Safiye Sultan. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safiye Sultan - M. Turhan Tan страница 21

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safiye Sultan - M. Turhan Tan

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Ve emir beklemeden Bafa’ya yaklaştı, sahteliği pek belli bir tebessümle onu okşadı, eliyle de “Benimle beraber gel.” manasını ifade eden birtakım işaretler yapmaya koyuldu. Kız, bu basit işaretleri hemen anlamış olduğu hâlde acele yahut merak edip yerinden kımıldamadı, henüz ayakta duran şehzadenin yüzüne baktı. Gözlerinde vuzuhla konuşan bir hâlet vardı. O bir çift yeşil zümrüt dile gelmiş gibiydi. Murat, birçok şairlerin yazılarından daha beliğ olan bu bakışların mefhumunu kavradı, gülerek bir tasdik işareti yaptı, Bafa da -kaşları hafifçe çatkın olarak- ayağa kalktı, Raziye Hatun’un ardına düştü, odadan çıktı. Eşiği atlarken başını döndürüp prense bakmış ve onun hayran bakışlarla kendini teşyi ettiğini görünce, eliyle selam işareti yaparak iltifatta bulunmuştu.

      Kâhya kadın, şu hamam faslı sırasında kendi kuvvetini, kendi ehemmiyetini genç Venedikliye hissettirmeyi tasarladığından yüzünü ciddileştirmişti, ağır bir tavır almıştı. Hamama gelince yüzünü Bafa’ya çevirdi, “Beni takip et.” işaretini tekrarladı ve mermer döşeli methalde duralayarak -kendi aklınca- anlatmaya koyuldu: “Ben senden büyüğüm, beni kızdırırsan, seni döverim!” demek istiyor ve kızın yavaşça kulaklarını çekiyordu. Sonra soyunulacak yere geçerek kızı sedire oturttu, işaretle tarif etmek suretiyle soyunmasını teklif etti. Bafa, sessizdi ve dikkatle etrafını tetkik ediyordu, içeriden sızıp gelen sıcak hava onun tenine çarçabuk jaleler sıralamıştı. Altın tacının telleri dibinde katre katre inciler peyda oluyordu. Sükûtuna rağmen kafası işliyordu. Çünkü Raziye Hatun’un kendisini nasıl bir yere getirdiğini ve soyunmasını teklif etmekle nasıl bir maksat güttüğünü anlamıştı. Yalnız aldanmamak ve yapacağı işte hataya düşmemek istediğinden hissine hâkim olmaya çalışıyordu.

      Raziye, şehzade sarayında kâhya kadın olmanın ve yüzlerce halayığa, her dediğini yaptırmanın kendine verdiği gururla, âdeta sabırsızlanıyor ve kızın hemen soyunmasını istiyordu. Onun kayıtsız ve sessiz durmakta inat ettiğini görünce kaşlarını çattı, işaretlerini tekrarladı ve emrini, hızla yaptırmak için de şehzadenin dahi oraya gelmek üzere bulunduğunu anlatmaya koyuldu. Eliyle bıyık işareti yapıyor ve o bıyık sahibinin, hamama geleceğini ifhama çalışarak kızı harekete geçirmek istiyordu.

      Bafa bu son işaretleri alınca kalktı, hamamın iç taraflarını örten kapıyı açtı, kurnaları ve küçük mikyastaki mermer göbeği gördü, sonra döndü, Raziye’nin yanına geldi, ondan iğrendiğini göstermek istiyormuş gibi bulantı işaretleri yaptı ve kadıncağızın bir kulağını yakalayarak hamamdan dışarı sürümeye başladı. Raziye, hiç ummadığı bu hücum karşısında şaşırdığından bağırmayı da beceremiyordu, ulumakla inlemek arasında bir besteyle genç kızı takip ediyordu.

      Hamamla Şehzade Murat’ın beklediği oda arasında on on beş adımlık bir koridor vardı. Bu kısa mesafeyi Bafa somurta somurta, Raziye de uluya uluya geçmişlerdi. Kulağını genç parmaklardan kurtaramayan kâhya kadın, şehzadenin yanına varır varmaz, bu işkenceden halas olacağını hatta zalim ve had bilmez kızın cezalandırılması suretiyle kendinin hoşnut edileceğini umduğundan Bafa’yı takipte acele ediyordu.

      Lakin zavallının ümitleri tamamıyla boşa çıktı. Çünkü Bafa, yakaladığı kulağı şehzadenin önünde de bırakmadı, Raziye Hatun’u salon kapısına kadar götürdü, orada biçarenin beline bir tekme savurdu, sofanın ortasına kadar fırlattı.

      Şehzade hayran hayran vakıayı seyrediyordu. O anda umulmaz bir oyun seyretmenin verdiği hazla hoş bir şaşkınlık geçiriyordu. Ne dövülenin lehinde ne dövenin aleyhinde bir düşüncesi yoktu. Fakat Raziye’yi sofaya fırlatıp attıktan sonra yanına gelen, sert sert bir şeyler söylemeye koyulan Bafa’yla baş başa kalınca şehzadeliğini, saray kanunlarını, harem nizamını hatırladı, büyük bir suç işlemiş olan güzel kıza sertçe kelimelerle öğüt vermek istedi.

      Kendisinin İtalyanca, Bafa’nın da Türkçe bilmemesi değil, en nefis bir musiki ahengiyle harıl harıl terennüm eden ağzın güzelliği, o ağza yakışan bir letafetle pırıldayan gözlerin cazibesi, bu arzuyu gelip geçen bir düşünceden ibaret bırakmıştı. Artık Şehzade Murat, Raziye Hatun’un dayak yemesiyle, harem nizamına, saray ananelerine vurulmuş olan darbeyi düşünmüyordu, Bafa’nın lahuti sesine ruhunu vererek ondaki saçların nuru, ondaki gözlerin zarafeti, ondaki dudakların tadı, ondaki gerdanın şiiri ve ondaki endamın sihri içinde gaşyolup gidiyordu.

      Lakin bu temaşa, güzel Venediklinin heyecanına karşı kayıtsız kalmayı mümkün kılamazdı. Çünkü o heyecanda da başka bir güzellik, başka bir cazibe vardı. Bu sebeple şehzade, cesur ve pervasız halayığın ne istediğini, neden gazaba geldiğini anlamak istedi, manalı manasız işaretler sıralamaya girişti. Bafa, bir müddet o işaretlere gelişigüzel mukabelede bulundu fakat bu şekille anlaşamayacağını anlayınca, şehzadenin önünde çömeldi, iki eliyle cücelerinin boylarını çizdi, o muhayyel çizgileri yürütmek suretiyle kendilerini hatırlattı, içeriye getirttirilmelerini anlattı.

      Cüceler, harem ağaları gibi saraylarda kadınlarla temas etmeleri caiz görülen mahluklardır. Şu şartla ki hadım ağalar, harem dairesinde yatıp kalkmaya da mezun oldukları hâlde, cücelere bu izin verilmemiştir. Onlar, davet vuku buldukça hareme girerler, hokkabazlık ve maskaralık yaparlar, kadınları -padişahın ve şehzadelerin huzurunda- güldürüp eğlendirirler, sonra bahşişlerini alıp koğuşlarına dönerler. Şu hâle göre, Bafa’nın dileğini yerine getirmekte bir mahzur yoktu. Şehzade Murat da böyle düşündü, dairesi kapılarına henüz ne bir köle ne bir halayık getirmediği için koridora kadar çıkmak zorunda kaldı, oradan el çırpmaya koyuldu. Daire dışındaki sofalarda emir bekleyen dişili erkekli hizmetçilerden nöbeti olanların, bu işaret üzerine hemen koşacaklarını biliyordu. Fakat ilk el çırpmaya, koridorun bir köşesinden kâhya hatunun iniltisi cevap verdiğinden şehzade onun yanına kadar yürüdü:

      “Hâlâ…” dedi. “Ağlıyor musun? Ayıp be! Kalk, gözlerini sil, kapıma iki üç kızla, iki üç köle yolla. Bu macerayı da unut.”

      Fettan kadın, efendisinin ayaklarına kapanarak -gözyaşları döke döke- yalvarmaya koyuldu:

      “Sarayında yüzden artık kız var. Hepsinin çiçeği burnunda. Beğen beğen, hizmetine al. Dilersen ben yollara düşeyim, diyar diyar dolaşayım, sana istediğinden âlâ kızlar bulayım. İstersen kendimi de senin keyfine, senin zevkine feda edeyim. Tek şu hain kızı kov, ırzımı tekmil et.”

      Şehzade Murat, ayaklarını huşunetle çekti.

      “Alık!” dedi. “Senin göğe çıkıp Zühre yıldızını yakalaman, bana getirmen mümkün mü ki ben kendi ayağıyla sarayıma gelen bu canlı yıldızdan vazgeçeyim. Sen, yediğin dayağı, attığın dayaklara say. Her kuşun eti yenmez olduğunu öğrenip bundan geri önüne gelene kamçı sallama!”

      Kadın, inledi:

      “Ben ona el bile kaldırmadım!”

      “Dilinle, gözünle bir halt etmişsindir. Her ne olmuşsa artık unutman gerek. Sen, haydi kalk, dediğimi yap! Yoksa bir dayak da benden yersin!”17

      İşte cüce Cafer’le Nasuh, şehzadenin bu emri üzerine selamlıktan alınıp içeri getirilmişlerdi ve doğruca Bafa’nın huzuruna götürülmüşlerdi. Murat da boylarına boslarına hayran kalmış olduğu cücelere candan alaka

Скачать книгу


<p>17</p>

Aziz okuyucularım, ileride ve Murat’ın padişahlığı zamanında göreceklerdir ki Raziye Hatun, Bafa’dan yediği dayağı bütün ömrünce unutmamış ve Bafa ile açıktan açığa mücadele edebilecek bir kuvvet -Murat’ın anası Nurbanu’yu kastediyoruz- bulunca ona dayanarak Bafa’dan intikam almaya çalışmıştır. Pek heyecanlı olan bu hadiselere yavaş yavaş sıra gelecektir. (y.n.)