyoruz… Artık ne amcaoğlum sağ ne o çit duruyor ne de baş kilise var. Deniz yuttu, kızgın alevler eritti, zaman yıktı.
Kaçıyoruz… Ve ilk defa ben kendi başıma bu kambur sokaktayım. Kendimizi göstermeden (neredeyse yakalayacaklar), kaçıyoruz! Amcaoğlumla kilisenin bahçesinde üstünde beyaz elbise, saçında kırmızı kurdele olan mavi gözlü bir kızı yakalayıp kıstırmışız. Ben bir yanağından öpüyorum, amcaoğlum öbür yanağından; kız ise hareketsiz, durup bağırıyor, kıyameti koparıyor: “Aaayyyy! Maaa13” Bıyıklı adam çitlerin diğer tarafında kaldı, demirler bizi yakalamasına engel oldu. Hisar arkada, durmadan koşuyoruz. Eve! Mahallemize!.. Büyük mavi, yumru yumru çay taşları hâlâ hatırımda… Amcaoğlum beni geçti, köşeyi dönüp gözden kayboldu. Çabuk ol, çabuk!.. Büyük demir kapılar, taş basamaklar, balkonlar… “Ne oluyor, mesele nedir? Bir dur!..” Sonrası ise sanki hafıza uçurumu.
Belki başkadır ilk hatırda kalışım.
O baş kilisenin avlusu. Çimenlik, yemyeşil taze otlar, boyumca, benden de uzun. Babam köyden bir kuzu alıp gelmiş. Kuzuyu tozlu şehrin çimenlik bir yerinde otlatıyorum. Kuzu sakin sakin (bir kendisi, bir ot bir de ben varım) otları küçük küçük koparıp yiyor. Beyaz postlu, yuvarlak gözlü, alnı töbel bir kuzu… Ne kesildiği aklımda ne de tadı; uçurum!..
Yok yok, sanki ilk olarak şu hatırımda: Komşumuz oğlunun nazıyla oynuyor, kucağına oturtmuş küfretmeyi öğretiyor. “Hay senin diline kurban!” diyor. “Söv kime istersen!.. Banaaa?! Küfret, diline kurban! Hem bana da küfret!..” Sıcak bir gündü, beni ve oğlunu gezmeye götürüyor; fotoğrafımızı çektirmek istiyor. Dar ve karanlık bir odada fotoğrafımızı çekiyorlar: Oğlunun ağzında uzun bir sigara, en iyisinden, benim elimde ise kibrit, güya yakıyorum; o da çekiyor. Sigara da yalan kibrit de; sadece fotoğraf gerçek. Bir de baba, çünkü hâlen sağ, oğlu ise dönülmez dünyasında…
Belki de şudur ilk hatıram: Gramofon çalıyor. Çalgıcılar sanki, bir kutunun içine oturup çalıyorlar, yukarı çıksalar inanırım; çünkü, şaşırmanın ne olduğunu bilmiyorum. Horoz sırtında bostan eken bir cırtdandan14 az şey duymamışım. Beni sandalye üstündeki bir taburede oturtmuşlar, ayaklarım değil yere taburenin iki ayağını birleştiren çıtaya bile erişmiyor.
13
Rusça anne kelimesinin kısaltması (mama).
14
Çelimsiz, sıska, cılız.