İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс страница 6
“Fakat bu benim babamın hikâyesi efendim.” İlgiyle kırışan alnı adama yönelmişti. “Düşünüyorum da, babamın ve sadece iki yıl sonra da annemin ölümüyle yetim kaldığımda beni İngiltere’ye götüren sizdiniz. Bundan neredeyse eminim.”
Bay Lorry kendi elini tutmak üzere güvenle uzanan küçük, çekingen eli alıp nezaketle dudaklarına götürdü. Sonra genç kızı yeniden sandalyesine oturttu. Sol eliyle sandalyenin arkasından tutarken diğer eliyle de bazen çenesini kaşıyor, bazen peruğunu kulaklarının üzerine çekiyor, bazen de konuşmasına uygun hareketler yapıyordu. Kız gözlerinin içine bakarken o da ayakta durmuş kızın yüzüne bakıyordu.
“Bayan Manette, o bendim. Ve size duygularım olmadığını, ilişkilerimin tamamen iş ilişkisi olduğunu söylerken ne kadar dürüst olduğumu, sizi o günden beri görmediğimi düşündüğünüzde anlayacaksınız. Hayır, o günden beri siz Tellson Şirketi’nin vesayeti altındasınız ve ben de o günden beri Tellson Şirketi’nin diğer işleriyle meşguldüm. Duygular! Duygular için vaktim yok, onlara sahip olma şansım yok. Ben, tüm hayatımı uçsuz bucaksız bir para çarkının içinde geçirdim bayan.”
Günlük hayatına dair bu garip tanımlamanın ardından Bay Lorry, hiç gerekli olmadığı hâlde iki eliyle başının üzerindeki peruğunu düzeltti ve önceki tavrını yeniden takındı.
“Kısacası bayan, anladığınız üzere, bu zavallı babanızın hikâyesi. Bir farkla; ya babanız öldüğünde gerçekten ölmediyse? Durun, korkmayın! Nasıl da titriyorsunuz!”
Kız adamın bileğini iki eliyle sıkıca kavradığında gerçekten titriyordu.
“Lütfen!” dedi Bay Lorry, teselli eden bir ses tonuyla. Sandalyenin arkasındaki sol elini, kendisini delice bir titremeyle yalvarır gibi sıkan parmakların üzerine koydu. “Lütfen sakin olun, bu bir iş meselesi. Söylediğim gibi…”
Kafası karmakarışık olmuştu; bu nedenle durdu, biraz düşündü ve yeniden başladı:
“Söylediğim gibi şayet Mösyö Manette ölmemiş olsaydı; aniden ve sessizce ortadan kaybolmuş olsaydı; buhar olup uçmuş olsaydı; peşinde hiçbir iz bırakmamasına rağmen ne korkunç bir yerde olduğunu tahmin etmek güç olmasaydı; benim, zamanında en cesur kişinin bile fısıldamaktan korktuğu bir imtiyazı, örneğin birinin hayat boyu hapiste unutulmasını sağlayacak boş formları doldurma imtiyazını kullanılabilecek bir düşmanı olsaydı; karısı krala, kraliçeye, mahkemeye, rahiplere ondan haber almak için yalvarmış olsaydı; o zaman babanızın hikâyesi, bu talihsiz beyefendinin, Beauvais’li doktorun hikâyesi olurdu.”
“Size yalvarırım lütfen anlatın efendim.”
“Anlatacağım. Buna dayanabilir misiniz?”
“Beni şu an içine düşürdüğünüz belirsizlik dışında her şeye dayanabilirim.”
“Sakin konuşuyorsunuz, öyle olduğunuz açık. Bu iyi!” Oysa söylediklerinden kendisi pek emin değildi. “Bu bir iş meselesi. Buna bir iş gözüyle bakın, yapılması gereken bir iş. Şayet bu doktorun karısı, büyük bir cesarete ve güçlü bir karaktere sahip olmasına karşın, küçük bebeği doğmadan önce bu sebeplerle çok büyük acılar çekmişse…”
“O küçük bebek bir kızdı efendim.”
“Evet, bir kız. Bu bir iş meselesi, üzüntüye kapılmayın. Bayan, şayet bu zavallı hanımefendi küçük bebeği doğmadan önce çok büyük acılar çekmişse ve mazlum çocuğunun da bizzat yaşadığı ıstırapların bir parçası olmasını engellemek için onu babasının öldüğü fikriyle büyütmüşse… Yoo, diz çökmeyin. Tanrı aşkına neden önümde diz çöküyorsunuz?”
“Gerçekler için. Ah! Sevgili merhametli beyefendi, gerçekler için!”
“Bir, bir iş meselesi. Kafamı karıştırıyorsunuz. Bu hâlde nasıl işimi yapabilirim? Lütfen sakin olalım. Bana, mesela dokuz tane dokuz peninin kaç ettiğini ya da yirmi ginenin kaç şilin ettiğini söyleyebilir misiniz? Bunu yapabilirseniz sakin olduğunuza daha rahat ikna olabilirim.”
Bu soruya cevap vermese de kız çok sakin oturuyordu. Adam kibarca kızı yerden kaldırdı. Bileğini tutmaya devam eden eller ise eskisi kadar titremiyordu artık. Bu Bay Lorry’nin içini rahatlattı.
“İşte böyle, İşte böyle. Cesaret! İş meselesi! Önünüzde yapmanız gereken bir iş var, faydalı bir iş. Bayan Manette, anneniz bu yolda sizinle ilerledi. Babanızı bulmak için gösterdiği nafile çabasından hiç vazgeçmemişti. Ve inanıyorum ki, kırık bir kalple fani dünyadan çekilip sizi iki yaşında öksüz bıraktığında, babanız hapisten kurtulacak mı; yoksa orada yıllar boyunca tükenip gidecek mi diye düşünmenin yarattığı belirsizliğin kara bulutları olmadan genç, güzel ve mutlu bir şekilde yetişmenizi istemişti.”
Bu sözleri söylerken, hayranlık dolu bir merhametle kızın altın rengi saçlarına baktı. Onların daha şimdiden kırlaşmaya başladığını hayal etti bir an için.
“Biliyorsunuz ki ebeveyninizin çok büyük bir serveti yoktu, olanlarsa sizin ve anneniz için muhafaza edildi. Yeni bir para ya da daha başka bir mülk bulunmuş değil; ancak…”
Bileğinin daha sıkı kavrandığını hissetti ve durdu. Özellikle dikkatini çeken ve o anda hareketsiz duran genç alındaki acı ve korku ifadesi daha da derinleşmişti.
“Ancak o, o bulundu. Yaşıyor. Çok fazla değişmiş olması büyük ihtimal, neredeyse mahvolmuş bir hâlde olması muhtemel; ama biz yine de en iyisini umalım. Hâlâ hayatta. Babanız Paris’te eski uşağının evine götürüldü ve biz de oraya gidiyoruz. Ben, becerebilirsem onun kimliğini tespit etmek; siz de onu hayata, sevgiye, yükümlülüklerine, huzura ve rahata yeniden kavuşturmak için.”
Kızın bedenini bir titreme sardı, ondan da adama geçti. Alçak, farklı ve kuşku dolu bir sesle, sanki rüyasında konuşuyormuş gibi “Bir hayaleti görmek için gidiyorum. Bu babam değil, onun hayaleti olacak.” dedi.
Bay Lorry sessizce kolunu tutan elleri okşadı. “Sakin olun. Artık iyiyi de kötüyü de biliyorsunuz. Artık bu haksızlığa uğramış beyefendiye ulaşmak üzeresiniz. Güzel bir deniz ve sonra güzel bir kara yolculuğunun ardından sevgili babanızın yanında olacaksınız.”
Aynı tonda, daha ziyade bir fısıltı gibi tekrarladı: “Özgürdüm, mutluydum, bugüne kadar onun hayaleti hiçbir zaman beni rahatsız etmemişti.”
“Bir şey daha var.” dedi Bay Lorry kızın dikkatini çekmek için bastıra bastıra. “Babanız başka bir isim altında bulundu. İsmini unutmuş ya da gizlemiş olabilir. Bunlardan hangisi olduğunu araştırmak, hapiste unutuldu mu yoksa kasten mi bırakıldı diye sormak, fazla kurcalamak, şu aşamada faydadan çok zarar getirir; çünkü bu, tehlikeli olabilir. En iyisi,