Safiye Sultan. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Safiye Sultan - M. Turhan Tan страница 20
Göklerde uçtuğuna inanan Şehzade Murat bir ayak önce son menzile ulaşmak azminde, iştiyakında idi. Kamaşmış gözler, yanık yürekler arasından süzülüp geçiyor, Bafa’yı da beraber uçuruyordu. Fânilerle münasebetli ve fânilerle ihtiyacı olduğunu ancak kendi dairesi önünde hatırladı, sabırsızlığını hissettire hissettire duraladı, halayık ve köle kümelerine başını çevirip haykırdı:
“Kâhya hatun nerede? Tiz yanıma gelsin!”
Ve dairesinin esrarlı boşluğuna dalar dalmaz Bafa’yı belinden yakalamak, doymaz bir iştiha ile sevip okşamak istedi. Şeyh Şüca’nın odasında içine düşen ihtiras kıvılcımı, kızın parmaklarından sızan ateşle beslene beslene üç beş dakika içinde yaman bir yangına münkalip olmuştu ve acıktığı yerde sofrayı kurdurmaya, susadığı yerde pınarları akıtmaya alışkın olan genç prensin iradesi bu yangında yanıp kül olduğundan işte bu hamleyi yapmıştı.
Tanrı’nın tek yarattığına inandığı kızın o eşsiz güzelliğinde temessül eden tat hazinesinden orada ve ayaküstü bir iki yudum almak istiyordu. O hazineyi iradesine mahkûm, keyfine ram bir vaziyette telakki ederek işte acele etmişti. Bir ve hatta yarım saniye içinde dudaklarının -tabiat çerçevesine henüz girmemiş- ilahi bir tatla mesut olacağına kani bulunuyordu.
Fakat o telakkiler ve bu kanaatler -yine bir saniye içinde- eridi, tat hazinesinin bir meyve dolabına, bir mutfak kilerine benzemediği anlaşıldı. Çünkü Bafa, beline dolanmak isteyen ihtiras çemberinden -bir dilim nur gibi- sıyrılmış, uzaklaşmış ve üç adım ileride durarak İtalyanca haykırmıştı:
“Uslu durunuz!”
Şehzade kırılmış bir kemer gibi iki yanında sarkıp duran kollarında bir sızı tevehhüm ediyor, hain kızın o kolları sınf ile çözüp kaçtığını sanıyor ve muzdarip bir öfkeyle Venedik dilberini süzüyordu. Onun ne dediğini anlamış değildi. Fakat durumundan kendine kolayca ram olamayacağını anlıyordu.
Bu hâlet, onun idrakine çok aykırı gelen bir şeydi. Fatih’in, Yavuz’un, Kanuni Süleyman’ın torunu ve onlar gibi şehinşah olmaya namzet bir şehzadeden dudağını, yanağını hatta hayatını esirgeyecek bir kadın yeryüzünde -onun zu’muna göre- mevcut olamazdı. Gerçi Bafa da güzellik bakımından yegâne denilebilecek bir seviyede idi. Lakin yine bir kadındı ve bu saraya zorla getirtildiği için de nihayet bir esir idi. Bu durumda bir dişinin, kendisine naz etmesi inanılamayacak cüretlerdendi.
Bununla beraber, öfkesi, soğukkanlılığını kaybettirecek kadar feveran etmiyordu. O sebeple biraz adil düşünmek istedi. Henüz yol yorgunluğunu çıkarmamış, yeni bir âleme girmek üzere bulunmak dolayısıyla da sersemleşmiş toy bir kıza böyle sofalarda ulu orta saldırmanın manasız olduğunu hatırladı ve kızın o hamleden korktuğunu sanarak acıdı.
“Haydi…” dedi. “Odaya gidelim. Korkma seni incitecek değilim.”
Kızın Türkçe bilmediğini unutuyor ve bu sözlerinin anlaşıldığını zannediyordu. Lakin Bafa, onun gözlerinde insaflı davranmak temayüllerini okuduğundan elini uzattı, yine emir verdi:
“Rehberim olunuz fakat çocukluk etmeyiniz.”
Bu emre karşı idraki hissiz kalan Murat’ın iradesi o pençeye takılmakta gecikmedi ve iki genç el yine birleşti. İşte tam bu sırada kâhya hatun Raziye de yetişmişti. Şehzadeyi etekleyerek, Bafa’yı da selamlayarak rehberliğe başlamıştı. Fettan bir mahluk olduğu bakışlarından, gülümseyişlerinden kolayca anlaşılan kâhya hatun, bir yandan yan yan yürüyor, bir yandan da soruyordu:
“Efendimiz büyük odaya mı çinili sofaya mı hamamlı daireye mi teşrif etmek istiyorlar?”
Şehzade Murat, elindeki muattar eli ihtiyarsız sıktı, hülya dolu gözlerini Bafa’nın muhteşem endamı üzerinde dolaştırarak cevap verdi:
“Hamamlı daireye! Elbette sen hamamı yaktırmışsındır, değil mi?”
“Yaktırmaz olur muyum hiç? Her gün ilk işim efendime dua etmek ise ikinci işim hamamı yaktırmaktır. Güneş söner, efendimizin hamamı sönmez!”
Şehzade Murat’ın karakteristik zevklerinden biri de hamam eğlencesi idi, padişah olduktan sonra Topkapı Sarayı’nda yaptırdığı zarif ve muhteşem dairenin yanı başında da hamam vardı. Manisa’da ise İstanbul gibi son derece geniş bir muhite ve son derece bol eğlence vasıtalarına sahip olmadığından, gününün, gecelerinin büyük bir kısmını saray hamamında geçirirdi.16
Şimdi Bafa’ya da ilk sevgi nişanesi olmak üzere bir hamam safası teklif edecekti. Kızın deminki sert durumunu unutmuştu. Sefih bir düşünce ile onu, tanıştıklarının birinci saati içinde, tellak durumuna düşürmek istiyordu. Asıl garip olan nokta bu çirkin teklifi, Venedikli güzelin fahr ile sevinçle kabul edeceğine inanmasıydı. Dediğimiz gibi şehzadelik bu zavallı delikanlıda çok garip kanaatler tekevvün etmesine sebep olmuştu. O cümleden olarak her düşündüğünü mutlaka yapacağına ve yaptıracağına inanıyordu.
Hamamı, kafesli bir kapı ardında olduğu için yabancı gözlere kolay kolay görünmeyen mükellef daireye girildiği vakit Bafa, elini şehzadenin elinden çekerek bir sedire oturuvermiş ve tavandaki, duvarlardaki çinileri, resimleri seyre girişmiş idi. Murat Sultan onun böyle teklifsiz davranmasından, ömründe görmediği bir şey olduğu için hoşlanıyordu. Yan gözle kızın durumunu süzüp gülümsüyor ve aynı zamanda Raziye Hatun’la konuşuyordu.
“Nasıl bir kız?”
“Efendimize layık bir güzel, hemen ulu Tanrı safayı hatır versin, güle güle eğlenin.”
“İyi ama Türkçe bilmiyor. Ona yıkanıp temizlenmesini, bizim âdetimize göre taranmasını, kokular sürünmesini, giyinip kuşanmasını nasıl anlatacağız?”
Kâhya kadın, çapkın bir tebessümle efendisine baktı ve cevap verdi:
“Buraya gelen kızların hangisi Türkçe bilir ki?.. Lakin biz Babil Kulesi’nde kâhyalık ediyormuşuz gibi hiç telaş etmeyiz. Almanca konuşana da Rusça söyleyene de başka dil geveleyene de üç beş ay içinde Türkçe öğretiriz. Bu kızcağızı da onlar gibi terbiye ederiz, efendimizin hizmetine veririz. Zaten zavallı, kaba büyütülmüş. Bakın huzurunuzda nasıl oturuyor?”
Şehzade kaşlarını hafifçe çattı:
“Yoook…” dedi. “Bu kız halayıklar koğuşuna gitmeyecek, benim dairemde kalacak. Dil meselesini ben düşünürüm, hallederim. Kendisinin oturmasına, kalkmasına da kimse karışmayacak. Çünkü öyle sözleştik. Onun için sen dadılığa hazırlanma. Yalnız şu hamam işini başar.”
Kendi elinden geçmeden, kendi hizmetinde geceler geçirmeden bir halayık parçasının -ne kadar güzel olursa olsun- şehzade dairesinde yer almasına Raziye Hatun bin yıl yaşasa akıl erdiremezdi. Çünkü ortada kanun vardı, teamül vardı, anane vardı ve bunlar herhangi bir cariyenin gözdelik nimetine erebilmesini birçok kayda, şarta bağlı bulunduruyordu. Sonra şehzadelerin, padişahların
16
Topkapı Sarayı’nın mimari kıymeti belki yüksek değildir fakat tezyinî sanat bakımından o sarayda çok kıymetli köşeler vardır ve Üçüncü Sultan Murat dairesi işte o nefis köşelerin en mühimlerinden biridir. İstanbul’da oturan veyahut İstanbul’a gelip giden sanatseverlerin bu daireyi bir değil, birkaç kere görmeleri -yine güzel sanatlara sevgi namına- lazımdır kanaatindeyim. (y.n.)