İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз Диккенс

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс

Скачать книгу

yakmakla görevli kişilere katlanamadığı göze çarpıyordu.

      Öğleden sonraya girilirken ve kimi zaman Fransa kıyılarının görülmesine fırsat verecek kadar açılan hava tekrar nem ve sisle ağırlaşırken, Bay Lorry’nin düşünceleri de bulutlanmış gibiydi. Karanlık çökünce kahve salonundaki ateşin önüne oturdu ve tıpkı kahvaltısını beklediği gibi akşam yemeğini beklemeye başladı. Zihni karmakarışık bir hâlde kızıl korları kurcaladı, kurcaladı, kurcaladı…

      Yemekten sonra içilecek bir şişe Bordeaux şarabının, kızarmış kömürleri karıştıranlara bir zararı yoktur; başka bir şey yapıyor olsaydı işini yapmasını engellemesi ise büyük ihtimaldi. Bay Lorry uzun zamandır aylak aylak oturuyordu ve son kadehini ancak şişenin dibini görmüş, zinde görünümlü geçkin bir erkekte görülebilecek bir tatminle doldurmuştu ki, yan sokaktan tekerlek sesleri duyulan bir araba gürültüyle otelin avlusuna girdi.

      Bardağındakine dokunmadan bıraktı: “Bu matmazel!”

      Birkaç dakika içerisinde garson, Londra’dan Bayan Manette’in geldiğini ve Tellson’dan gelen beyefendiyi görmekten memnun olacağını bildirdi.

      “Bu kadar çabuk mu?”

      Bayan Manette yolda bir şeyler içtiği için daha fazlasına ihtiyaç duymuyordu ve Tellson’dan gelen beyefendiyi bir an önce görmek için epey sabırsızlanıyordu, tabii eğer bu onun için de uygunsa.

      Tellson’dan gelen beyefendi bardağındakini büyük bir ümitsizlik içinde bitirip küçük, garip peruğunu düzeltti ve Bayan Manette’in odasına doğru garsonun peşi sıra gitti. Bu, cenaze ortamını andıran siyah at kılından yapılmış kumaşla kaplanmış mobilyalar ve ağır, koyu renk masalarla döşenmiş büyük ve karanlık bir odaydı. Masalar öylesine cilalanmıştı ki, odanın ortasındaki masanın üzerinde duran iki mumun loş ışığı masanın her kanadına yansıyordu. Sanki siyah maundan derin mezarlarda gömülü gibilerdi ve oradan çıkmadıkça konuşmaları beklenemezdi.

      Loş ortama uyum sağlamak o kadar güçtü ki, güzel dokunmuş bir Türk halısının üzerinde yürümekte olan Bay Lorry bir an için Bayan Manette’in bitişikteki başka bir odada olduğunu sandı; ta ki iki uzun mumu geçip ateşin önündeki masanın yanında kendisini bekleyen genç bayanı görene kadar. Üzerinde bir binici pelerini olan ve hasır seyahat şapkasını hâlâ kurdelesinden tutmakta olan bu kız, on yedisini aşmış olamazdı. Bu kısa, narin, hoş görünüşlü vücuda, sarı saçlara, kendisine merakla bakan bir çift mavi göze ve şaşkınlık, endişe, telaş veya dikkat ifadelerinin yalnızca birini değil, dördünü birden barındıran bir alna –ne kadar genç ve yumuşak olduğu hâlâ hatırımda– bakakalan adamın gözlerinin önünden, yağmurun tüm gücüyle yağdığı ve denizin kabardığı soğuk bir günde Manş Denizi’ni geçerken kollarında tuttuğu bir çocuğun görüntüsü geçti bir an için. Bu görüntü, kızın arkasında duran ve çerçevesinde siyah tanrıçalara siyah sepetlerde Ölü Deniz meyveleri sunan zenci aşk tanrıçaları bulunan boy aynasına yansıyan bir nefes gibi gelip geçti. Adam Bayan Manette’i resmiyetle selamladı.

      “Lütfen oturun bayım.” dedi masum ve hoş sesi, çok az aksanlı konuşmasıyla.

      “Elinizi öpmeme izin verin.” dedi Bay Lorry eski zamanlardan kalan bir edayla tekrar kızı selamlarken. Ardından yerine oturdu.

      “Dün bankadan bir çeşit bilgi ya da keşifle ilgili bir mektup aldım efendim.”

      “Bunun bir bilgi mi ya da keşif olarak mı nitelendirileceği pek önemli değil bayan, her ikisi de söylenebilir.”

      “Çok önce ölen ve hiç göremediğim zavallı babamdan kalan küçük bir mülkle ilgiliymiş.”

      Bay Lorry sandalyesinde kıpırdandı ve zenci aşk tanrıçalarına sıkıntılı bir bakış attı. Sanki onların anlamsız sepetlerinde birilerine yardım edecek bir şey bulmayı umar gibiydi!

      “Paris’e gitmem ve bu amaçla kendisi de oraya gönderilen bankanın görevlisiyle irtibata geçmem gerektiği yazıyordu.”

      “Bu kişi benim.”

      “Duymayı beklediğim de buydu efendim.”

      Onun kendinden ne kadar olgun ve bilgili olduğunu düşündüğünü gösterme arzusuyla kız, adamın önünde reverans yaptı (O zamanlar genç bayanlar reverans yaparlardı.) Adam da selamla karşılık verdi.

      “Ben de bankaya cevap yazıp; Fransa’ya gitmem gerektiğini bilen ve bana da nazikçe bunu tavsiye eden kişilerce gerekli görüldüğünden bu seyahati gerçekleştireceğimi; ancak bir yetim olduğum için bana eşlik edebilecek hiçbir arkadaşım bulunmadığından yolculuğum boyunca bu saygıdeğer beyefendinin himayesinde olmama izin verilmesi hâlinde şükran duyacağımı ilettim. Beyefendi Londra’dan ayrılmıştı; fakat sanırım beni burada bekleme nezaketini göstermesini istemek üzere arkasından bir haberci gönderildi.”

      “Bu vazifeyle görevlendirildiğim için şeref duyuyorum.” dedi Bay Lorry. “Başarabilirsem çok daha mutlu olacağım.”

      “Ben de teşekkür ederim efendim. Size minnet borçluyum. Banka bana bu işin detaylarını görevli beyefendinin açıklayacağını ve kendimi sürpriz gelişmelere hazırlamam gerektiğini söylemişti. Ben hazırım ve tüm detayları öğrenmek için güçlü bir istek duyuyorum.”

      “Bu doğal.” dedi Bay Lorry. “Evet, ben…”

      Kısa bir duraklamadan sonra tekrar garip peruğunu düzelterek ekledi: “Başlamak çok zor.”

      Bir türlü söze başlayamadı, ancak bu kararsızlık anında kızın bakışlarıyla karşılaştı. Genç alnı hoş ve karakteristik bir ifade almıştı. Kız, sanki geçen bir gölgeyi istemsizce yakalıyor ya da tutuyor gibi elini kaldırdı.

      “Siz benim için gerçekten bir yabancı mısınız efendim?

      “Öyle değil miyim?” dedi Bay Lorry, ellerini açıp yüzündeki gülümsemeyle bir şeyler kanıtlamak ister gibi.

      Kaşlarıyla, olabildiğince narin hoş ve kadınsı küçük burnu arasındaki ifade, şimdiye dek yanında ayakta durduğu sandalyeye düşünceli düşünceli otururken derinleşti. Onun düşüncelere dalışını seyreden adam, kız gözlerini yeniden kaldırınca devam etti:

      “Burada sizin genç bir İngiliz hanımefendisi olduğunuzu düşünerek hitap etmeliyim sanırım, izin verir misiniz Bayan Manette?”

      “Nasıl isterseniz efendim.”

      “Bayan Manette, ben görevli bir kişiyim. Yapmam gereken bir iş var. Benim konuşan bir makineden daha fazlası olduğumu düşünmeyin; gerçekte de daha fazlası değilim. İzin verirseniz bayan, size müşterilerimizden birinin hikâyesini aktaracağım.”

      “Müşteri mi?”

      Kızın tekrarladığı bu kelimeyi bilinçli olarak yanlış kullanmıştı ve aceleyle ekledi: “Evet, müşteriler, bankacılık işinde irtibatta bulunduğumuz kişileri genellikle ‘müşteri’ olarak adlandırırız. Bu bir Fransız beyefendisiydi; bir bilim adamı, büyük kazançları olan bir adam, bir

Скачать книгу