60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу 60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi - Анонимный автор страница 17
Acaba bu da mı değildi ilk hatıram?
Peki, yahu ilki neydi?
Birini anlattım, diğerinden bahsettim, ama itiraf edeyim ki, ne oydu ne diğeri ne de üçüncüsü… İlk aklımda kalan hatırayı def etmeye çalıştım, olmadı da olmadı! Ancak anlatsam kimse inanmaz; “Olamaz! Uydurma!..” derler. Gerçekten de, “Bu ilk hatıram olağanüstü bir şeydir. Doğumdan öncesini hatırlamak gibi bir şeydir.” desem, bana gülerler.
Ama anlatacağım. Bırak inanan inansın; inanmayan omuz silkip gülümsesin, hiç üzerinde durmasın. En ufak ayrıntısına kadar aklımda!.. Annem beni gündüz asma beşikte yatırdı, kendisi ise büyük gövdeli, karadut ağacının gölgesinde yere serilmiş kilimin üzerine uzandı. Aniden uyanıp beni beşiğin içinde göremediğinde yerinden fırladı. “Eyvah!..” Ben beşikten yere düşmüş kum yiyordum. Kumun tadı şimdi bile aklımda: Tatsız tuzsuz bir şey, yenilmiyor ki; ufalanıyor, tane tane olup toplanıp ağızda kalıyor, dişlerin arasında… Yok, daha dişlerimin çıkmasına bir hayli var, bütün bir tarihî asrı geçmeliyim: Sürüne sürüne, düşe kalka, dilim söz tuta tuta…
Aklımda kalan kırıntılar…
İlk, birinci, evvelki…
Şimdiye kadarki başlangıçtı, asıl anlatmak istediğim şey ise ileridedir.
Aklımda kalan ilk sevincim…
Düşün, düşün!..
Belki şudur:
Ben Pirşağı’da yazlık evdeyim.
Evin arka tarafında duvara bitişmiş bir kum tepeciği… Bu kumu, Abşeron’da sürekli esen kuzey rüzgârları getirmiş ve duvarın dibine yığa yığa bir tepecik oluşturmuş.
Biz damdan bu tepeye zıplayıp temiz kuma düşüyoruz, içine batıyoruz.
Birden, sanki birisi “Annem geliyor!” dedi.
Aslında hiçkimse bir şey demedi, yüreğime doğdu.
Annem sanatoryumdan17 geliyordu.
Onun ilk ve son istirahati.
Kum tepesinden ayağımı güç bela çekerek adeta büyünün etkisinden kurtulanlar gibi aceleyle çıktım ve yalın ayak, ılık kuma bata çıka yumuşak ve sessiz köyün sokağında koşturdum.
Sokağın kat kat tozundan ayaklarımdan dizime kadar beyazımsı bir perde indi, adeta bir toz bataklığı. Sokakta tozu dumana katarak koşturuyorum, öyle bir koşuyordum ki ok atsan yetişmez. E tabii, yüzünü bir aydan beri görmediğim annemi karşılamak için acele ediyorum.
Uzaktan yalnızca annemin yüzünü görüyorum.
Yüzüne bir gülümseme yayılmış, elbette o da mutlu, aksi mümkün mü?
İşte, annem!
Koşa koşa kucağına atlıyorum, beni tutuyor ve bağrına basıyor, kucağında götürüyor, sağlam, güçlü ve en yüce… Tek. Eşi bulunmaz. Yalnızca benim…
Acaba…
Hayır, sanki, ilk mutluluğum yalnızca budur…
Ama yok, birini daha hatırladım: O muydu ilk sevincim, yoksa bu mu?..
Teyzem, benim atik, tetik, cesur, sözünü esirgemeyen teyzem beni arabacıya emanet etti.
Köyden şehre geliyorum. Ben ve arabacı.
Araba gidiyor da gidiyor, akşam olmak üzere, biz ise hâlâ yoldayız, varacağımız yere bir türlü ulaşamıyoruz.
İlkin patika bir yolda gidiyoruz, sonra taş yola çıkıyoruz, bizi peşpeşe elektrikli trenler geçiyor… Arkadan geldiğini duyuyoruz, kulağımıza dalga dalga dolan düdüğünü çalıp ok gibi geçiyor, etrafa bir sıcaklık yaya yaya… Biz ise ha babam gidiyoruz. Her yerde kuleler görünüyor, etrafa petrol kokusu yayılmış ki bu petrol kokusu, çocukluğumun, bütün hayatımın kanına sinmiş, içime işlemiştir. Bu kokudadır; yollarım, aziz, güzel şehrim, deniz ve beni geçmişime, doğduğum topraklara bağlayan sayısız teller.
– İşte, tepe, buradan itibaren taş yol başlıyor. Buradan, bu yükseklikten şehir görünmekte, ışıklar içinde, öbek öbek evler, köşkler. Az kalmış, varmışız…
Artık şehirdeyiz.
Arabacı arabayı doğruca sokağımıza sürüyor.
“Evinizi bulabilir misin?” diye soruyor. Yüzü kapkara, sakallı bıyıklı biri. Simsiyah gözlerini bana, ‘şehir çocuğu’na dikmiş, sanki gülümsüyor.
Bu nasıl söz? Niçin bulamayayım?! Budur işte, evimiz de sokağımız da bahçemiz de…
Ben arabadan iniyorum ve vedalaşmadan uzaklaşıyorum. “Peki, ‘çok sağ olun’ demek yok mu?” diyor arabacı. Ben ise artık avlumuzun demir kapılarından geçip evimize girmek için acele ediyorum. Bahçeyi de yolu da arabacıyı da çoktan unutmuşum… Evimize! Uzun zamandır bırakıp gittiğim evimize!..
Kapılar!..
Bir an durdum, ikinci kata baktım, odalarımızın hepsinin ışığı yanıyordu. Balkonumuzun da ışığı açıktı. Tertemiz silinmiş camları pırıl pırıl parlıyor, sıcak elektrik ampulleri etrafa har har, bolca ışık saçıyordu. Bu ışıkta o kadar sıcaklık, samimiyet ve sevinç vardı ki!.. Tek bir söz: Evimiz!
Hepsi sağdı; annem de babam da… Genç, sağlam ve güçlü… Saadet ve bahtiyarlık… Giderek yaklaşan, evin eşiğinde duran savaştan habersiz… Işıkları söndüren savaştan… Belki de duymuşlardır, biliyorlar, ancak bana şimdi öyle geliyor ki duymamışlardı… Ama başka bir faciadan gerçekten habersizdiler, bilmiyorlardı ki yaşamaları için çok az vakit kalmıştı.
Bu ışık ise hiç sönmeden yanıyordu, ilk sevinç ışığım.
Kim bilir, ne kadar yanacak, benimdi ya, yalnız benim ışığım, ilk ve ebedî…
17
Emekçi insanların istirahati ile meşgul olan müessese.