Sovyet Öykü Seçkisi. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sovyet Öykü Seçkisi - Анонимный автор страница 35
Beyaz dişi ayı çok tatlı. Bir taş banyonun içinde oturuyor ve içerleniyor. Hele domuzlar! Dişi ayı sıcaktan o kadar bunalmış ki ona bir parça buz ya da dondurma koysalardı fena olmazdı.
Küçük çocuk dişi ayıya bisküvisini attı. Dişi ayı indi, silkelendi, kibar bir şekilde patisini başına götürdü ve yedi. Doyar mı hiç! Çocuk ikinci biskiviyi küçük parçacıklar halinde ufaladı: belli ki boğazında kalmasından korktu. Serçeler hepsini yiyip bitirdi. Niçin, onu niçin hapiste tutuyorlar ki? Zina’nın eski bir oyuncak ayısı var. Yarın derhal onu getirip dişi ayıya fırlatacağım: en azından oğlu yerine geçer…
Maymunlara hiç ama hiç acımam. Onlar korkunç yaratıklar, asla onlara bulaşmam. Yanaştım ve sadece yana doğru birazcık döndüm; dehşet kötü kokuyorlar… Ekşi sakız, çürümüş çaça ve biraz farklı yağlanmış domuz gübresi gibi.
Biri bana baktı ve diğerine şöyle dedi: “Bak, şu ucube köpeğe.”
Ben mi? Hav, deli! Ben miyim ucube? Sen nesin?
Zina’nın dolabına koşacağım, valeryan mantarını koklayacağım. Nasıl da kalbim çarpıyor!
Kaplan pistir. Kedinin büyüğü, hepsi o. Onu sütçü dükkânına saldıklarını hayal ediyorum. En az bir küvet dolusu kaymağı yutar, sonra sütçü kadını yer ve Bulon ormanlarına dinlenmeye gider.
Aslan görkemlidir… Yalnız bir ihtiyar. Derisi kırışıklık içinde, keldir ve kuyruğunu bile oynatmaya hali yoktur. Zina bir gün, aslanın kafesine bir köpek yavrusu koyarsan, aslanın onu çok seveceğini okudu. Beşini parçalar, altıncıyla dost olur. Bence en iyisi yedinci olmak ve özgürce dışarıda gezmek.
Bir de bizonlarımız var. Tüylü, boynuzlu, otlu bir kafası var. Bunlar neden var? Onunla ne oyun oynayabilirsin ne de kucağında taşıyabilirsin… Genel olarak dünyada çok fazlalık var.
Örneğin, kirpi. Ne işe yarar? Onunla şömine mi temizlenir? Ya da kanguru… Karnında çanta taşıyor, çantasında da yavrusu var. Onun derisi Zina’nın sütyeni gibi sırtında ilikleniyormuş gibi görünüyor. Çok saçma!
Çok şükür, ben foksum! Köpekler kafeslere konulmaz. Ama bazı cinsleri koysalar da olurdu. Sevimsiz köpekler! Hatta vahşi bile denebilir. Bizim karşımızda buldog Sezar yaşıyor, mutlaka bizim kapının önünde pislik yapmaya çalışıyor. Ondan intikam almalıyım. Nasıl mı? Çok basit. Onların da bir kapısı var…
Kafeslerde hiç insan görmedim. Ama bizim bahçıvanı kafese koymak gerekirdi! Aşçı kadınla birlikte. Kafese de “Köpek Düşmanları” yazmak gerekirdi. Ve onlara günlük bir tane lahana ve iki havuç verilmeliydi hepsi bu. Neden onlar beni beslemiyorlardı? Neden kendilerine yumurta, krema ve konyak çalıyorlar da, bana ise her zavallı kemik için bir tekme atıyorlardı?
Yılanları gördüm. İtfaiye hortumu gibi büyük ve uzun olanı bana baktı ve tısladı; “Bunu herhalde yutamam!” Canavar… Sanki sana canlı foks köpeklerini yutmaya öyle hemen izin verirler.
Filin iki kuyruğu var; önde ve arkada, ayrıca ağzında boynuzu… Bana isterlerse yüz kere bunun “hortum” ve “diş” olduğunu söylesinler, ben kuyruk ve boynuz derim. Zina fareye teleskopla bakılırsa fil olacağına inanıyor. Teleskobun ne olduğunu ise Tanrı bilir!
Evet… Görünüşe göre kuşlar dolap büyüklüğünde oluyorlar. Deve kuşları! Kuyruklarında öyle tüyler var ki tıpkı Zina’nın fotoğraftaki anneannesinin şapkalarındaki gibi. Bu tüylerden artık takan yok, deve kuşları süt vermiyorlar, demek ki devekuşlarını pişirmek ve içine kestane doldurup yemek lazım! Sen Mikki, devekuşunun pençesini kemirmek ister miydin? Yani, meraklı biriyim…
Geç oldu. Uyku zamanı. Kafamda ise dönme dolap dönüyor: maymun popoları, deve kamburları, fil tüyleri ve devekuşu hortumları…
Gidip biraz daha sakinleştirici koklayacağım. Kalbim nasıl da çarpıyor… Motosiklet gibi…
Midem bulanıyor! Ah… Aşçının yıkama kabı nerede ki?
Kalem dişlerimin arasında gıcırdıyor… Ah, ne oldu! Sinemada buna “trajedi” derler, ama bence daha da kötü. Paris’ten plaja geri döndük ve ben biraz afalladım. Kabinlerin önünde koşturuyor, dinlenen bayanların üzerinden atlıyordum; tanıdık çocukları, canlarımı kokladım ve keyifle havladım. Cehennemin dibine hayvanat bahçesi, merhaba köpek özgürlüğü!
Ve bitti… Parka döndüm, yeşil bir sokağa girdim, yabancı bir tarlaya düştüm, eski bir ayakkabıyı parçaladım, oradan kırsala, sonra yola, nakavt! Yolumu kaybettim. Bir taşa oturdum, titremeye başladım ve “ruhun varlığını” kaybettim. Bu zamana kadar “yokluğun” ne olduğunu bilmezdim…
Yolu kokladım: yabancı ayak tabanları, toz, lastik ve oto yağını… Benim villam nerede? Evler birden aynı oldu, çocuklar da fareler gibi birbirine benzemeye başladı. Denize uçtum, ama başka bir denize! Gökyüzü aynı gökyüzü değil, sahil boş ve pürüzlü… İhtiyarlar ve çocuklar kayaların üzerinden istiridyeleri kazıyordu, hiç kimse bana doğru bakmadı. Tabi ki şapşal istiridyeler evsiz foks köpeğinden daha ilginçler. Kum gözlerime uçuyor. Sahil otları tuhaf sesler çıkarıyor. O salak otlara hava hoş, bir yere sabitlenmişler kaybolmazlar… Gözyaşları büyük damlalar halinde suratımdan akmaya başladı. Ve en korkuncu ben çıplağım. Tasmam evde kaldı, tasmada ise adresim yazılıydı. Herhangi bir kız adresimi okur (ben bunu sağlardım) ve beni evime götürürdü. Uh, eğer denizde “gelgit” olmasaydı, kendimi boğardım herhalde. Ve büyük bir salak olurdum, zira nihayetinde bulundum.
Çardaktaki sarı çitin önünde telgraf direğine yaslandım ve başımı eğdim. Resimde kaybolmuş bir köpeği canlandıran böyle bir poz görmüştüm ve çok beğenmiştim.
Yanılmadım. Kapıda pembe bir nokta belirdi. Bir kız çıkageldi (kızlar her zaman erkeklerden iyidir) ve yolda benim önüme oturdu.
“Neyin var köpekçik?”
Ben mırıldadım ve sağ patimi kaldırdım. Konuşmadan da durum anlaşıldı.
“Kayıp mı oldun? Bana gelmek ister misin? Belki seni yeniden bulurlar… Benim annem iyi bir kadındır, babamı da idare ederiz.”
Ne yapayım? Ormanda mı geçireyim geceyi? Ben yabani bir deve miyim ki? Kızın peşinden gittim ve minnetle dizini yaladım. Eğer bir gün o da kaybolursa, hemen onu evine götüreceğim…
“Anne, anneciğim,” diye cıyakladı. “Fifi’yi getirdim, yolunu kaybetmiş. Onu şimdilik bizde barındırabilir miyiz?”
Ne, ne Fifi’si? Ben Mikki’yim, Mikki! Ama ben böylesine muhteşem düşünceleri olan ben, onların insan diliyle tek kelime bile edemem. Bırak. Kendi kazdığı kuyuya kendisi düşer…
Annesi