İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс страница 3
“Ne tesadüf,” diye söylendi muhafız, “ben de.”
Sisin ve karanlığın içinde bir başına kalan Joe, hem bitkin düşen atını dinlendirmek hem de yüzündeki çamuru temizleyip şapkasının kenarında biriken neredeyse 3-4 litre ağırlığındaki suyu silkelemek için atından indi. Posta arabasının tekerlek sesleri iyice uzaklaşıp gece tam bir sessizliğe bürünene kadar çamurlu elleriyle dizginleri tutup bekledi ve ardından tekrar tepeden aşağı doğru yürümeye başladı.
“Temple Bar’dan bu yana dörtnala geldiğimiz için yaşlı bayan, düzlüğe çıkana kadar ön ayaklarına güvenmiyorum.” dedi boğuk sesli haberci, kısrağına bakarak. “ ‘Hayata dönüş.’ Bu gerçekten de çok garip bir mesaj. Bunun fazlası sana yaramazdı Jerry! Baksana Jerry. Eğer yeniden dirilmek moda olsaydı gerçekten hâlin haraptı Jerry!”
Gecenin Gölgeleri
“İnsan denen varlığın bir diğeri için gizem ve sırlarla dolu olduğu, yadsınamayacak bir gerçek. Geceleyin büyük bir şehre girdiğimde, bir düşünce kaplar içimi. Yan yana kümelenmiş karanlık her ev, kendi sırrını barındırır içinde. Her evin her odasında ayrı bir sır vardır. Ve oradaki yüz binlerce göğüste çarpan yürekler, en yakınındaki için bile bir sırdır! En korkuncu bile, hatta ölüm bile bundan iyidir. Sevdiğim bu kitabın sayfalarını çeviremiyorum artık, bir çırpıda tamamını okumak istesem de. Anlık ışıklar üzerine yansırken, içinde gömülü hazineler ve diğer batıkların görünüp kaybolduğu bu dipsiz suların derinliklerine bakamıyorum artık. Tek bir sayfa bile okusam bu kitap hemen kapanıverecek; sonsuza, sonsuza kadar. Su ebediyen buza dönüşecek üzerinde ışıklar oynaşırken ve ben habersizce duracağım kıyısında. Arkadaşım öldü; komşum öldü; aşkım, ruhumun can yoldaşı öldü. Bu acımasız ve ebedî sır daima benimle olacak. Hayatımın sonuna dek bunu içimde saklamalıyım. İçinden geçtiğim bu şehrin mezarlıklarında yatanların, şehrin meşgul sakinlerinin benim için olduğundan ya da benim onlar için olduğumdan daha esrarengiz olduğunu söylemek mümkün mü?”
Doğal ve soğukluktan uzak yapısıyla atının sırtındaki haberci, kralla, iç işleri bakanıyla ya da Londra’daki en zengin tüccarla tam olarak aynı duyguları paylaşıyordu. Eski bir posta arabasında bir araya gelen üç yolcu için de bu geçerliydi. Her biri, bir diğeri için gizemlerle doluydu. Sanki her biri kendi arabasındaydı ve aralarında bir ülke kadar mesafe vardı.
Haberci, birahanelerde boğazını ıslatmak için sıkça durarak rahat bir tırısla katetti dönüş yolunu. Gözlerinin üzerine indirdiği şapkasıyla, fikirlerini kendine saklama eğiliminde olduğu açıktı. Renk veya şekil derinliğinden yoksun şapkası, sanki bakışlarından bir şey anlaşılmasından korkarmış gibi birbirine çok yakın duran kara gözleriyle uyum içerisindeydi. Üç köşeli bir tükürük hokkasını andıran eski şapkasıyla boğazını ve çenesini sardığı, dizlerine kadar inen büyük atkısının arasında kalan gözlerinde tekin olmayan bir ifade vardı. İçki içmek için durduğunda sol eliyle atkısını açıyor, sağ eliyle kadehindekini içiyor ve bardağı boşalır boşalmaz tekrar sarınıyordu.
“Hayır Jerry, hayır!” dedi haberci; atının üzerindeyken hep aynı şeyi düşünüp duruyordu. “Bu senin işine gelmez Jerry. Jerry, seni dürüst tacir, bu senin iş alanına hiç uygun düşmez! Hayata dönüş! Adamın sarhoş olduğunu düşünmemişsem Tanrı cezamı versin!”
Mesaj kafasını öyle karıştırmıştı ki, birkaç kez şapkasını çıkarıp kafasını kaşımak zorunda kaldı. Kısmen kelleşmiş tepesinin haricinde dik, sert, siyah saçları vardı ve bu saçlar, büyük yuvarlak burnuna kadar uzanıyordu. Bir demircinin elinden çıkmış gibiydi; saçlı bir baştan çok çivili bir duvara benziyordu. En iyi birdirbir oyuncuları bile, üzerinden atlaması en tehlikeli kişi olduğu gerekçesiyle onu geri çevirebilirdi.
Temple Bar yakınındaki Tellson Bankası’nın kapısındaki kulübede duran gece bekçisine götürdüğü mesaj, içerideki daha yüksek makamlara iletilecekti. Ve o ilerlerken, gecenin gölgeleri, mesajın da etkisiyle garip şekiller alıyordu. Kısrağı bile sanki bu gölgelerden rahatsız olup huysuzlanmıştı. Her tarafı kaplamışlardı, atı yoldaki her gölgeden ürküyordu.
Posta arabası, içindeki üç esrarengiz adamla, usanç verici yolunda sallanarak, tıngırdayarak ve sarsılarak ağır ağır ilerlemeye devam ediyordu. Gecenin gölgeleri, bu üç adamın uyuklayan gözlerinde, zihinlerinde dolaşan düşüncelerde şekil buluyordu.
Posta arabası yolcunun kafasında Tellson Bankası oluveriyordu. Yanındaki yolcuya çarpmamak için bir eliyle onun köşesinde kalmasını sağlayan deri kayışı tutan bankanın yolcusu, arabanın her sarsıntısında yerinde sallanıyordu. Yarı kapalı gözlerine, arabanın küçük camlarından ışık geliyordu. Ve karşıdaki yolcunun büyük çuvalı banka oluveriyordu. Koşumların şakırtısı paranın şıkırtısına dönüşüyor, Tellson’da yapılan ödemelerin üç misli beş dakika içinde yapılıveriyordu. Ardından Tellson’un mahzeninde büyük paraların ve sırların saklı bulunduğu kasa odaları önünde beliriyor, elindeki büyük anahtarlarla kapıları titrek mum ışığında açıyor ve onları tıpkı en son gördüğü gibi güvende, güçlü ve sakin buluyordu.
Bankanın neredeyse her an onunla olmasına ve arabanın, uyuşturucuya rağmen hissedilen bir acı gibi kendisini hissettirmesine rağmen, tüm gece boyunca kaçamadığı bir düşünce daha vardı zihninde. Bu yolculuğa, birini mezardan çıkartmak için çıkmıştı.
Şimdi, gördüğü sayısız yüzden hangisi gömülü kişiye ait, belli değildi. Fakat tümü, kırk beş yaşlarında bir adamın simasını taşıyordu. İfadelerindeki tutku ile bitap ve tükenmiş hâlleriyse birbirinden ayırıyordu onları. Onur, küçümseme, meydan okuma, inat, itaat veya ağıt, ağır basıyordu birinde diğerinden. Türlü türlü çökük yüzler, bir deri bir kemik kalmış eller kadavra rengindeydi. Ama yüzleri temelde aynı, elleriyse bembeyazdı. Uyuklayan yolcu, yüzlerce kere, bu hayalete sordu:
“Ne kadardır gömülüsün?”
Cevap her zaman aynıydı: “Yaklaşık on sekiz yıldır.”
“Topraktan çıkma umudunu uzun zaman önce mi kaybettin?”
“Çok önce.”
“Hayata döneceğini biliyor musun?”
“Sen öyle diyorsun.”
“Umarım hayata dönmeye isteklisindir?”
“Bunu söyleyemem.”
“Onu sana göstereyim mi? Gelip onu görecek misin?”
Bu sorunun cevapları farklı ve çelişkiliydi. Kimi zaman kırık bir kalple “Bekle! Eğer onu hemen görürsem bu beni öldürür.” cevapı geliyordu. Kimi zaman gözyaşları içinde “Beni ona götür.” diyordu. Kimi zamansa şaşkın bir yüz, dik dik bakarak, “Onu tanımıyorum. Anlamıyorum.” cevabını veriyordu.
Bu hayalî konuşmanın ardından yolcu, hayalinde kâh bir kürekle, kâh büyük bir anahtarla, kâh da elleriyle kazıyor, kazıyor ve zavallı yaratığı topraktan çıkarmaya çalışıyordu. Nihayet yüzünden ve saçlarından topraklar sarkarak yer altından çıkan adam, birden