İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс страница 10
Kızın durumu ve yol göstericinin çağrısı arasında ne yapacağını şaşıran adam, genç kızın kolunu boynuna dolayıp biraz yerden kaldırarak aceleyle odaya soktu. Hemen kapının içerisinde tekrar yere indirdi; fakat bir yandan da, kendisine sıkı sıkı sarılmış olan kızı tutmaya devam etti.
Defarge anahtarı çıkartıp kapıyı kapattı; içeriden kilitleyip anahtarı yeniden avucuna aldı. Sistemli olarak yaptığı tüm bu hareketler olabildiğince kaba ve gürültülüydü. Nihayet, ölçülü adımlarla odanın içinde pencereye doğru yürüdü. Orada durup arkasını döndü.
Odun ve benzeri şeyleri depo etmek üzere inşa edilen bu tavan arası karanlık ve kasvetliydi. Zira pencere aslında çatıya açılan bir kapıydı ve sokaktan mal yüklemek için kullanılan bir makara düzeneği vardı. Tıpkı diğer Fransız yapımı kapılar gibi ortada kapanan iki kanattan oluşuyordu ve sırsızdı. Soğuğun girmesine engel olmak için bu kapaklardan biri sıkıca kapatılmıştı; diğeri ise çok az açıktı. Bu şekilde içeri çok az ışık sızdığı için odaya ilk girildiğinde bir şey görebilmek çok güçtü. Sadece böyle bir yerde çok uzun süre kalmış biri bu karanlıkta titizlik gerektiren bir iş yapabilirdi. Ama yine de böylesine ışık gerektiren bir iş o çatı katında yapılmaktaydı. Zira sırtı kapıya, yüzü ise karşısında durup ona bakan şarap dükkânı sahibinin yanında bulunduğu pencereye dönük, beyaz saçlı bir adam, alçak bir banka oturup, öne doğru eğilmiş, ayakkabı yapmakla meşguldü.
Ayakkabıcı
“İyi günler.” dedi Mösyö Defarge öne doğru eğilmiş ayakkabı yapan ak saçlı adama bakarak.
Adam bir an için kafasını kaldırıp alçak sesle, sanki çok uzaklardaymış gibi bu selama cevap verdi:
“İyi günler.”
“Gördüğüm kadarıyla hâlâ çalışıyorsunuz, öyle değil mi?”
Uzun bir sessizliğin ardından başını kaldırıp “Evet… Çalışıyorum.” diye cevapladı adam. Bu kez, başını tekrar aşağı eğmeden önce bezgin gözlerle soru sorana bakmıştı.
Adamın dikkat çekecek şekilde zayıf çıkan sesi acınacak bir hâldeydi ve tüyler ürpertiyordu. Hapsedilmek ve başından geçen zorluklar etkili olsa da sesinin bu derece zayıf olması fiziksel düşkünlükten kaynaklanmıyordu. Yalnızlıktan ve kullanılmamaktan dolayı bu derece içler acısı hâldeydi sesi. Çok, çok uzun süre önce çıkan bir sesin, son güçsüz yankısı gibiydi. İnsan sesinin sahip olduğu ahengi ve canlılığı öylesine yitirmişti ki; zamanla zavallı bir lekeye dönüşen güzel bir renge benziyordu. Öyle bastırılmıştı, öyle derindendi ki; yer altından gelen bir ses gibiydi. Umutsuzluğu ve kaybolmuşluğu öylesine iyi ifade ediyordu ki; bir sahrada yapayalnız dolaşmaktan usanmış, açlıktan ölmek üzere olan bir seyyah, kendini ölüme bırakmadan önce ancak böyle bir sesle evini ve ailesini hatırlayabilirdi.
Birkaç dakika sessizce çalışmayla geçti ve ardından bezgin gözler yeniden yukarıya doğru baktı. Bu bakışlarda merak veya ilgiden eser yoktu. Sadece ziyaretçisinin orada olup olmadığını kontrol etmek ister gibiydi.
Bakışlarını ayakkabı imalatçısından ayırmayan Defarge “Buraya biraz daha ışık girmesini istiyorum. Buna tahammül edebilir misiniz?”
Ayakkabıcı işini bırakıp boş gözlerle adamın bir sağına bir soluna ve sonra da adama baktı.
“Ne dediniz?”
“Biraz daha ışığa tahammül edebilir misiniz?”
“Eğer bunu yaparsanız, tahammül etmek zorunda kalırım.” dedi, mecburiyetini ifade eden kelimeyi biraz daha vurgulu söyleyerek.
Çatı kapağının aralık kanadı biraz daha açıldı ve bu konumda sabitlendi. Tavan arasından içeri giren büyük bir ışık kütlesi, kucağında tamamlanmamış bir ayakkabı bulunan, işine ara vermiş olan adamın daha net görülmesini sağladı. Dizinin ve oturduğu bankın üzerinde birkaç alet edevatla deri parçaları duruyordu. Düzensiz kesilmiş ancak pek de uzun olmayan beyaz bir sakalı, çökmüş bir yüzü ve son derece parlak gözleri vardı. Dağınık beyaz saçları ve hâlâ kopkoyu olan kaşlarının altındaki gözleri, yüzünün bu zayıf ve çökmüş hâli nedeniyle, olduğundan büyük görünüyordu. Aslında doğal olarak büyüktü; fakat bu tezat nedeniyle anormal duruyordu gözleri. Eski püskü sarı gömleğinin açık yakasından pörsümüş yaşlı vücudunun kirliliği fark ediliyordu. Çadır bezinden tulumu, bollaşmış çorapları, paçavraya dönmüş tüm o giysileriyle adam, doğrudan ışık ve hava almaktan mahrum kaldığı günlerinde solmuş; benzi, sarı parşömen kağıdı gibi tekdüze bir matlık almıştı. O kadar ki hangisi kâğıt, hangisi adamın cildi anlamak çok zordu.
Bir elini kaldırıp ışığın gözlerine gelmesini engellemeye çalıştı. Elindeki kemikler şeffaf gibi duruyor, işine ara vermiş adam sabit boş bir bakışla oturuyordu. Adam sağına ve soluna bakmadan doğrudan önündeki kişiye hiç bakmıyordu; sanki ses ve yeri bağdaştırma yeteneğini kaybetmiş gibiydi. Benzer şekilde, asıl söyleyeceğini söylemeden önce abuk sabuk konuşuyor ve bazen de ne söyleyeceğini unutuyordu.
“Bu ayakkabıyı gün içinde bitirebilecek misiniz?” diye sordu Defarge, Bay Lorry’ye yaklaşmasını işaret ederek.
“Ne dediniz?”
“Bu ayakkabıyı bugün bitirmeye niyetli misiniz?”
“Niyetli olduğumu söyleyemem. Umuyorum. Bilmiyorum.”
Bu soru ona işini hatırlatmıştı ve tekrar öne doğru eğilip işe koyuldu.
Bay Lorry kızı kapının yanında bırakıp sessizce yaklaştı ve Defarge’ın yanında durdu. Bir iki dakika sonra kafasını kaldıran ayakkabıcı, yeni birini görmekten dolayı hiçbir şaşırma belirtisi göstermedi; sadece kararsız parmakları adama bakarken dudaklarının üzerinde gezindi. Dudakları ve tırnakları da aynı donuk kurşun rengindeydi. Sonra elini indirip tekrar işine eğildi. Bu hareket ve bakış onu sadece bir an için meşgul etmişti.
“Gördüğünüz gibi bir ziyaretçiniz var.” dedi Mösyö Defarge.
“Ne dediniz?”
“Bir ziyaretçiniz var.”
Ayakkabıcı elini işinden ayırmadan, önceki gibi yukarı baktı.
“Gelin!” dedi Defarge. “Burada iyi ayakkabıdan anlayan bir bey var. Üzerinde çalıştığınızı ona gösteriniz. Alın mösyö.”
Bay Lorry ayakkabıyı eline aldı.
“Söyleyin mösyö, bu ne tür bir ayakkabı ve imalatçısının ismi nedir?”
Ayakkabıcı cevap vermeden önce normalden uzun bir sessizlik yaşandı:
“Sorduğunuzun ne olduğunu unuttum. Ne dediniz?”
“Beyefendiye bunun ne tür bir ayakkabı olduğunu açıklar mısınız demiştim.”
“Bu